Yakın zamanlarda televizyonların, hem giderek artık birbirlerinin replikası haline gelmiş olan “tartışma-show”larında, hem de hâlâ belli bir entellektüel ciddiyet düzeyini korumaya özen gösteren tartışma programlarında içerik itibarıyla birbirine yakın olan kadın sorunu, feminizm (ve İslâm), “Türk” erkeği, eşcinsellik ve taciz gibi konular gündeme geldi. Aralarındaki tematik ilinti, uzman konuklar arasında yer alan bazı isimlerin aynılığından da çıkarılabilecek bu programların ara kesitinde, Türkiye toplumunun cinsiyet ve cinsellik algısı ile kültürünün yer aldığı kaydedilebilir. Bu kültüre ilişkin hem sorgulayıcı hem de savunmacı görüşlerin ilgili programlarda zaman zaman horoz dövüşüne dönüşen nahoş bir tarzda serdedildiğini izledik. Daha önceki benzerlerinde olduğu gibi bunlarda da bazen üstü örtük gönderme yapılan bazen de açık seçik beliren bir konu, yine “maçoluk” oldu. Örneğin “Türk” erkeğinin ateş hattına konulduğu bir programda, bıyıkları kulaklarına varan “acayip” biri, bu gibi durumlarda hep yapılageldiği üzere şaka ile karışık, “maço” olarak takdim ve program boyunca da zaman zaman taltif edildi.
Türkiye’de feminizm tartışmalarının popülerleşip güncelleşmesine “avami” bir karşı tepki olarak ortaya atıldığı ileri sürülebilecek maço tabiri, feminizmi kadının üstünlüğünü savunmak veya erkek düşmanlığı olarak vulgarize eden çevrelerin benimsedikleri, daha doğrusu dillerine doladıkları bir sözcük oldu daha çok. O kadar ki, maçoluğun bir “erkek feminizmi” olduğunu söyleyenlere dahi rastlandı. Maçoluktan anlaşılan, genelde, erkeğin “doğası” itibariyle kadından üstünlüğüne, bu üstünlüğü kaptırmamak için kadına karşı şedit bir tutum alması gerektiğine, ayrıca “bir çiçekle bahar geçirme”nin bu “doğa”ya aykırı olduğuna inanan, kadını aciz ve erkeğin korumasına muhtaç gören bir bilinç ve ruh haliydi. Ancak dikkati çeken nokta, ne zaman maçoluk tartışması ya da maço olarak nitelenen birileri gündeme (ekrana) gelse, konunun ele alınışı, neredeyse istisnasız biçimde, sorgulamadan uzak bir ciddiyetsizlik içinde ve şaka ile karışık bir tarzda olmaktadır. Bu alaycı hafiflik, kanımca, maçoluğun “sorunlu” mahiyetini ört-bas eden, bu arada pek de hissettirmeksizin onu olağanlaştıran, hattâ sahne ve magazin dünyasının erkekliğin kitabını yazmaya soyunan “mümtaz” maçolarına referansla onu “erkek milleti” için model haline getiren, kısacası daha çok motive edici yönde rol oynamaktadır. Oysa ki, sözcüğün karşılık geldiği tutum ve edimlerin neler olduğuna baktığımızda, maçoluğu böylesine hafife almanın bir anlamda “ateşle oynamak” olduğunu düşündürecek veriler önümüze çıkmaktadır. Bu açıdan “Hispanik” kökenli bu sözcüğün anavatanı olarak kaydedilebilecek diyarlardan biri olan Latin Amerika’ya uzanmak ve onun anlam genişliğine iyice bakmak yararlı olabilir.
Antropolog Roger Lancaster, Sandinist devrim sonrası dönemde Nikaragua’da gerçekleştirdiği etnografik çalışmasında, Nikaragua toplumunun erkeklik kimliği ile ilgili geleneksel düşüncelerini ayrıntılı bir incelemeye tâbi tutar. Lancaster’in Hayat Zor başlığını taşıyan kitabı, araştırmasında topladığı verilerin şaşırtıcı sonuçlarıyla doludur.* Bunlar arasında en çarpıcı olanlar, machista ya da macho sözcüğünde gündelik karşılığını bulan “erkeklik hali”nin (machismo) kazanılma sınırlarının ulaştığı noktalar üzerine yapılan tespitlerdir. İspanyolca macho, “gerçek” erkek, “erkek-oğlu-erkek” karşılığı olarak hayatın içinde yerini bulur ve hem toplumsal süreçte hem de cinsel ilişkide aktif, haşin ve baskın erkeği anlatır. Buraya kadar sözcüğün bizde karşıladığı anlamdan pek bir farklılık taşıdığı söylenemez. Ancak sıralanan niteliklerin kazanılma pratikleri, kadın üzerinden olduğu ölçüde, hattâ ondan çok daha anlamlı ve geçerli şekilde erkek “üzerinden” de olmaktadır. Öyle ki, bir erkek kendi akranları arasında güçlü ve “sağlıklı” bir maço statüsü kazanabilmek için kadınlarla olduğu kadar erkeklerle de yatar. “Aktif” olarak tabiî! “Gerçek” bir erkeğe, yani “maço”ya bir başka “erkek”le aktif anal eşcinsel ilişki kurma düşüncesi rahatsız edici veya iğrenç gelmez; aksine cinsel yönden uyarılmasına yol açar. Dahası eğer uyarılmıyorsa, o, “gerçek” bir erkek değildir! Olsa olsa böylesi bir eşcinsel ilişkinin pasif partneri olan cochon’dur. Bu bakımdan hayat, Nikaragua erkeği için, içki içmenin, kumar oynamanın, karısını dayaktan kırıp geçirmenin, pek çok sevgili edinmenin yanısıra erkek “düzme”nin de bir parçası olduğu maçoluğun her daim yeniden/sürekli üretimini gerektiren bir “zor zanaat”tır.
