Yeni bekçiyi bugünün kentinde ve kamusal mekân siyaseti çerçevesinde düşünmek

Bir yaz akşamı gece saat 10 civarında, Ankara’nın mutena semtlerinden Kavaklıdere’de yeme-içme mekânlarıyla dolu bir caddedeki restorandan çıkan orta yaşın üstünde iki kadın henüz 50 metre yürümeden iki genç kolluk görevlisi tarafından durdurulur. 30 yaşın altında oldukları görünüşlerinden anlaşılan bu iki genç adam, göğüslerinde büyük harflerle “BEKÇİ” yazan gri üniformaları ve kendilerinden emin tavırlarıyla kadınlardan kimlik göstermelerini isterler. Gençlik günlerinden hatırladıkları babacan bekçi imajından cesaret alarak, aynı anda oradan geçmekte olan erkekler yerine neden kendilerinin durdurulduklarını soran kadınların bekçi konulu esprileri olumlu sonuç vermez. İki genç bekçi, kendilerinin eski dönemlerden farklı olarak “polis yetkisinde” bekçiler olduklarını vurgulayıp, kadınların kimliklerini ellerindeki tablet bilgisayarlarla kontrol ettikten sonra, çantalarına bakmak isterler.

Tüm bu işlemler sırasında ciddiyetlerini korumuş ve deyim yerindeyse annelerinden yaşlı bu iki kadına hiç yüz vermemişlerdir.

Bilindiği gibi, yıllardır ortalarda olmayan bir kurum olan bekçilik 2017’de farklı bir biçimde yeniden canlandırıldı. Bugünkü bekçinin, mahallenin koruyucusu, ataerkil bekçi amca figüründen tek farkı düdük yerine polis yetkileriyle donatılmış olmak mıdır? Bekçiye, bugünkü teknolojik gözetleme çağında neden ve yeniden gerek duyulmuştur? Bekçi, kamusal alanda gözdağı verilmek istenen yurttaşlar için ek bir baskı unsuru mu olacaktır? Erkan Koca’nın (2020) çok haklı olarak sorduğu gibi “Cevaplanması gereken birinci soru şu: Bu kişiler bütünüyle polis yetkilerine sahip olacaklarsa –ki işin doğası gereği başka türlüsü mümkün değildir!– neden polis değiller?” Bekçilerin yeniden ortaya çıkışından sonraki birkaç yıl içinde yaşanan deneyimler soru işaretlerini arttırmış, yanıtlar aranmaya başlanmıştır. Koca’nın ortaya koyduğu görev tanımındaki muğlaklık ve keyfilik, bekçilerin karıştığı durum ve olaylardaki sorunların kaynağında yatan temel nedenler gibi görünüyor. 

Bizim ele almak istediğimiz konu ise, yeni bekçinin yeni kentle ilişkisi, ya da nasıl ilişkilendirileceği. Bu konuyu ayrıntılı olarak bir önceki makalemizde, görünürlük ve kamusal mekân ilişkisi çerçevesinde tartıştık (Bkz. Batuman ve Erkip, 2019).[1] Aşağıda detaylandıracağımız gibi, eski dönem bekçisini –özellikle de 1960’larda yeniden yapılandırılışını– gecekondulu kentin siyasal yapısı ile ilişkili olarak kavramak gerekli. Benzer şekilde, bekçinin geri dönüşünü de Türkiye kentlerinin bugünkü koşullarında iktidar ve kontrol mekanizmalarıyla ilişkilendirmek gerekiyor. Bekçi olgusunu kadük hale getiren kentleşme dinamikleri, bugünkü koşullarda aynı kurumun neden yeniden gündeme gelmesine yol açtı diye sorduğumuzda, bekçinin (görünmeden gözetleyen güvenlik kameralarının aksine) bir varlık olarak görünürlüğünün istendiği sonucuna varıyoruz. Yeni bekçinin sadece mahallelerde değil, tüm kamusal alanlarda görünür kılınması, bir disiplin mekanizması olarak güç kullanımını gerektiriyor. Yani, bekçinin görünürlüğü ve güçlendirilmesi –polis yetkisinde olması– birlikte düşünülmeli. Burada sorulması gereken, bekçinin günümüz kentinde nasıl bir işlev göreceği ve kamusal alanın denetlenmesinde nasıl bir rol oynayacağı.

