1983’te ilân edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), bir reddiye: Kıbrıs Cumhuriyeti ölmüştür. Ve KKTC bir kabul: “Biz” bağımsız bir devletiz. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) yerine 1983’te KKTC’nin ilânından bu yana, Kıbrıs’ın kuzeyinde bir karmaşa yaşanıyor. Bu karmaşanın önemli bir boyutu, kollektivitenin anlamlandırılmasının yönünü belirleyecek malzemenin seçimi ve işlenmesi ekseninde gelişiyor.
Karmaşanın köşe taşlarını yerleştirmeye yönelik bir girişimin, mevzunun adını koyma çabasının sınırlı sayıda kavramını şöyle sıralayalım: Türk, Kıbrıslı, Kıbrıslıtürk. Bu üçü sıklıkla birbirinin içine geçiyor. Geçişkenliği yüksek bu üç kavramı birbirinden ayırdetmenin mihenk taşı olarak kullanılabilecek anahtar kavram var: Siyasal projeleriyle toplum tasavvurları. Kuzey-güney ayrımını kabul veya reddetmeleri açısından yaklaşılması durumunda tablo daha net bir şekilde ortaya çıkar diye düşünüyorum.
Kıbrıs’ta “Türküz” diyenler zaman zaman da “Kıbrıs Türküyüz” de diyorlar. Hâkim söylemi özetleyen bu tırnak içi tanımlamaları, Kıbrıs’ın kuzeyindeki kollektiviteyi adlandırırken, onları/kendilerini “Yüce Türk ulusunun Doğu Akdeniz’deki ileri karakolunun bekçileri” olarak gördüklerini ifade ediyorlar. Hâkim söylemin zaman zaman içinden çatladığına delalet eden Kıbrıs Türk milliyetçiliği tartışmaları ise, derinine inildiğinde aslında hiç de öyle olmadığını kolaylıkla yakalayabilmemize yardımcı olacak çelişki ve tutarsızlıklarla kendini ele verir.
Hâkim söylemin dışındakilerin ortak noktasını, siyasal projelerinin ve siyasal toplum tasavvurlarının kuzey-güney ayırımına değil, bütün Kıbrıs’a dayanması. Kuzey-güney ayırımının hâkim söylemin tercihi olduğu tespitinden hareketle, bu ayırımı kabullenerek kuzey-güney ikiliğinden hareket etmenin, aslında hâkim söylemin temel parametresini yeniden üretmek dışında bir diğer işlevi olması söz konusu değildir. Ancak kuzey-güney ayrımını yok sayarak bir bütün olarak Kıbrıs’a şamil projeler geliştirmenin de hazırda zemini yoktur. Ayrılık 24 yılda derinleşmiş, altüst oluş her geçen kuşak için daha masalsılaşmış, somutluğu gün geçtikçe erozyona uğramıştır. Bu derinlik ve erozyonu yok sayılmamalı; tarihsel süreçten memnun kalınmamamış olunabilir, hatta bu süreç sevilmeyebilir de. Ancak bunlar yok sayılmasına yeterli değil. “Kıbrıslıtürk” ifadesini tercih etmek, bu açmaza düşmeksizin bir bütün olarak Kıbrıs’a şamil projeleri bugünden tasavvur etme girişiminin özetidir. Kıbrıslıtürk tanımını tercih etmek, Kıbrıs’ın kuzeyindeki kollektiviteyi bir dış referans kaynağına indirgememek, böylelikle de kültürel farklılıkların eksiklik, yetersizlik olduğu hissiyatına bürünmeksizin, belki daha da önemlisi mazlum psikolojisine kapılmaksızın etiketleme girişiminin adıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyi, 1983’ten bu yana, “Kuzey Kıbrıs” oldurulmaya çalışılıyor. Bu çaba, Kıbrıs’ın bütünlüğünün reddiyesinin en açık ve açık olduğu kadar da en sessiz ifadesi. Coğrafi ayrılığı, gelecek projelerinin ortaklık ve birliğini imkânsızlaştıran bir boyutta dile getirilen “Kuzey Kıbrıs” ifadesi diyor ki, Kıbrıs coğrafyası, tarihî, sosyal yapısı, kültürel dokusu vs. bir bütün değildir. Bir bütün olmadığı için de, kimse kalkıp Kıbrıslılık’tan, ortak bir Kıbrıs’a dair projeden söz etmesin. Bu noktada Rauf Denktaş’ın iki sözü unutulmamalı: “Yüz bin kişinin kültürü olmaz” ve “Gelen de Türk, giden de Türk”. Bunlardan ilkini Kıbrıslılık’tan ve Kıbrıslıtürklerin kültürlerinden söz edenlere, ikincisini de Kıbrıslıtürkler’in dış göçünün hızlanması ve yerlerine Türkiye’den Türkiyelilerin yerleştirilmesine karşı çıkanlara söylemişti.
