Ayrık Otlara Yer Yok

Kuzey Kıbrıs’ta zıvanadan çıkmayan bir şey yok. Yerinde duran çivi kalmadı. Patır, patır her şey...

Resmî kayıtlar gizlendiğinden 200 bin olduğu tahmin edilen K.Kıbrıs’taki kitlenin 15 bini sokaklara dökülebiliyor. Bir öğretmen örgütünün Genel Kuruluna askeriyenin müdahil olarak listeler oluşturması olağan sayılabiliyor.

Cumhurbaşkanı, devletin organize ettiği ve bir terör örgütü olduğundan bir nebze olsun kuşku duyulmayan bir teki hariç (o da sarayda danışman) kurucuları belirsiz yasadışı UHH’ye (Ulusal Halk Hareketi) resmen arka çıkabiliyor. Karargahları da askeriyeye ait geçmişte revir olarak kullanılan taştan bir bina.

Başbakan konutunda polisin bekçilik yaptığı kulübeye neredeyse bitişik çöp bidonunda bomba patlıyor. Bomba ardından (ve daha kimbilir nelerden sonra) Başbakan Derviş Eroğlu’nun partisi UBP (Ulusal Birlik Partisi), istemeye istemeye olduğu bilindiği halde TC ile entegrasyon kararı alıyor.

Çok geçmeden Hükümet herkesin bilgisi dahilinde yıktırılıyor. Sorulduğunda izahı “Can sıkıntısı” oluyor. Yani yanıtlanacak bir şey de yok... Nitekim hemen ardından kurulan yeni hükümetin programı “yarım saatte” kaleme alınıyor. (Tartışılacak bir şey yok ki) Ancak “taksimata” (bölüşüme) gelince de yeni hükümetin açıklanması bir haftayı alıyor. (Maksat hükümetçilik oyunu oynamak.)

TC MGK’sı en son toplantısında KKTC’nin tanınmasını isterken aynı anda, “Denktaş’a görüşmelere dön” talimatını karara bağlamaktan da imtina etmiyor.

Yürüyüş, toplu gösteri değişiklik yasa tasarıları tozu alınarak yeniden gündeme getiriliyor. Başkanlık rejimi ha keza... (İpler bir tamam elde tutulmalı).

Bombalar, polis nezaretinde asılan afişler, dağıtılan bildiriler alıp başını gitmiş... Aynı sıralarda, hain mi hain kimi gazetecilerin casusluğunu belgeleyecek evrakın, para yokluğundan ele geçirilemediğini açıklıyor Cumhurbaşkanı. Aynı gazetecilerin gazetelerinin bombalanmasında da sakınca görülmemişti bu son açıklamanın öncesinde.

Kısacası Kuzey Kıbrıs coğrafyasında kıpır kıpır her şey. “Ne yönetenler yönetici olmaktan memnun, ne de yönetilenler yönetilmekten.”

Bütçe tam takır. Her aybaşı maaşlar ödenecek mi ödenmeyecek mi belli değil. TL’nin değer kaybının hayat pahalılığına yansıması Türkiye’den çok çok yükseklerde. Üretilen bir şey kalmadığından, her şey ithalata ve dolara (Amerikan) endeksli. Devalüasyon olduğundan fazla hayat pahalılığı olmuş.

Böyle olunca, bugüne kadar neredeyse hiç gündeme düşmemiş geçim, iş ekonomi sorunları ön plana geçmiş. Anketlerde halk ilk kez Kıbrıs sorunu, demokratikleşme, AB gibi sorunları pas geçerek, geçim sorunlarının temel sorun olduğunu ifade ediyor.

Askerliğini bitirip, hayatını kurmak isteyenlerin sayısı yılda üç bini aşıyor. Buna karşılık işyerleri sadece kapanıyor. Yıllık hacizle yüzyüze gelenlerin sayısı geçmiş yıllarda yıllık ortalama 5 bin iken son mahkeme kayıtlarına göre bir yılda 12 bini aşmış...

Sonuç, geçmişten daha fazla topyekün kaçış eğilimi. Kaçabilenler kaçıyor...

Gelinen yerde Kuzey’de yaşayan kütle için, yaşlı insanlar kütlesi denilebilir.

TC’nin onay verdiği IMF reçeteleri, “ekonomik paket” adı altında olduğu gibi KKTC’ye pas edildiğinden Devlete istihdam da durdurulmuş. Devlet geçmişte işsizler için kapı olma özelliği gösterdiğinden bir kısım işsizliği “Mass” edebiliyordu.

Dışarıya açılamayan sermaye grupları, intikam alırcasına içerde öyle tekelleşmiş ki, Kuzey Kıbrıs neredeyse çiftlikleri oluyor. Küçük işletme yoğunluğu ile karakterize edilebilecek K.Kıbrıs ekonomisine el koyma çabası içine girdiler.

K.Kıbrıs’ta hiper düzeyde sadece bir şahsa ait 5 market açılmış ve marketlerin tüm ihtiyaçlarını da ya kendileri üretiyor ya da kendileri adına ithal ediliyor.

Geriye Casino-Kumar olayına eşitlenmiş turizm ve sektörleşmiş eğitim kalmış durumda. Onların da ekonomiye katkısı (son zamanlarda reel diyorlar) İthalatı biraz daha hızlandırmaktan ibaret. İthal ettiğimiz her şey gibi ithalata dayalı gece kulüpleri sektörümüzü de sayarsak toplam “makro ekonomik” düzeyimizin fotoğrafı çekilmiş olur. Hepsi bu kadar.

Halkı ilgilendiren sosyal güvenlik, sağlık, eğitim tümüyle çökmüş durumda. Günü kurtaramayan insanların geleceğe, sağlığa yatırım yapmaları beklenemez.