Bu konuyu ele alırken teknolojik gelişmelerin, gözetleme tekniklerini zenginleştirip çeşitlendirdiğini gözden kaçırmamalıyız. Bunda, özellikle Batı dünyasında sürekli körüklenen terör ve suç korkusunun rolü büyük.[2] Gözetleme konulu araştırmaların temel referanslarından olan Foucault’nun (1995) öncü kavramı “panoptikon”, sürekli gözetlenme halinin iktidarı içselleştirme sonucu doğurduğuna işaret eder. Bu anlamda görünür olmak, aslında iktidarın nazarından kaçınamamak anlamına gelir. Buna karşılık, Arendt (1998) kamusal alanı görünürlük mekânı olarak tanımlarken görünür olmayı toplumsal varoluşun bir ifadesi olarak kavramaktadır. Bu çerçevede kamusal mekânda görünür olmak, bu mekâna dair bir iddia sahibi olmak anlamına gelecektir.[3]

Foto: Burak Ciritçi

Öyleyse kamusal mekânın, görünürlük ve toplumsal varoluş arasında bir diyalektik içerdiğini söylemek mümkün. Vatandaşlar bir yandan gözetlenirken, bir yandan da bu alanı sahiplenmenin temel boyutu olan orada bulunma hakkını kullanıyor; yani bu ikisi arasında karşıtlıktan çok, dinamik bir ilişki var. Aşağıda, bekçiyi kamusal mekânda görünürlüğün siyasal niteliği çerçevesinde tartışacağız. Fakat bu tartışmaya geçmeden önce bekçi olgusunu kentleşme dinamikleriyle ilişkilendiren kısa bir tarihçeye ihtiyaç var.

TÜRKİYE KENTLEŞMESİ BAĞLAMINDA BEKÇİ

Osmanlı İmparatorluğu’nda 17. yüzyılda ortaya çıkan bekçi özellikle geceleri karanlık sokakları denetlemek üzere mahalle tarafından görevlendirilmekteydi. Bu görevi yerine getirirken, mahallelilere işlerinde yardımcı olmak, acil durumlarda duyuru yapmak gibi işlere de bakardı (Aksungur, 2018). Arada evlere de girmesi söz konusu olduğundan bekçinin orta yaşlı ve dostane olması tercih edilmekteydi.

Osmanlı mahallesinin genellikle aynı dinden olanların yerleşimi olduğunu hatırlayacak olursak, ortak ahlaki değerler altında birleşmiş bir topluluk olduğunu (ya da böyle varsayıldığını) söylemek yanlış olmaz. Şüpheli evlere (mahallenin toplu eylemi olarak) yapılan mahalle baskını bunu örnekliyor (Boyar ve Fleet, 2010). Bu baskınlar genellikle bekçinin öncülüğünde, bir kadının evine akrabalık bağı olmayan bir erkeğin girmesi üzerine yapılırdı. Geleneksel bekçi imajının dostane bir mahalleli kadar, otoriteyi temsil eden ve ahlaki görmediği davranışı cezalandıran baskıcı bir yönü de olduğu burada görülüyor.