Kıbrıs’ın kuzey yarısının mekân düzenlemeleri de bu inşâ edilmeye uğraşılan öyküyü anlatıyor. Kıbrıs’ın güney yarısına uzanan yolların tümü çıkmaz sokak. Resmî ritüellerin tümü Kıbrıslırumlar’ın caniliği, vicdansızlığı, barbarlığı ile Türkiye’nin kahramanlığı ile Kıbrıslıtürklerin mazlumluğu ana ekseninde işliyor.
Hâkim söylemin hâkimliğinin ontolojik varlığının sebebiyeti, mevcut söylemler üzerinde hâkimiyet kurmasıdır. Bu hatırda tutulduğunda, Kıbrıs’ın kuzey yarısında başka tasavvur ve ifade külliyatlarının varlığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu külliyatın hâkim olamaması, haliyle kendini hâkim mecralarda ifade edemeyişine neden olur.
Bazı Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşımakta olduğunun keşfinin ardından başlayan tartışmalar, vatanperverlik ve ihanet uçlarında devam ediyor. KKTC’nin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bir süre önce, “bu pasaportları KKTC makamlarına iade edin” çağırısını yapmıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu başvuru formunda yer alan bir maddenin “KKTC’nin tanımadığı” ifadesini içerdiğini söyleyen Denktaş, bunun suç olduğunu deklare etmişti. Daha sonra Kıbrıs gazetelerinde KKTC bakan ve milletvekillerinin de Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşımakta olduğu haberi yayımlandı. Çok az sayıda Kıbrıslıtürk’ün Denktaş’ın çağırısına uyarak bu pasaportlarını KKTC makamlarına iade ettikleri, yakında bir yasak çıkarılarak Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşımalarının yasaklanacağı da gazetelerde yer aldı. Bu ateşli tartışmaları, fevri çıkışları bir yana bırakarak meseleyi başka bir yerinden yakalayarak, tartışmaya çalışmak istiyorum.
20 Temmuz 1974 öncesi Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıslırumlar’la kavgaları devam ederken, Lefkoşa’daki TC Büyükelçiliği’nin Kıbrıslıtürk gençler tarafından “artık çıkartma yapın, müdahale edin, kurtarın bizi” talebiyle taşlanması o dönemin Kıbrıslıtürkünün anlam ve duygu dünyasını kavrama açısından önemli bir anekdottur. Kıbrıs’ın kuzey yarısında, Kıbrıslıtürkler’in öznesi olduğu zannedilen hiçbir eylem, Türkiye Cumhuriyeti’nden bağımsız değildir. Bu sadece bağımsız olmama hali de değildir. Türkiye’nin Kıbrıslıtürkler’in içişlerine karışmaları çok eskilere, Kıbrıs meselesinin en başlarına dek uzanır. Meselenin her aşamasında Türkiye’nin izi ve Türkiye’ye bir davet vardır. Bu kurtarılmışlık halet-i ruhiyesi, davetkârlığın devamlılığının hammaddesini sağlıyor. Kaldı ki Kıbrıs Türkiye tarafından hiçbir zaman bir “dış iş” olarak görülmemiştir.
O kavga döneminde, Kıbrıslıtürkler’in neredeyse yok sayılması anlamına gelen bu tespitin çok rahatsız edici bir yanı da var; hele geçmişi ebeveynlerinin kahramanlıkları toplamı olarak okuyan bugünün gençleri açısından, bu rahatsızlık vericilik katsayısı daha da fazladır.
Ancak bu rahatsızlığın acı veren yönünün ağır basmakta olduğunu tespit ederken, kendime dair bir itirafta bulunmam gerekiyor: Kıbrıslıtürkleri Türkiye’den farklı bir kollektif kimlik kategorisi olarak kabul ediyorum ve bu kabulümle hakkında yukarıdaki tespiti yaptığım dönemin, haliyle şimdinin hâkim söylemi çelişiyor. Bu çelişki, geçmişi şimdi durduğum yerden, bugünden okumak dışında bir seçeneğin olmamasından kaynaklanıyor. Kaldı ki, Kıbrıs’ı bir bütün olarak yaşantılayanlar da geçmiş okumalarında Türkiye’den bağımsız ve Türkiyesiz bir tasavvurdan söz etmiyorlar. Kavga döneminde, Türkiye’nin müdahalesinin coğrafi bir kırılma, demografik bir altüst oluş ve ayrı bir yönetim yapısıyla sonuçlanacağı beklentisinin olmayışı, statükonun sürpriz olması, hâkim söylem dışı anlatıların yüzeye vurduğu durumların aşırı uçlarda, fevri çıkışlarla ele alınmasının açıklanıp anlaşılmasında çok yardımcı olabilecek bir referans teşkil ediyor.
