Birlikte yaşama düşü, 1991’de sıkılan ilk kurşunla tarihin sayfalarına gönderildi. Şiddet yanlıları, mikro milliyetçiler, Yeni Dünya Düzeni’nin nimetlerinden söz edenler ve “güçlü” olanlar, sıradanların yıllarca bastırdıkları, bilinçaltlarına ittikleri “milliyetçi” duygularını harekete geçirdi, kışkırttı.
Birlikte yaşama düştü, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından hesaplanarak, ama kimsenin pek de fark etmediği bir süreçte yok oldu. “Komünizmi” ezip “özgür ve barış içinde bir dünya” vaadedenler, bu “özgür” dünyadan Pandora’nın Kutusu misali kötülük çıktığında seyrettiler. Yıllardır aynı masaya oturan Senad’la İvo’nun bir gün birbirlerini keseceği kimsenin aklına gelmedi. Belki de birlikte yaşama projesi gerçekten bir “düştü”.
Zaten birlikte yaşama düşünün, zayıf ve yoksullara hayat hakkı tanınmadığı bir dünyada; Yeni Dünya Düzeni’nin kuralları içinde geçerliliği hakkı yoktu.
Tito’ya göre Yugoslavya’nın kurtuluşu, ancak içinde barındırdığı tüm halkların ayrı varlıklar halinde kurtuluşuyla gerçekleşebilirdi. Hırvatlar’ın, Slovenler’in, Müslümanlar’ın, Sırplar’ın, Makedonlar’ın ve Arnavutlar’ın kurtuluşu federal bir devlet içinde mümkün olabilirdi. Ama olmadı. Tito’nun kurduğu düş 1991’de sona erdi. Çünkü, bu farklı uluslarla birlikte yaşama projesi zamanla yerini Slav milliyetçiliğinin hegemonyasına dönüştü. Bunun başını da Sırp ve Hırvat milliyetçiliği çekti. Bosna’da yaşanan etnik temizlikten sonra Kosova’da Arnavutlar’a karşı girişilen şiddet politikasının ardından yine aynı anlayış yatıyor: Sırp milliyetçiliği.
Aslında Bosna’dan çok önceleri başlamıştı Kosova sorunu. Tito’nun 1974’te Kosova’ya tanıdığı özerklikle Arnavutlar, Yugoslavya Cumhuriyeti’nin Slav olmayan tek ulusu, o gün için oldukça ileri haklara sahip olmuşlardı. Kendi güvenlik sistemlerini, adalet kurumlarını, yerel savunma sistemlerini kurma hakkı verilmiş, üniversitelerde Arnavutça eğitim serbest bırakılmıştı. Ancak, Tito’nun ölümünün ardından bölgede başlayan olaylar ve bağımsızlık talebi üzerine, Miloseviç şefliğindeki Belgrad yönetimi 1989’da özerklik hakkını iptal etti. Aslında baskıcı Sırp milliyetçiliği farkında olmadan, kendisinden pek de farklı olmayan başka bir milliyetçiliği körüklemişti: Arnavut milliyetçiliğini. Yani Yugoslavya mozaiki ilk çatlağını Kosova’da vermişti.
Miloseviç yönetimi için 2 milyona varan sayıları ile Yugoslavya’nın en kalabalık Slav olmayan ulusunu oluşturan Arnavutlar, büyük bir “tehlike”ydi. Üstelik anavatan Arnavutluk’la sınır komşusuydular. Makedonya’da da hatırı sayılır bir Arnavut nüfus bulunuyordu. Müslümanlık Arnavutlar’ın en azından şimdilik öne çıkardıkları bir konu değil. Nitekim Arnavutlar’ın dine değil, özellikle milliyete vurgu yaptıkları dikkat çekiyor.
KAYBEDİLEN SAVAŞIN İNTİKAMI!
Kosova, Sırp milliyetçi ideolojisinde çok önemli bir yere sahip. Yenilgiden yeniden doğan ulus imajının coğrafik, ideolojik ve dinî açıdan yaşatıldığı yer Kosova. Sırplar’a göre bu bölge tarihsel olarak uluslarının beşiği ve Pec bölgesi de Sırp Ortodoks kilisesinin kurulduğu yer. Osmanlı İmparatorluğu’nun Sırbistan Krallığı’na son verdiği ünlü Kosova savaşı da Sırplar’ın ulusal belleklerindeki önemli travmalardan biri. Sırp milliyetçi anlayışına göre -biraz da mazoşizm kokan bir anlayış bu-, Kosova yenilgisinin geleceğe yönelik zaferler için bir dönüm noktası olması, yani Büyük Sırbistan hayali, hiçbir ulusa güvenmeme, birlikte yaşamaya tahammülsüzlük.