Pazaryerinin Osmanlı kentsel toplumu için önemi nedeniyle, dükkân sahipleri de ayrıca bekçi istihdam ediyordu ve bu ikili yapı 20. yüzyıla kadar devam edecekti (Boyar ve Fleet, 2010). 19. yüzyılın ikinci yarısında polis teşkilatının kurulması ve belediyelerin oluşması, bekçiyi de dönüştürdü. Artık bekçi belediyeye karşı sorumlu olan ve resmî olarak düdük taşıyan bir görevliydi (Aksungur, 2018). 1914’te polise yardımcı olmak üzere bir hükümet kurumu halini alan bekçi üniformaya büründü. Değişen kentsel dokuya bağlı olarak çarşı-pazar bekçisi ile birleştirildi ve “çarşı ve mahalle bekçisi” adını aldı. Böylece, mahallenin ayrı bir kentsel birim olduğu düzen değişmiş ve bekçi kentin güvenliğinin ana sorumlusu olan polise yardımcı bir unsur haline gelmiş oldu. Bu örgütsel yapı, 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşuyla değişmedi ve 1966’ya kadar da korundu. Bu tarihte gündeme gelen yeniden yapılanmayı ise, 1950’lerden başlayarak yoğunlaşan iç göç, nüfus artışı ve gecekondu olgusu çerçevesinde kavramak; bu süreci kontrol etmeye yönelik girişimler olan Kat Mülkiyeti Kanunu (1965) ve Gecekondu Kanunu (1966) ile birlikte düşünmek gerekir.

Kat Mülkiyeti Kanunu, dairelerin bağımsız birimler olarak satışını mümkün hale getirip apartmanlaşmayı hızlandırarak mahalle kavramının çözülmesinde etkin rol oynarken, Gecekondu Kanunu mevcut gecekonduları yasallaştırarak bu kentsel olguyu önlemek iddiasını terk edip kabullenmiş oldu. Bu gelişmeler çerçevesinde bekçinin yeniden örgütlenmesi kaçınılmazdı. Bekçiler, İçişleri Bakanlığı’na bağlanarak, silah ve üniformayla donatıldılar. Gecekondu mahalleleri kentsel düzene tehdit olarak algılandığı için bekçi, polis güçlerinin kentin çeperlerindeki uzantısı olarak düşünüldü; bu anlamda, temel kentsel birimleri hâlâ mahalle idi.

1980’lerde kentsel politikalar, üç temel dinamiğin etkisi altında yeniden şekillendi: büyükşehir belediyelerinin oluşturulması, gecekondu afları yoluyla gecekonduların apartmanlaşması ve Toplu Konut İdaresi’nin kurulmasıyla kooperatiflere mali destek sağlanarak kent çeperlerinde yapılaşmanın desteklenmesi (Işık ve Pınarcıoğlu, 2001). Bu gelişmeler, gecekonduların ve toplumsal hareketlerin damgasını taşıyan kentin sonunu getirip polis ve teknolojik gözetleme araçları kent ölçeğinde devreye girince, bekçi 1980’lerin sonunda anlamını yitirdi, yeni bekçi alımı durduruldu ve varolanlar sokaklardan çekildi. Ta ki, 2017’de İçişleri Bakanı bu kurumu “gece şahinleri” olarak adlandırdığı 700 bekçi alımıyla canlandırıncaya kadar. Bunu, aynı yıl 7000 ve 2018’de 10.000 yeni bekçi alımı izledi (Habertürk, 2018). Bu gelişmenin, ülkedeki politik güç mücadelesi ile ilgili olmanın yanı sıra, Türkiye kentlerindeki güncel koşulların bir ürünü olduğunu öne sürüyoruz.[4]

Her durumda, yeni bekçi oldukça hızlı ortaya çıktı; eğitim sorumluluğu Polis Akademisi yerine Emniyet Genel Müdürlüğü’ne verildi ve sınavları valiliklerin denetiminde bölgesel karakollar yaptı. Bekçilerin yaşadıkları kentlerde görevlendirilmesi esas alınarak, 6-8 haftalık kısa bir eğitimden sonra göreve başladılar. Ancak, sınav süreci her ilde başarılı bulunmadığından, daha sonra görev, bu süreçte Gülenci etkilerden arındırılmış olan Akademi’ye devredildi ve sınav ve müfredat yenilendi.

