Rusya’da Mart ayının sonunda yapılan seçimin öncesinde ve sonrasında konuşulan seçimin kendisinden ve Yeltsin’den sonra nelerin değişeceğinden çok ,seçilmesi neredeyse kesinleşmiş isimdi. Çünkü bu isim aylar öncesinden hazırlanmış, ısıtılmış ve Rus halkının önüne sürülmüştü. Eski devlet başkanı Boris Yeltsin’in görevini tamamlamadan istifa etmesi ya da ettirilmesi Kremlin’de sıkça rastlanılan bir saray “darbe”sinden başka bir şey değildi.
Bildik darbelerden değildi tabiî ki bu; Yeltsin artık hem sağlık hem de politik olarak devleti “yönetemez” hale gelmiş, zaman zaman da komik duruma düşmeye başlamıştı. Devlet Başkanlığını hiçbir koşulda kazanamayacaktı. Üstelik başkanlık süresinin sonuna kadar kalması, belki ondan sonra gelecek olan ve onun temsil ettiği sistemi devam ettirecek isim için de bir dezavantajdı. Ve birileri elini çabuk tuttu, Yeltsin’den sonra devletin ve o dev çarkın başına geçecek ismi tespit etti. Böylece Rusya’da açık ve gizli iktidarı elinde tutan Kremlin, ordu ve istihbarat, o güne kadar kendileri dışında kimsenin tanımadığı, bilmediği bir ismi ortaya çıkardı. İktidarın diğer ayaklarını oluşturan holding patronları ile medya devleri de tespit edilen bu lideri Rus halkına pazarladı. Tüm dünya bu seçimden % 53’lük bir oy oranı çıkaran Rusya’nın yeni liderini konuştu, günlerce onun kim olduğunu tartıştı durdu. Eski bir istihbaratçı olduğu için muhtemelen diğer servislerde kaydı vardı, ama bu dev ülkeyi beş yıl boyunca yönetecek bir isim için yeterli bilgiler değildi bunlar. Ama nedense herkes bu isme Vladimir Putin’e kilitlenmişti.
Ancak gözden kaçırılan şuydu: Sovyetler Birliği mirası her ne kadar reddedilse bile eski sistemin “devlet” geleneği hâlâ sürüyordu ve partinin yerini Kremlin, ordu ve istihbarattan oluşan üçlü sacayağı almıştı. Yani Putin her ne kadar yeni ve Rusya’da süregelen “reformlar”ı devam ettirecek isim olarak lanse edilse bile tamamıyla Sovyet sistemi içinde, sistemin mantığı ile yetiştirilmiş bir isimdi. Yani yılların reel sosyalisti şimdi kapitalist uygulamaların koruyucusu olmuştu. Batılıların ve Türkiye medyasının “yeni Stalin”, “yeni Çar” yakıştırmalarından öteye bir anlam taşıyor Putin’in temsil ettiği misyon.
Rusya’da oturtulmaya çalışılan, ancak çok zaman alacağı anlaşılan “kapitalizm” hâlâ ilkel dönemini yaşıyor. Bu da çok normal. Ancak sistemi rayına oturtmak isteyenler, eski sistemin içinden çıkınca bazı tuhaflıklar da yaşanmıyor değil. Sovyetler Birliği yıkılmadan önce “güçlü parti”nin temsil ettiği misyon artık “güçlü devlet”e devredilmiş durumda. Bugün Rusya’da kapitalizmi savunup kendini “demokrat” ilân edenler Stalin’den nefret ederken, Sovyetler Birliği özlemini taşıyanlar Stalin’e övgüler düzüyor, hâlâ o ve onun anlayışını kurtarıcı olarak görülüyor; ama kimse Lenin’den söz etmiyor. Çünkü Stalin bugün Rus halkı için tüm pozitif ve negatif gelişmelerin sorumlusu. Ama her iki kesimin bir diğerini suçlarken ya da Rusya için “kurtuluş” formülleri ararken izlediği yol aynı: Stalinizm.
Putin’in seçim öncesinde ve seçildikten sonra yaptığı açıklamalar da bunun göstergesi. Putin seçim dönemi boyunca sürekli olarak, “büyük Rusya”dan söz etti; Rus halkına dünyadaki eski yerini yeniden kazandırmak, dünya devletleri arasına sokmak, aşağılanmalarına son vermek temalarını kullandı. İçinde milliyetçi ögeleri de barındıran bu söylem dikkatli okunduğunda Stalinist bir söylemden çok da farklı değildi. Tek eksik “tek ülkede sosyalizm”in artık dile getirilmiyor olmasıydı. Stalin de kapitalist dünyanın devi Amerika ile yarışmak için sosyalizmi sosyalizm yapan; yeni bir insan yaratma projesi ve bu uğurda üretilecek ütopyaları bir yana bırakarak başta askerî alan olmak üzere kapitalist dünyaya yine o dünyanın silahları ile yanıt vermeye çalışmış; sosyalizmi ekonomik bir sistem anlayışına indirgemişti..
Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi Rusya’da bugün var olan “demokrasi”nin niteliği hâlâ tartışılır. Eski Sovyet halklarının sadece “serbest” seçimlere indirgenmiş bir demokrasi anlayışı ile yetinmeyi kabul etmiş olması, aynı halkın Sovyetler Birliği döneminde ne tür bir demokrasiye mahkûm edildiğinin en büyük göstergesi. Nitekim seçim öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın en önemli sorun olarak gördüğü ekonomi yine baş sıralardaki yerini korurken, demokrasi ve demokratik haklar gündemin en son sıralarında yer alıyordu. Bugün baskıcı bir rejimi hayatın her alanında hisseden Rus halkının, ülkenin bekası için yine “baskıcı”,”demir yumruklu” bir yönetimi tercih etmesi ve bu tür yönetimle ülkenin düzlüğe çıkabileceğine inanması, çok daha eskilerin bir mirası olsa gerek.