Osmanlı yönetiminin sona ermesinin ve Britanya Krallığı’nın Kıbrıs’ı mülkiyetine almasının ardından Türkiye’ye önemli sayıda Kıbrıslıtürk göç etti. Ardından 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin daha başlarında Kıbrıslıtürkler’in İngiltere başta olmak üzere Avustralya, Kanada ve Türkiye’ye göç etmelerini teşvik eden uygulamalar yürürlüğe konuldu. Göç bürolarına başvuran Kıbrıslıtürkler’e birçok kolaylıklar sağlandı. Bu debdebeli dönemler bir yana, işlerin artık yoluna girdiği söylenen ayrılık döneminde de, önceki dönemlerden çok daha fazla sayıda Kıbrıslıtürk ağırlıklı olarak İngiltere’ye göç etmeye devam ediyor. Belki de daha önce gidip yerleşenlerin varlığı, şimdiki göçü cazip hale getiren etmenler arasında önemli bir yer tutuyor. Ancak son KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gazetelerin toplatılmasına neden olan bir ilân çok şey söylüyor. İngiltere’de yaşamakta olan Kıbrıslıtürkler’in birkaç dernek ve cemiyeti seçimin hemen öncesinde verdikleri ilânla şöyle diyorlardı: “Denktaş, senin gidişin bizim dönüşümüz olacak”. İlânı yayımlayan gazete toplatıldı, Denktaş yine kazandı, onlar da dönmedi. Gerçi bu çok iyimser bir değerlendirmeye de neden olabilecek bir durum. Sıkıntıları bizatihi Denktaş’ın kişiliği ve varlığına idirgeme gibi bir riski var. Ancak Denktaş, Kıbrıslıtürkler için birçok şeyi özetleyen sembolik yönü ağır basan bir isim. Aynı kampanya döneminde Denktaş’ın sloganının “Denktaşsız imkânsız” olduğu da dikkate alındığında, “Denktaş, senin gidişin bizim dönüşümüz olacak” ilânının anlamı daha bir netleşiyor: Statükoyu kendine indirgeyen bir slogana, sorunu “Denktaşsız imkânsız” sloganının öznesine indirgeyen bir karşı slogan. Çokyurttaşlılık ve dolayısıyla çok pasaportluluk Kıbrıslıtürkler için oldukça aşina bir vaziyetken, Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşımanın büyük tartışmalara neden olması üzerinde, KKTC’nin temellerini attığı reddiyeyi tekrar hatırlayarak durmak gerek: Kıbrıs Cumhuriyeti ölmüştür!
Kıbrıslıtürkler arasında Avustralya, İngiltere, Kanada ve Türkiye pasaportu sahibi olanların sayısı hiç de az değil. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde bu pasaportları taşıyanların zorunlu askerlik hizmetleriyle ilgili çetin bir tartışma dönemi yaşandı, ardından da bu pasaportları taşıyanlara sadece KKTC pasaportu taşıyanlar karşısında bazı imtiyazlar sağlandı. O dönemki tartışmalarda, zorunlu askerlik hizmetinde sadece KKTC pasaportu taşıyıp, dolayısıyla sadece KKTC yurttaşı olan Kıbrıslıtürkler’den farklı olarak imtiyaz talebinde bulunanlar, imtiyaz verilmemesi durumunda yaz tatilinde Yunanistan’a gitmeyi tercih edeceklerini, KKTC’ye boykot uygulayacaklarını açıklamışlardı. Ancak konuyla ilgili tartışmalar vatan hainliği eksenine hiç gelmedi, aksine çarçabuk istenen imtiyazlar yasalaştırıldı.
Pasaport meselesiyle ilgili bir diğer durum, KKTC’ye ziyaretlerinin ve Rauf Denktaş’ı tavaflarının ardından TC uyruklu bazı sanatçılara KKTC yurttaşlığı verilmesi. Yine bu uygulama kimse tarafından eleştirilmedi, vatan hainliği olarak nitelenmedi. Hatta bu sanatçıların “milli Kıbrıs davasının gönüllü elçileri” olduğu kabulleniliyor.
Değinilmeden geçilmemesi gereken bir başka durum ise, TC uyrukluların kolaylıkla KKTC yurttaşlığına kabul edilmesi, bunların sayısının şimdiye dek açıklanmaması, bu konuyu gündeme getirenlere de “Anavatanla aramızda ayrı gayrı yok” tepkisinin oldukça yüksek sesle verilmesidir. Her geçen gün bu konuyu gündeme getirmenin meşrû koşulları da erozyona uğruyor. Bu erozyon bir yanıyla milliyetçi çıkışlara, bir yanıyla da tevekküle neden olan önemli bir unsur. İkisinin arasında serinkanlı bir yer bulmayı mümkün kılacak bir tartışma ortamı şimdiye dek oluşmadı. Eski devirlerin eski bir muhalif partisinin, iktidara geldiği gün TC’lileri gemilerle Türkiye’ye geri göndereceğini deklara etmesi hafızalardan henüz silinmedi.
Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşıyan Kıbrıslıtürkler meselesinin bu denli ateşli tartışılması karşısında şaşmamak mümkün değil. Çünkü yıllardır Kıbrıs’ın güneyinde çalışmak isteyen Kıbrıslıtürkler’e KKTC izin veriyor. Oldukça ironik bir şekilde, bu izinler verilirken partizanlık yapıldığı tartışmaları da hiç sönmedi. Kıbrıs’ın güneyinde çalışmak için izin alabilmenin birincil koşulunun “Türk milliyetçisi olmak” -milliyetçi bir partinin militanı olmak da denilebilir- üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta olsa gerek.
Özellikle hâkim söylemin Kıbrıslırum düşmanlığını üretirken ekonomik göstergelere atıfta bulunuyor olması önemli. Deniliyor ki, ayrı bir devletimiz olmasa idi veya Kıbrıslırumlar’la ortak bir çatı altında birleşilirse, hatta AB’ye girerilirse Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumlar’ın işçisi haline gelecek. Kıbrıslırumlar Kıbrıslıtürkler’i sömürecek. Bu saptama ve iddia doğru ise, Kıbrıslıtürkler’in Kıbrıslırumlar tarafından sömürülmesini bir imtiyaz olarak kabul eden, Kıbrıs’ın güneyinde işçi olma izni, kendi kelime dağarcığına daha uygun bir tabirle sömürülme izni veren hâkim söylemin halini özetleyen doğru kelimeleri bulmakta oldukça güçlük çekileceğini düşünüyorum.
Hâkim söylemin dışındaki söylem külliyatı, Kıbrıs’ın kuzey yarısında hâkim olan “biz de Türküz” söyleminin dışında bir şeyler söylüyor. Kendini hâkim mecralarda ifade edemeyen bu söylemler toplamı gündelik hayatta Türkiye ve Türkiyelilere dair nitelemelerinde ifade buluyor. Kıbrıs’ın kuzey yarısında Türkiyelilere karşı aşağılayıcı bazı nitelemeler oldukça yaygın. Ama burada bunlara detaylı olarak değinmeye gerek görmüyorum. Spesifik olarak pasaport meselesine geri döndüğümüzde, özellikle bakanlarla milletvekillerinin aralarında bulunduğu birçok Kıbrıslıtürkün Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu sahibi oldukları, Kıbrıs’ın kuzey yarısındaki hâkim söylemin öznesinin kim olduğu sorusuna yanıt bulmakta kullanılabilecek önemli bir referans olduğunu düşünüyorum.
Kıbrıs’ın kuzey yarısının hâkim söyleminin tarihsel arka planında, bugününde özne Türkiye’dir. Statükonun aktörleri, milletvekilleri, bakanlar vs. bürokratik kadro bir perde önü performansı sahnelemektedirler. Meşrûiyetini bağımsızlık, egemenlik vb. kelimelere vurgularla sağlamaya çalışan hâkim söylem her geçen gün biraz daha içler acısı hale evriliyor. Mesela KKTC’nin TC tarafından kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınması, neredeyse büyük bir zafer olarak takdim ediliyor: Artık sıkıntılar sona eriyor, Anavatan KKTC’yi şefkatli kolları arasına almış, musluğu açmıştır. Bağımsız, egemen, şanlı bir kalkınmada öncelikli yöre: KKTC.
KKTC’de siyasal projesi tüm Kıbrıs’a şamil olmayan hiçbir siyasal parti, seçimlerden zaferle çıksa da iktidar değil, ancak hükümet olarak çıkabilir. Çünkü ayrılık söyleminin öznesi Türkiye’dir ve bu söylemi yeniden üretmek demek, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzey yarısındaki hâkimiyetini yeniden üretmek demektir. Dolayısıyla KKTC’nin bürokrat, milletvekili ve bakanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşımaları, almaya gereksinim duymaları bu çerçevede ele alınabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşıyan Kıbrıslıtürkler’in, tarihlerinin öznesi olamadıklarını bilmeseler de vaziyetin farkında oldukları, dolayısıyla da bu pasaportlara sahip olmakla Kıbrıs’ın kuzey yarısındaki hâkim söylemin ontolojik varlığını temellendirdiği reddiyeyi sessizce reddettikleri söylenebilir.
Topu topu 180-190 bin Kıbrıslıtürkün Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu taşıyanlarının sayısının 10-50 bin arasında olduğuna dair giderek yayılan söylentiler KKTC’nin meşrûiyetini dayandırdığı ayrılıkçı hâkim söylemin kimin söylemi olduğunun bir durup birkaç kez düşünülmesine yeterli bir emare değil mi?