Bekçilik kadrosu için başvuranların dörtte birinin üniversite mezunu olması (Diken, 2017), var olan ekonomik koşullarda güvenli bir iş olarak görüldüğüne işaret ediyor. Ayrıca bekçilerin yaşadıkları kentlerde görev yapacak olmaları ve gece çalışmaları da tercih nedenleri arasında olabilir, çünkü başlangıçta eski kanuna göre ilkokul mezunu olmak yeterliyken, yeni başvurularda lise mezunu olma koşulu getirildi (polissayfasi.com/2020-bekcilik-basvurusu/). Bu durumda, gece mesaisi yapmak gündüz üniversiteye hazırlık olanağı sağladığı için, yeni bekçilerin zamanla meslek değiştirmesi de söz konusu olabilir. Bekçiliğin yeniden gündeme gelmesinde “AKP’li gençlere iş olanağı yaratmak” ve “paralel bir silahlı güç kurmak” gibi niyetleri dile getirenler var (https://www.gazeteduvar.com.tr/video/2020/03/01/siyasete-bakis). Biz ise, bekçinin yeni kent düzeninde nasıl işlev göreceğini tartışacağız.

BEKÇİYİ BUGÜNÜN KENTİNDE DÜŞÜNMEK: MAHALLEDEN KAMUSAL ALANA

Bugünkü kurguda bekçiler büyükşehirlerde ilçe karakollarına atanıyor. Bu durum, bekçinin doğrudan mahallenin bir üyesi olduğu eski modelden çok farklı. Bekçinin fiziksel konumu kadar, görev tanımı da muğlak. Yeni düzenlemedeki belirsizliklere rağmen, metropollerde var olan kentsel durumla ilişkilerine dair bir şeyler söylemek mümkün.

AKP’nin ilk on yılında özellikle kentsel yatırımlara (gecekondu alanlarının soylulaştırılması, kent merkezlerinin canlandırılması, AVM’lere artan yatırımlar gibi) dayalı bir politika izlendi.[5] Fazlaca planlanmadan uygulanan bu projeler, İslâmcı bir kültürel kodlamayla birlikte yürütüldü ve hem kamusal mekânların, hem de kamusal yaşamın baskı altına alındığı bir noktaya ulaştı. Bu sürecin biriktirdiği toplumsal tepkinin patlama anı Gezi Direnişi oldu. Siyasal ifadesini Gezi’de bulan kentsel durumu belirleyen çerçeve ise, AKP iktidarının ilk yıllarından başlayarak sürdürdüğü ve ülke sathının giderek daha geniş ve yoğun biçimde kent(sel)leşmesi sonucunu doğuran uygulamalarıydı. Burada detaylarına girmeyeceğimiz bu “komple kentleşme” dinamiğinin önemli bir sonucu da metropollerin yeni ve yarı kentleşmiş bölgelerinde hâkim olan muhafazakâr yapının kentsel siyasetteki ağırlığının, diğer bir deyişle çeperin merkez üzerindeki basıncının artması oldu (Batuman, 2019a).

Yeni oluşan kentsel durumun politik bir tezahürü olan Gezi Direnişi ve 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından Türkiye metropollerini etkisi altına alan iki temel güç oluştu: (iktidarın mobilize etmek için yoğun çaba sarf ettiği) çeperden merkeze yönelen tutucu baskı ve kamusal alanda var olma potansiyelini sürdüren muhalefet (politik uzlaşmazlık ve içerdiği başkaldırı potansiyeli). Bekçi bir anlamda, ilk gücün ikincisi üzerindeki denetimini güvenceye almaya hizmet edecek bir kentsel aygıt olarak ortaya çıktı. Böylece kentlerin yeni düzeninde kamusal alanda görünürlük de yeni bir anlam kazandı.

