Sıradan Muhafazakârlık
Tanıl Bora

Sıradan milliyetçilik veya banal milliyetçilik, yerleşmiş, ‘teorisi yapılmış,’ teoriden çıkıp medya diline de nüfuz etmiş bir kavram. Bu kavrama nazireyle kullanıyorum, sıradan muhafazakârlığı… Doktriner bir temelden, bir siyasî programatikten, ideolojik bir “bagaj”dan bağımsız olarak, gündelikleşmiş, yerleşik görüş ve davranış kalıplarında içkin olan muhafazakârlığı kastediyorum. Meşrep olarak muhafazakârlık da diyebiliriz. En temizi, muhafazakâr ethos, demek, aslında.

Türkiye muhafazakârlaşıyor mu? Türkiye toplumu muhafazakâr mıdır? gibi revaçtaki sorular etrafında düşünürken, optik kutumuza bu merceği de katmak lâzım; sıradan muhafazakârlığın veya muhafazakâr ethos’un görünümlerine de bakmak lâzım.

***

Nedir, sıradan muhafazakârlığın görünümleri? İllâ siyasî ve ‘büyük’ konularda değil, asıl sıradan gündelik konularda zuhur eden görünümleri…?

Konformizmi anmak lâzım herhalde öncelikle. Türkçe sözlükte “uyumculuk, uymacılık” diye karşılanıyor; “uymacılık” kulağa hantal da gelse meramı iyi anlatıyor. (Konformite, “uydumculuk” diye karşılanıyor, o daha da iyi!) Şartları gözetmenin, kendini duruma uyarlamanın ötesinde, ortada neredeyse bir ‘kendilik’ bırakmamacasına aşırı-uyumculuk, burada meselemiz; yerleşik ve hâkim olana, yerleşik ve hâkim olanın kurduğu vasata kayıtsız şartsız riayet. Riayetten öte, gözünü ondan alamamak, başka türlüsünü tasavvur edememek…

Başka türlü bir şey’i tasavvur ve hayal edememekten, ondan da önce, başka türlü bir şey’e açılan tasavvurları adeta kızgınlıkla karşılamaktan söz ediyorum. Başka türlüsü de mümkünmüş’e, böylesi de olabilirmiş’e aralık bırakmayan, merakın kepenklerini kapatmış bir “Bu, böyledir” eminliği… En yalın ifadesiyle: Meraksızlık. Bu ‘sayede’, sormamak – gerçekten, cevaptan bir şey öğrenmeyi umarak, sormamak. Bu ‘sayede,’ dinlememek – gerçekten, ne diyeceğine kulak vermek üzere, dinlememek.[1]

Hep alıştıkları gibi söylensin isterler. Alışıldık cümleler, bildik kelimeler işitmek isterler. Aynı şeyin başka kelimelerle anlatılmasından huylanırlar. Övdüklerinin başka türlü övülmesinden, yerdiklerinin başka türlü yerilmesinden  bile huylanırlar.

“Yeni”nin, ancak güncel ve popüler tarafından tescil edilmişine açıktırlar. Kabul edilmiş, ‘tanınmış,’ geçerli ve işlevsel hale gelmiş Yeni, tamamdır. Yoksa, bildik, tanıdık olanın kavanozuna sığıştırılamayan “Yeni,” tekinsiz sayılır. Tabii, “yabancı” da öyle. İllâ, aşinâmız olsun, ‘bizlik’ olsun…

***

Kırmızı çizgi tutkusu,[2] sıradan muhafazakârlığın veya işte muhafazakâr ethos’un bir başka görünümü… İlkeli olmanın, pazarlık konusu yapılmayacak temel değerlere bağlılığın ötesine geçen, tartışılabilecek pek az şey bırakan bir tutumdan bahsediyorum. Temel “fikir” jesti olarak hudut çeken, düşünceyi bir çeşit “kırmızı çizgileri birleştirin” bulmacasına çeviren bir tutumdan…

Bu da, sıradan muhafazakârlığı fanatizm yüzü… Ki sıradan muhafazakârlık tam da bu yüzüyle, “radikal,” “marjinal,” “aşırı,” “uç,” “anormal” sayılanın üzerine kırk kilit vurur. Bu damgaları çok kolay vurur. Makulü, ortayı/vasatı temsil etmenin güvenini, etrafta düzenli “aşırılıklar” teşhis ederek tazeler. “Marjinal”le hiç işi olsun istemez, çok/çoğunluk, genelgeçer, etkili, ünlü, “büyük” ve yüksek rakamlı olanı arar. Sağduyu teyakkuzunu fanatizme dönüştürmüştür.