Kosova’da sürekli bir işgal ve polis baskısı siyaseti izleyen, Arnavutlar’ın muhalefeti karşısında milliyetçi argümanlara daha çok sarılan Slobodan Miloseviç olayların sorumlusu olarak gösteriliyor. Miloseviç, 1989’da Kosova savaşının 600. yıldönümünde yaptığı bir konuşmada da bunu açıkça dile getiriyor. 2. Dünya Savaşı sonrası tüm liderleri Sırbistan’ı küçük düşürmekle suçluyor ve pek çok Sırp liderin kendi halkına zarar veren tavizleri, yeryüzünde yaşayan hiçbir halk tarafından ne tarihsel, ne de etnik açıdan kabul edilebilirdi... Onların tarihleri boyunca bütün ulusal ve tarihsel varoluş nedeni, iki dünya savaşı süresince olduğu gibi, bugün de kurtarmaktır.
Bu ideolojik argümanı Bosna-Hersek’te sürekli kullanan Miloseviç yönetimi ve “Çetnik”ler aynı şiddeti Kosova’da uygulamak için harekete geçtiler. Miloseviç’in iktidara gelişinde Kosova’nın ayrı bir yeri var. 1987’de Arnavutlar’a yönelik acımasız bir şiddet ve baskı politikası izleyen Miloseviç tam anlamıyla bir “eziyet kampanyası” ile işbaşına geldi. Parti tasfiyesi politikası izledi. Titocu Arnavutlar’ı gruplar halinde tasfiye ederek, Kosova parti örgütünün denetiminden uzaklaştırmayı başardı ve yerine Sırplar ya da Arnavut olmayanları getirdi. Uyguladığı baskı politikası ile gerilimi sürekli arttırdı ve anti-Arnavut duyguları yükselterek siyasî geleceğini bir anlamda Kosova üzerinden kurmak istedi. Halkının desteğini de aldı. Ama şiddet ve baskı politikası karşısında Arnavutlar’ın nefretini buldu. Yıllardır gizlenen anti-Sırp duygular ortaya çıktı. Miloseviç yönetimi Kosova’yı kendi elleriyle saatli bir bombaya çevirdi.
Geçtiğimiz ay içinde ise bu bomba patladı. Arnavutlar’ın radikal unsurları harekete geçti ve saldırılar başladı. Kosova Kurtuluş Ordusu (KLA) polis karakollarını basarak adını duyurmaya başladı. Aslında tam da Miloseviç’in istediği olmuştu. Artık yarattığı şiddet için geçerli bir nedeni vardı.
ŞİDDET YİNE KAZANIYOR...
Arnavutlar’la Sırp yönetimi arasındaki ipler 1989’da kopmuştu. 1974’te verilen özerklik geri alınmış, Sırp asimilasyon politikası Kosova’da uygulanmaya başlamıştı. Aslında ’90’lı yılların başında patlama Kosova’da bekleniyordu. Ama Bosna patlayınca Kosova unutuldu; Kosovalı Arnavutlar en azından yeni taleplerle ortaya çıkma cesaretini gösteremedi. Ancak, Sırp yönetiminin baskı politikası hızından hiçbir şey kaybetmedi. Kosova’daki saatli bomba’yı çalıştıran Belgrad yönetiminin tavrıydı. Özellikle geçen yıl Belgrad sokaklarında günlerce gösteri yapan “muhalefet” karşısında yenilen Miloseviç’in güç kaybetmesi ve 4 yıllık savaş sırasında sınırların Sırbistan ve Karadağ’a çekilmesi Belgrad yönetimine tek yol bırakmıştı: Sırbistan’ın bekası mutlaka sağlanacaktı.
Biraz paranoyak, biraz da baskıcı devlet geleneğinin bir sonucu olarak Kosova’ya özel bir ilgi gösterildi. Karadağ’da yeni seçilen cumhurbaşkanının da Miloseviç yönetimine rest çekip, federasyondan ayrılabileceğinin ipuçlarını vermesinin ardından Sırplar için tek bir bölge kaldı: Kosova. Tarihsel ve dinsel olarak Sırplar için özel bir yeri olan Kosova kaybedilmeyecekti. Bunun yolu da geleneksel Sırp politikasından geçiyordu. Miloseviç’in ikinci hesabı ise Sırp milliyetçiliğini körükleyerek, tüm dünyanın Sırp ulusuna düşman olduğu fikrini işleyerek iktidarını korumaktı.
Bu da karşılığını buldu. Geçtiğimiz yıl Miloseviç’i devirmek için sokaklara dökülen “demokratik” muhalefet tek vücut halinde Kosova’yı kaybetmemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını açıkladı.