Mahalle kavramının bugünkü işlevi, geleneksel mahalleye atfedilen yüz yüze ilişkiler, bağlılık ve dayanışma gibi değerlerin, yeni oluşturulan kapalı yerleşimlere yüklenen nostaljik anlamları temsil etmesidir. Bu anlamda, idealize edilmiş kurgusal mahalle imgesinin AKP’nin tutucu dünya görüşünün mekânsal yansıması olduğu söylenebilir (Batuman, 2019b: 136-142). Bugünün mahallesi ise, kapalı yerleşimler şeklinde olmasa bile, çok katlı apartmanlardan oluşan sitelerden müteşekkil. Ve bu mahallede bekçinin asayişi sağlamak konusunda ne kadar etkin olabileceği kuşkulu.

Bekçinin mekânsal yerleşimine baktığımızda, bağlı oldukları karakolların net bir mekânsal alanla sınırlı olduğunu görüyoruz. Görüştüğümüz yetkililerden birisi, her karakolda bu alanı temsil eden bir haritanın asılı olduğunu ve sınırlarının kutsal sayıldığını belirtti. Gerçek mahallelerin bu alanla doğrudan ilişkisi yok ve bekçiler dolaşırken sitelerin içine girmiyor; dolayısıyla hırsızlık konusunda etkileri yok. Onun yerine, kentlilerin yaşam biçimleri ve davranışlarına karıştıklarına dair çok sayıda örnek var. Alkollü içki satan büfe sahiplerini ve müşterilerini rahatsız etmek buna bir örnek (Öztürk, 2018). Yetkililer tarafından geleneksel mahalle değerleri vurgulanıyorsa da İstanbul, Ankara ve nüfusu milyonları geçen diğer büyük kentlerde yüz yüze ilişkilerin kurulması beklenemez, onun yerini kamusal alanda kategorize etme (profiling) pratiği alıyor. Geleneksel mahallelerde –hatta belki de gecekondu mahallesinde– büyüyen gençler, kentin merkezindeki kamusal alanların denetiminde iş görüyor. 2017’de İçişleri Bakanı Soylu 20 bin bekçinin işe alınacağını açıklarken, bekçinin “gelenek ve göreneklerimize uygun” ve “sokaklarımızın alışkın olduğu bir figür” olduğunu belirtiyor (Milliyet, 2017).

Topuz (2020) yeni bekçi düzenlemesinde mahalle kavramının yalnızca iki kez, o da teknik anlamda kullanıldığına dikkat çekerek, şöyle devam ediyor:

…yeni bekçiliğin yine de büyük ölçüde “mahalle” esaslı çalışacağını söylemek mümkün. Büyükşehirlerdeki ana caddelerin, plazaların, yüksek katlı rezidansların, kendi güvenliğine sahip getto benzeri sitelerin yoğunlaştığı yerlerde bekçilik ister düdüklü olsun ister düdüksüz işlevsiz kalacak. Bekçinin hâlâ işe yarayacağı yeterince “mahalle” bulunabilir elbette ama ne eski “mahalle baskısı”nın ve dahi imam ve muhtarla icra ettiği “mahalle baskın”larının aktörü haline gelme ihtimali yok; Ramazan davulu çalması ya da geceleri maniler söylemesinin mümkün olmadığı gibi. Çünkü sağ muhayyiledeki mahalle ile mevcut mahallelerin birbirini tutması mümkün değil. Büyükşehirlerde bugünlerde soyut değil de somut mahalleler söz konusu olduğunda, iktidarlar açısından sevinç değil de kaygı kaynağı olan yerler akla geliyor ilk: Gazi Mahallesi gibi, 1 Mayıs Mahallesi gibi, Nurtepe, Gültepe, Tuzluçayır gibi…

Yani mahalle kavramının, içi boş bir ideolojik araca dönüştüğü söylenebilir. Kamusal alan ise, daha önce tartıştığımız görünürlük ve birlikte var olma diyalektiği içinde kente dâhil olma hakkını içeriyor. Lefebvre’nin (1996) ayrıcalıklı mekân olarak tanımladığı kamusal alan farklılık, alışveriş, iletişim ve özgürlük mekânı olarak işlev görüyor. Bu anlamda, Türkiye’deki kentsel dönüşüme denk düşüyor. Yeni Türkiye kentinde, kamusal alanın sahiplenilmesi, kentsel mücadelenin temelini oluşturuyor, Gezi’nin örneklediği gibi.