Rus halkının ruhunu iyi okuyan Kremlin-Ordu-istihbarat’tan oluşan ve sistemin beynini oluşturan yönetim de kendilerine en uygun ismi bulmakta hiç zorlanmadı; arka planında Devlet geleneğinden gelen, adına ne denirse densin her türlü sistemde devletin bekasını savunan, hâlâ sayıları bir hayli olanlardan biri. Onlar için sistemin sosyalist ya da kapitalist olması çok da fark etmiyor; tıpkı eskiden KGB’de çalışıp bugün medya patronlarının emrinde bulunan ve her türlü ticari ilişkiyi farklı yöntemlerle kotaran eskinin ajanları şimdinin işadamları gibi. Ülkede hemen hemen her türlü ticari faaliyetin mafya düzeyine indiği ve ilişkilerin mafyavari yöntemlere çözüldüğünü bilmeyen yok artık. Ancak bu devlet destekli yeni-mafyöz holdinglerin sunduğu sistemi alternatif sanıp destekleyen halk için ülkede dönen kirli oyunlar, Kremlin’in kalın duvarları arasında yapılan hesaplar bir anlam ifade etmiyor. Çünkü onlar için önemli olan “komünist” sözcüğünün telaffuz edilmemesi. Halkın çoğunluğu için hastalıklı bir sözcük “komünizm”, neredeyse vebayla eşdeğer; hâlâ çoğu eski günleri yadetse bile “reel sosyalizmin” bir ulusu vardırdığı nokta tüm sosyalistler için hiç de onur duyulacak bir şey değil; hele yıllardır bu sosyalizmi savunanlar...
Komünistler ise beklentilerinin üzerinde oy almanın şaşkınlığı içinde, ama onlar da son kozlarını oynuyor. Oy tabanını oluşturan ve çoğunluğu yaşlıların ve emeklilerin oluşturduğu bu kesim partiyi kara kara düşündürüyor. Yaşlılar sadece isminden dolayı bu partiye oy verirken, gençlerin oy vermemesinin nedeni yine partinin ismi. Zaten komünist partinin de diğerlerinden farklı bir önerisi yok. Sadece sosyal alanda bazı hakların geri verilmesi ve yeni sisteme “insaflı” geçilmesinden yana. Ama onlar da sisteme teslim olacak gibi görünüyor. Hattâ bir sonraki seçimlerde neredeyse alerji yaratan partinin ismindeki “komünist” sözcüğünün çıkarılmasını tartışıyorlar.
Bir zamanlar sosyalizmin “anavatanı”nında son yılların hastalığı ve modası olan milliyetçilik de hortlamış durumda; politikacıların en önemli silâhı. Nitekim Çeçenistan savaşına barış yanlısı küçük gruplar dışında, siyasî düzeyde karşı çıkan neredeyse yok gibi. Ve Çeçenistan’daki katliama neden olan Çeçen fraksiyonları ile asıl acıyı çeken Çeçen halkı aynı kefeye konuyor. Çeçenistan savaşı Ruslar’ın “milliyetçi” duygularını kabartan, zaman zaman ırkçılığa varan ve Putin’in seçimi kazanmasında en büyük rolü oynayan bir unsur. Moskova’da son aylarda başlayan “renge göre ayrım” da bunun bir kanıtı. Çeçenler, Azeriler, Türkler, çekik gözlü Orta Asyalılar artık Moskova’da potansiyel suçlular listesinde.
Seçimlerin uzun bir süre bir şey değiştirmeyeceği Rusya’da asıl korkulan ve gerçekleşmesi muhtemel olan Putin’in anayasal bir değişiklikle devlet başkanlığı süresini 7 yıla çıkaracak olması. Özellikle Duma’da ciddi bir desteğe sahip olan yeni devlet başkanının önümüzdeki günlerde birçok alanda baskıcı yasaları da gündeme getirmesi işten bile değil.
Rusya’da bazı şeylerin değişmesi için eski sistemin mantığını oluşturan yönetici fraksiyonunun değişmesinden başka çare görünmüyor. Ama nihai kararı yıllarca kendilerine “dayatılan” reel sosyalizmin şaşkınlığını üzerlerinden atamadan hiç tanımadıkları, vahşi bir “kapitalizm”e mahkûm edilen Rus halkı verecek. Yaşanan bu ikilemi aşmaları da uzun süre alacak gibi görünüyor.
Fikirlerine hiçbir zaman katılmadığım anti-komünist bir “Rus” olan Aleksandr Soljenistin’in 1992 yılında söyledikleri seçimden sonra Rus halkının yaşayabileceklerini daha net ortaya koyuyor: “Bizi yöneten sistem, bildik eski isimler, malî köpek balıkları, sahte demokratlar ve KGB‘nin bir kombinasyonudur. Buna demokrasi adını veremem, iğrenç, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir melez bu: üstelik hangi yöne doğru gelişeceğini bilmiyoruz... (ama) eğer bu ittifak hüküm sürecek olursa, bizi yetmiş değil, yüzyetmiş yıl daha sömürürler.”