Sırp şiddetinin doğurduğu Arnavut muhalefeti ise, özerkliğin iptali sonrası 1990’da Belgrad tarafından tanınmayan, kendi yönetimlerini ilân etti ve Doktor İbrahim Rugova’yı cumhurbaşkanı seçtiler. Sırplar’la Arnavutlar’ın yüzyüze görüşmeleri de bir sonuç vermedi. Kosova Arnavutlar’ı 1974’te verilen özerkliğin tekrar tanınması ve hattâ daha geniş özerklik sağlanmasını talep ediyordu. Rugova, yöntem olarak pasif direnişi seçmiş ve Sırp yönetimi ile masaya oturmayacağını açıklamış, Arnavut üniversite öğrencileri de Arnavutça eğitimin kaldırıldığı Priştine Üniversitesi’ni boykot etmişlerdi.
Ve Rugova politikasını yetersiz bulan Kosova Kurtuluş Ordusu güçlenmeye, sempatizan sayısını arttırmaya başladı. KLA Sırp karakollarına saldırıp, adını duyurmasının ardından Sırp şiddeti de Arnavut köylerine yöneldi. Sırp yönetiminin “terörist”, Arnavut halkının ise “özgürlük savaşçıları” olarak niteledikleri KLA gerillalarına karşı saldırıya geçen Sırp polisi baskın yaptığı köylerde gerillaların yanısıra kadın ve çocukları da öldürdü. İşte bu noktadan sonra Arnavut halkının KLA’ya yönelik sempatisi daha da arttı. Eski Yugoslav ordusundan subayların da içinde bulunduğu KLA, geçen yıl Arnavutluk’ta meydana gelen iç savaş sırasında Arnavutluk’tan büyük miktarda silah transfer etmişti. Halk desteğini her geçen gün arttıran KLA’ya Miloseviç yönetimince göz yumulduğunu söyleyenler de var.
Rugova ise ister istemez bu gelişmelere kayıtsız kalamadı. Ve pasif direniş çizgisini terk etti. Daha önceleri geniş bir özerklik için mücadele eden Kosova Demokratik Ligi Partisi “bağımsızlık”tan başka yol olmadığını açıkladı. Miloseviç, Arnavutlar’ı tam istediği noktaya çekmişti. Artık Sırp saldırıları için geçerli bir nedeni de vardı. Çünkü Kosova’da “ayrılıkçı” bir hareket başlamıştı.
Dünya ise bu kez Bosna’dan daha hızlı harekete geçti. Bunun devam edip etmeyeceği veya Bosna’daki ikiyüzlülüğü tekrarlayıp tekrarlamayacağı henüz bilinmiyor. Ancak herkesin bildiği, bölgenin Balkanlar’ın yumuşak karnı olduğu; yani Arnavutlar, Bosnalılar gibi yalnız değil. Bu yüzden Belgrad yönetimi uzlaşma çizgisine çekilmek isteniyor. Batı’nın -buna Türkiye de dahil- Kosova için önerisi daha geniş haklarla donatılmış bir özerklik. Batı, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasının ne gibi bir sonuç getireceğini kestiremiyor. Türkiye ise iki arada kalmanın çelişkisini yaşıyor: Bosna savaşının ardından Sırbistan’la ilişkilerini geliştirmek isteyen Türkiye, Kosova Arnavutları’nı ve bölgede yaşayan Türkler’i gözardı edemiyor. Ancak elindeki kartlar zayıf. Çünkü Belgrad’ın Ankara’ya yanıtı “işimize karışmayın” oldu. Sırplar’a göre Türkiye önce kendi evine çekidüzen vermeliydi. Üstelik Sırplar’a göre Türkiye’nin de kendi “Arnavutlar’ı” vardı.
Kosova’nın patlamasının ardından, Türkiye medyasının olayı tüm dikkatle izlemesi de nedensiz değildi. Ancak, “Müslüman Arnavutlara” vurgu yapan medya, Kosova’daki Arnavutlar’ın “Müslümanlığa” pek vurgu yapmadıklarını farketmedi. Ancak, özellikle İslâmî basın, “Müslüman Arnavutlar”la yine kendisine kullanılabilir bir malzeme buldu.
Doğal olarak Arnavutlar’ın yanında saf tutanlar, bölgedeki Türkler’in iki ateş arasında kaldığını fark etmedi. Bölgedeki Türkler, Sırp milliyetçiliği ile Arnavut milliyetçileri arasında sıkışmış durumda.
Sırplar’ın “Büyük Sırbistan” hayali ile başvurdukları yöntemleri herkes biliyor artık, bir ulusun tüm benliği ile ırkçı bir fanatizme sahip olmasına inanmak zor geliyor ve 600 yüzyıl önceki hesaplaşmayı hâlâ tamamlayamamış olmalarına da...
Ancak hiçbir dengenin ve vicdan duygusunun kalmadığı, şiddete susamış bir dünyada Arnavutlar’ın karşı şiddete başvurmaları da nedensiz değil.
“Şiddetin işe yaradığını öğrendik. Çünkü uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmenin tek yolu şiddet” diyen Arnavutlar, şiddetin Bosna’da galip geldiğini biliyorlar.
METE ÇUBUKÇU