Teknolojik gözetleme araçlarının ne kadar geliştiği göz önüne alınırsa, yeni bekçinin kamusal alanın “uysallaştırılarak güvenli hale getirilmesiyle” ilgili olduğunu söylemek mümkün (Atkinson, 2003). Bu da, kamusal alanın politik amaçlarla kullanımını –özellikle de yönetenlere tehdit olarak görülenleri– ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Bekçinin kentin kamusal alanlarında varlık göstermesi anlaşılır bir gerginlik yarattı. Polisin rutin ve rastgele arama yapması alışıldık bir durumken, bekçinin mekânı (mahalleyi) “bekleyen” yani kollayan konumda oluşu, onu mahallenin denetimiyle sınırlı kılıyordu. Buna karşılık, kamusal alanda arama yaparken sabit konumlanan polisten farklı olarak bekçi, sınırlı alanı içinde sürekli hareket etmekteydi. Bekçilerin bugün kamusal alanlara taşıdıkları bu özellikleri, yani durduracakları kişiye doğru hareket halinde olmaları, seçilen kişiyi doğrudan “şüpheli” konumuna yerleştiriyor. Yani, polis “rastgele ve geçici bir görünürlük” yaratırken, bekçi “hedefli görünürlük”e yol açıyor; kontrol amacıyla sorgulanmak üzere seçilen kişi, kontrol sonrasında da işaretlenmiş olarak yoluna devam ediyor. Zaten bekçinin sokaklarda görünmeye başladığı ilk zamanlarda, pek çok kişi, bekçinin otoritesini ve kimlik kontrolü uygulaması için neden kendilerinin seçildiğini sorgulayarak, yeni sistemi rahatsız etti. Bu durum yetkilileri açıklama yapmaya ve vatandaşlardan bekçiye destek olmalarını istemeye zorladı (sgkrehberi, 2018). Örneğin Samsun Emniyet Müdürü, halktan bekçiye saygı göstermelerini istedi (Hürriyet, 2018). Yakın zaman önce, bir gencin kimlik soran bekçiye kimlik göstermemesi üzerine kesilen para cezası, bekçilerin böyle bir yetkisi olmadığı gerekçesiyle mahkeme tarafından kaldırıldı (Sol, 2020).

Kolluk güçlerinin güvensizliği ilginç bir konu; özellikle suç oranı düşük yerlerde polisin yararsız ve istenmeyen bir öge olarak görüldüğü ve huzursuz olduğu durumlar var (Koca, 2013). Yeni bekçinin genç ve cevval olması, deneyimsiz oluşunun açığını kapatamıyor ve halkın güvenini kazanamıyor. Girişteki örnekte olduğu gibi, bekçinin sorgulamak için seçtiği kişilere açıklama yapmak zorunda kalması, özgüveni zedeleyen bir unsur. Ayrıca, rastgele olması gereken bu seçimin, önyargı ve güvensizlik içermediği iddia edilemez. Görüşmelerimizde, deneyimli bir polisin, potansiyel suçluyu görünüşünden ve davranışından tanıdığı konusu, neredeyse gururla belirtildi. Kategorize etmenin olumlu algılandığı bir ortamda “şüpheli kişi” tanımının önyargı içermesini önleyecek bir mekanizma olmadığını örnekler gösteriyor (KaosGL, 2018; Sol, 2019; T24, 2018).