***

Ahlâkçılığa da uğramamız lâzım. Ahlâkî/ahlâklı olmaktan farklı bir şey kastediyorum: Politik olanı, toplumsal olanı, kültürel olanı, estetikle ilgili olanı, velhâsıl her şeyi ahlâkla yargılamayı ve ahlâkîleştirerek ‘halletmeyi’ istemeyi kastediyorum. Toplumsal hayatın farklı düzlemlerine, insan ilişkilerinin karmaşıklığına, meselelerin ve kişisel varoluşların çok yanlılığına, bağlama, zaman-zemin bağına, tarihselliğe boş veren, adeta hadiselerin cevelanına ahlâkî imtihan pususu atmış gibi fırsat kollayan bir dogmatizm… Bu da, muhafazakâr ethos’un bir ‘olayı.’ Ahlâkçılık, sıradan muhafazakârlığın ideolojik içerikten bağımsız olarak, muhafazakârlığa en aykırı, en “sapkın” sayılan ideolojik ‘duruşlara’ bile konabilen, yapışabilen bir karakteristiği, gibi geliyor bana.

***

Başka karakteristikler de tarif edebiliriz. Bir check-list değil yaptığım. Bir ideolojik tutum değil, bir ethos tarif ediyorum. Sıradan muhafazakârlıkla kastettiğimin, bazı görünümleriyle veya veçheleriyle kalın kalem eskizini çizmeye çalıştım. Birilerinde eskizdeki çizgilerin illâ tamamını değil de bazılarını görebiliriz; keza, birileri bunları sürekli üstünde taşımaz da çizgilerinden birinin veya ötekisinin izi bazen, ara ara onun üstünde beliriverir.

Sıradan muhafazakârlığın, Türkiye’nin toplumsal-kültürel atmosferinin tablosunda önemli bir renk, belki de zemin rengi olduğunu düşünüyorum.

***

Muhafazakâr tanımı, Türkiye’de çok uzun süre dindarlığın kâh hüsnütabiri kâh kod adı gibi kullanıldı. Bu kullanım geçerliliğini yitirmiş de değil. Muhafazakârlık deyince, eksenini dindarlığın oluşturduğu bir dünya görüşü, bir hayat tarzı varsayılıyor. İslamcılıkla simbiyotik bir ilişkisi olan, toplamda sağ politik kültürle kuşkusuz yakından alâkalı, -bir yandan da kültürel bir ‘duyuş’la anlatılan muğlak bir cephesi de olan-, bir ideolojik muhafazakârlık tanımıyla iş görebiliriz.[3]

Bu ideolojik muhafazakârlık, sıradan muhafazakârlığın oluşumuna ve gücüne katkısı elbette çok büyük. Onsuz olmazdı! Bir mütearife hatta bizzat değer katına çıkardığı “çoğunluk olma” güveniyle, -şu aralar bir de endişeliliğini güven artırımı talebine dönüştürerek-, vasatı ve vasatın hâkimiyetini tayin etmiş ve ediyor olması yeter. Ezelî-ebedî bir muhafazakâr çoğunluğun sultasını önün geçilmez tabii âfet olarak kabullenmeyi de, bir sıradan muhafazakârlık konvansiyonu olarak kayda geçirebiliriz.

Fakat bana öyle geliyor ki, sıradan muhafazakârlığın, -tekrarlayayım, ideolojik muhafazakârlıktan kuvvetli gıda alıyor olsa bile-, özerk bir dinamiği de var. Hatta tersine bir akışla, ideolojik muhafazakârlık için de kolaylaştırıcı olan bir dinamik bu.

Muhafazakâr ethos’la ilgili çizdiğim robot resim, ideolojik muhafazakârlığın timsalleriyle kolay eşleştirilebileceği doğru, fakat başka toplusal-politik muhitlerde de eşleşmeler yapmak mümkün. (Politik bağlamlar dışında, gündelik hayattaki yaygınlığına hiç girmiyorum.) Mesela sosyalistler arasında, köklü politik hareketlerin kendilerini gelenek tanımıyla tarif etmeleri adetinin hızla yerleşivermesi, bize bir şey söylemiyor mu? (“Arkadaş, XY geleneğinden…”)

Kısacası, en az endişeli muhafazakârlar kadar önemli bir muhafazakârlıktan çıkmak gibi bir endişemiz olacaksa eğer, endişe etmemiz gereken çok fazla şey var!

***

Bu yazı Cumhuriyet’in 100. yıldönümünün, Cumhuriyet Halk Partisi kurultayına ‘ulandığı’ günlerde yayımlanıyor. Türkiye’de cumhuriyetçiliğin ve CHP’nin temel problemini, muhafazakâr cumhuriyetçilik olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Cumhuriyeti bir yurttaş toplumunu kurma, yaşatma, özgürleştirerek geliştirme ideali olmaktan ziyade, sandukasında muhafaza edilecek bir tarihsel başarı olarak gören bir tutumu kastediyorum, kabaca.[4] Muhafazakâr cumhuriyetçilik, sıradan muhafazakârlığın ana jeneratörüdür.


[1] https://birikimdergisi.com/haftalik/11029/dinlemek

[2] https://birikimdergisi.com/haftalik/10553/kirmizi-cizgi

[3] Türk Sağının Üç Hali, Cereyanlar…

[4] https://birikimdergisi.com/haftalik/11387/dorduncu-cumhuriyet-ve-cumhur; Tanıl Bora: “Cumhuriyet, demokrasi ve muhafazakâr Türk cumhuriyetçiliği,” Medeniyet Kaybı, İletişim Yayınları, İstanbul 2021, s. 17-36.