Hal böyle olunca bütçenin bugüne kadarki kaynağı durumundaki küçük işletmeler kayıt dışına kaçmış... Böylece bütçenin boşalması dizginlenemez bir durum almış.

Küçük insanların böyle bir ülkede devlete güvenleri kalır mı? Sorulması bile aptalca olur herhalde.

Resmî olmayan, bir türlü sır olmaktan kurtulamayan nüfusu tahmini 200 bin olan bir ülkede 15 bini aşkın insanın sokaklarda mitinge yapmasının izahı ancak bu fotoğraf içinde yapılabilir.

Durum ortada. Devletin en büyük dayanağı olan orta sınıf çökmüş. Öfkeli. Bankalardaki parası hortumlanmış, devalüasyonla da yoksullaştırılmış, işini kaybetmiş. Bugüne kadar edindiği tüketim alışkanlıklarının tümünden vazgeçmekle yüzyüze kalmış.

Manzaranın aldığı bu “hal” karşısında, idari-askerî kadronun yapabileceği tek-şey “az daha sabır” telkini olamazdı herhalde. Bir süre o da denendi. Düzelecek, kayıplar giderilecek, taze paralar gelecek dendi. Ancak olmadı. Tek para kaynağı Ankara, vermek, kayıp gidermek yerine K.Kıbrıs’ta var olan birikimleri de süpürdü.

Kıbrıs’ta da para birimi TL’dir. Ayrıca TC’den yapılan ithalat toplamda 1 milyar dolar. TC’ye ihracat ise 50 milyon. “Kaşıkla verilir gibi oldu, kepçeyle toplandı.” Özetle TC’nin herhangi bir vilayetinde olduğu gibi, denilebilir. Anavatan, şükran edebiyatının dayanakları da çöktü, böylece. Bu halkı dize getirmenin kala, kala bir yolu kaldı. Sopa...

Dünyanın heryerinde olduğu gibi sopanın açıklaması ise militarizm, bomba, tehdit. Devlet terörü... Temel sorunları gündemden düşürmek için de, fonda askerlerin rap-raplı yürüyüşleri verilirken, vatan-milletin elden gittiğinin vurgulanması... UHH (Ulusal Halk Hareketi) bu ortam içinde türetiliyor. (Kurtlar dumanlı havayı sever...) Sıkıyönetim komutanlıklarının açıklamalarını aratmayan bildiriler, bir aydır kapı altlarından atılıyor. Gazetelerin, radyo-televizyonların ana haberi oluyor.

Kırmızıya boyanmış afişlerin binlercesi, polis nezaretinde asılıyor... “Her ne pahasına olursa olsun iç ve dış düşmana karşı vatanın savunulacağı” beyan ediliyor. Üzerinden birkaç gün geçmeden mualif bir gazetenin matbaasında bombalar patlıyor. UHH, kurucularını dahi açıklama gereği duymadan bildirilerini birkaç muhalif gazete dışında devletleşmiş tüm iletişim, kanallarına girdirmeyi başarıyor! Aman allahım!

Bir terör örgütüne yasal kılıf giydirme ihtiyacı duyacak Kuzey Kıbrıs insanı adam yerine konmuyor. Denktaş, mualiflerin eleştirileri üzerine, terör örgütüne tereddütsüz kalkan oluyor. “Vatanseverdirler ve kısa sürede de kuruluşları tamamlayarak açıklama yapacaklar.” diyor. Yargı sus, pus... Hâlâ da öyle... Başbakan “yasa dışı” diyecek oluyor ama, yeni koalisyon hükümetinin kuruluşuyla birlikte o da çark ediyor. “Dün dündür, bugün bugün.”

Bütün bunlar alıp başını giderken, K.Kıbrıs’ta statükocular arasında en büyük güçlerden biri olan UBP de dize geliyor. Genel Başkan ve Başbakan Derviş Eroğlu önderliğinde UBP’nin Denktaş’a karşı olan inadı yumuşatılıyor. Yeni koalisyon hükümetini Denktaş’la kuruyor.

Siyasî arenadaki çatlaklar, yarıklar bertaraf edilerek, egemenler bloku sağlamlaştırılıyor. İdari boşluk kaldırılıyor, Muhaliflerin zaman zaman nefes borusu olan egemenlerin aralarındaki dalaşmanın sonu getiriliyor. Geriye bir tek müzmin muhalifler kaldı şimdi!

Kıbrıs sorunu, AB, Helsinki süreci, Koopenhag kriterleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararlar “baş ağrılarına” sebebiyet verdiği için, bir yolunu bulup muhalifler (statüko karşıtları) torbalanmalı!

Belli olmaz ABD’nin Ortadoğu, Kafkaslardaki hesapları AB’nin yayılma emelleri, Kıbrıs’ta bir anlaşmaya sebebiyet verebilir. Dolayısıyla muhaliflerin kabak tadı verme olasılığına karşı önlemler çoğaltılmalı. Başkanlık rejimi bu ortamda bir kez daha gündeme geliyor. Başbakan Derviş Eroğlu geçmişte her zaman ve hemen karşı çıktığı halde bu sefer ne bir ses ne de bir nefes veriyor.

Belli ki yeni rolü iyi benimsemiş. Zaten UHH de var. İdari-askerî işler de yolunda. (Kimin nerede başlayıp, bittiği belli değil.) Bakalım bundan sonra ne olacak? Gordiyon’un düğümü nasıl çözülecek?

Anlaşılması gereken bu coğrafyada işlerin sıkı mı sıkı olduğu, mümtaz şahsiyetler Soysal ve Denktaş’ın asker ve MHP militarizmi ile kolkola içte ve dışta yedi-düvele karşı savaştıkları. Ayrık otlara yer yok.

HÜRREM TULGA