Görüştüğümüz yetkililer, bekçinin kalabalık sokak ve caddelerde daha yararlı olacağında hemfikir. Bu görüş, mahalleyi koruyan eski bekçi kavramından uzaklaşıldığını ve kamusal alanların hedeflendiğini ortaya koyuyor. Burada, önemli bir not da, polis ve akademi yetkililerinin, kamusal alanı kamuya ait binalar olarak algılaması ve kentin açık alanlarını bu tanım içinde düşünmemeleri; bir anlamda kamusal açık alanların politik potansiyeli de böylece silikleşiyor. Kentin merkezî açık alanları ile konut yerleşimlerindeki açık alanlar arasındaki fark ortadan kalkıyor. Bu yeni ve kent çapında hareketli bekçi, nerede gerekliyse –suç potansiyeli yüksekse– orada görevlendiriliyor, mahalleyle ilgisi yok. İlgilenmesi beklenen temel suçlar ise, kalabalık cadde ve alanlarda olabilecek politik gösteri ve toplanmalar. Uyuşturucu satışı, seks suçları ve vandalizmi önlemek ek görevler arasında.

Kolluk güçlerinin görünürlüğünün, caydırıcılık sağladığı konusunda herkes hemfikir. Yeni bekçiler, ikili gruplar şeklinde dolaşıyor; ayrıca teknolojik araçları rahatça kullanıyor, diğer güvenlik güçleriyle iletişim içinde çalışıyorlar. Bir mahalle sınırları içinde görev yapan eski bekçiye göre, çok daha hareketli durumdalar. Görünüşlerine gösterilen özen de üstünde durmaya değer; yeni bekçi “genç, eğitimli ve fit”, bu özellikleriyle sokaktaki gençlere daha kolay ulaşabilecekleri söyleniyor. Bekçinin, korku değil hayranlık yaratan bir figür olması bekleniyor. Elbette, bu iyimser beklentiler, farklı toplumsal sınıflardan gençlerin bekçiye bakışını belirlemeyecek ve önyargıların yol açtığı çatışmalar yaşanacak. Nitekim bunun örnekleri hızla artmaya başladı. Özellikle LBGT bireyler ve seks işçileri bekçiler tarafından hedef alınıyor. Bunun işe alım sırasında uygulanan seçme kriterlerinden veya eğitimlerinden kaynaklandığı söylenemez, çünkü sınav soruları ve eğitim programlarında bu tür yönlendirmeler yok. Ancak, daha düşük gelirli, geleneksel ailelerden gelmelerinin büyük kentlerdeki kamusal alana bakışlarını belirleyen önemli bir etken olduğunu tahmin etmek zor değil. Tüm görüşmelerimizde, polisliğin “uygulama sırasında usta-çırak ilişkisi içinde öğrenilen” bir meslek olduğu vurgulandı. Bu da, önyargıların aktarıldığı bir sürece yol açıyor. Buna yeni bekçinin, kendine güvenen orta ve üst sınıftan gençlerin karşısındaki güvensizliği eklenince, gerilim ve çatışma kaçınılmaz oluyor.

SONUÇ YERİNE

Bekçinin temel görevi, “halkı korumak” olsa da, kentteki kamusal alanları ve sokakları “istenmeyen etkilerden temizlemek”, görünürlüklerinin asıl nedeni (Lippert ve Walby, 2013). Kategorize etmenin suçu önlemede olumlu bir araç olarak görülmesi ve potansiyel suçlunun teşhisindeki başarıyla övünülmesi, kamusal alanda mahremiyet hakkının açık bir ihlali. (Veliz, 2019). Kolluk güçleri içinde geçerli olan çırak yetiştirme anlayışı bir anlamda önyargı ve değerlerin kuşaklar arasında aktarılmasına ve cinsiyet, davranış, görünüş ve politik görüşe göre tavır alınmasına yol açıyor.