Burada altı çizilmesi gereken nokta, maçoluk ile erkekliğin özdeşleştirilmesidir. Yani bizde bir niteleme olarak telaffuz edildiği şekilde “maço erkek” yoktur; “maço, eşittir, erkek”tir. Maço ol(a)mayan, en hafifinden kadınımsı erkek, en ağırından pasif erkek eşcinseldir. Böylece maço tabiri, bizde kullanıldığının ve sanıldığının aksine, yalnızca kadınla erkek arasında erkekten yana bir güç ilişkisi tanzim etmekle kalmamakta, bundan öte, erkekle erkek arasında ya da erkek dünyası içerisinde güç tesis eden bir araç olmaktadır. Adeta erkeklik adına kadından çok, erkeği hedefleyen, erkeğin üzerinde sallanan bir “Demokles’in kılıcı” gibi!... Lancaster, bir sosyalist devrim gerçekleştiren Sandinist yönetimin Nikaragua’da toplumsal yaşamı eşitlikçi ilke ve hedefler doğrultusunda dönüştürme yolundaki girişimlerinde bu yerleşik, geleneksel maço/erkek kültürünün nasıl büyük bir köstek oluşturduğuna da gözlemleri arasında yer verir.
Lancaster’in maçoluğun yurdunda yapılmış gözlemlerinden hareketle Türkiye’ye dönerek bazı yorumlar yapmaya çalışalım. Bir kere dosdoğru belirtmek gerekiyor: Maçonun hası, “kulampara” oluyor. “Sıkı” bir maçonun, oğlancılığı da, kulamparalığı da bir pratik olarak benimsediği söylenebilir. Gerçi bunun ne ölçüde ve kimler için sorun arz edeceği biraz müphem. Çünkü Türkiye’nin “geleneksel” cinsellik kültürü de, Nikaragua örneğine benzer örüntüleri barındırıyor. Yazının başında bahsedilen televizyon programlarından birinde eşcinsellik konusu tartışılırken, erkekler arasında cinsel ilişkiden söz edildiğinde “aktif” olmanın “pasif” olmaya göre daha makbûl sayıldığı yollu ifadeler dile getirilmemiş miydi? Yani “Türk” erkekliği de eşcinsel bir ilişkide “aktif” erkeği, “pasif” erkeğe göre, en ortalama deyişle, ehvenişer olarak kodluyor. Ancak hemen vurgulamak gerekir ki, hemcinsler arasındaki bu cinsel edim, yaygın cinsellik kültürümüz tarafından ne genelde eşcinselliğin ne de özelde erkek eşcinselliğinin dünyasına ilişik biçimde anlamlandırılmaktadır. Aksine bir başka erkekle “aktif” anal cinsel ilişkiye girmek, Nikaragua örneğinde olduğu gibi, başlıbaşına erkekliğin bir normu (“rüknü”) olarak alınmaktadır. Yani bir cinsel tercih olarak eşcinselliği onaylamak değil, hemcinse yönelik ve özünde “sapkın” bir cinsel şiddeti “erkeklik” adına olumlamak söz konusudur. Böyle olunca da genellikle şaka yollu hafif bir alaycılıkla “hoş” görülen maço Türk erkeğinin böylesi bir sapkın cinsellik edimini ya da eğilimini ne ölçüde bünyesinde taşıdığını sormak gerekiyor.
Kendilerini “maço” olarak tanımlayanların dikkatine bu soruyu sunarken, toparlayalım: Maçoluk yalnızca karşı cinse yönelik bir toplumsal/kültürel güç ve şiddet gösterisi olmanın ötesinde, “esasen” hemcinsine yönelik bir güç gösterisidir ve en uç noktada “sosyopatolojik” bir (eş)cinsel şiddet pratiğinde vücut bulmaktadır. Dolayısıyla, bir “sorun” olarak maçoluğun, “erkek iktidarı”nın azgın bir dışavurumu olarak, sadece kadına değil erkeğe de, daha doğrusu genelde “insanlık hali”ne yönelik tehditkâr bir mahiyet taşıdığı iddiası seslendirilebilir. “İktidar”ın, ona marûz kalanlar kadar, onu taşıyan ve kullananları da ağına alan bir mekanizma (“makine”) olduğunu öne süren Foucault’dan* esinle, erkek iktidarının erkeği de ezdiğini unutmamak ve kadınlar kadar erkekleri de maçoluktan korumak ve kurtarmak gerekiyor.