Bekçilik kurumunun yeniden tesisi süreci birkaç yıl önce başladı ve yasal çerçevesi ancak oluşturuluyor, yani kesin sonuçlar üretmek için henüz erken. Ancak Türkiye’nin tarihsel ve kültürel çerçevesi içinde otorite, tutuculuk ve ataerkillik baskın. Dahası, iktidarı tedirgin eden iç ve dış politik dinamikler hâlâ etkili; gerek Gezi’nin hayaleti, gerekse Gülencilerin emniyet bürokrasisinde yarattığı travma canlılığını koruyor. Bu kapsamda, bekçiyi eski kentin nostaljik bir unsurunun hayata döndürülmesi olarak değil, yeni kentsel koşulların ürettiği güç ilişkileri çerçevesinde kavramak gerekli. Yeni bekçiyi, kente yeni katılan ve kentsel durumu daha da melezleştiren muhafazakâr çeperin, fiziksel (kamusal mekânlar), sosyal (özgürlükçü kentli orta sınıflar) ve hatta kurumsal (belediye meclisleri) merkez üzerindeki basıncını temsil eden bir aygıt olarak düşünmek mümkün. Kısaca ifade edecek olursak, bekçiyi AKP’nin tutucu değerleriyle (sembolik olarak) açıklamaktansa, kamusal alanın politikleşmesine bir tepki olarak görmek eğilimindeyiz. Sevinç’in (2020) haklı olarak sorduğu “muhafazakâr semt ahalisinin bekçi sorunu var mı?” sorusu doğal olarak akla bölgesel bir kategorizasyonu getiriyor. Yeni bekçi, eskisinden farklı olarak merkezden atanan ve mekânsal yayılımı ve hareketliliği olan, teknoloji kullanan bir eleman. Bu anlamda, mekânsal dağılımını analiz etmek ve kentteki “duyarlı alanlar”la ilişkilendirmek gerekiyor. Her durumda, bekçinin mahalleden kamusal alanlara çıkması, toplumsal denetim açısından daha etkili ve polisin anonim denetimine göre daha kişisel, çünkü rastgele hedef yerine amaçlı hedef seçimi söz konusu ki, yeni bekçinin politik işlevselliğini de, tetiklediği toplumsal gerilimi de yaratan bu.

KAYNAKÇA

Aksungur, A. B. (2018). Türk İdare Geleneğinde Yerel Güvenlik: Mahalle Bekçilerine Dair Bir İnceleme (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi.

Arendt, H. (1998. [1958]). The Human Condition, Chicago, IL: The University of Chicago Press.

Atkinson, R. (2003). Domestication by cappuccino or a revenge on urban space? Control and empowerment in the management of public spaces. Urban Studies, 40(9), 1829-1843.

Batuman, B. (2019a). “Siyasal İslam’ın Kentsel Devrimi ve Yerel Seçimler Sonrasında Toplumcu Kentsel Siyasetin Olanakları”. Mimarlık 409, s. 13-17.

Batuman, B. (2019b). Milletin Mimarisi: Yeni İslamcı Ulus İnşasının Kent ve Mekân Siyaseti. çev. Şahika Tokel, İstanbul: Metis.

Batuman, B. ve Erkip F. (2019) “Night Hawks” Watching Over the City: Redeployment of Night Watchmen and the Politics of Public Space in Turkey, Space and Culture https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/1206331219886254

Boyar, E. ve Fleet, K. (2010). A Social History of Ottoman Istanbul, Cambridge: Cambridge University Press.

Diken. (2017). “Bekçiliğe 9 bin 980 başvuru: 2 bin 327’si üniversite mezunu, sekizi yüksek lisanslı.”, Diken, 6 Aralık. http://www.diken.com.tr/bekcilige-9-bin-980-basvuru-2-bin-327si-universite-mezunu-sekizi-yuksek-lisansli/

Erkip, F. (2019). Piyasa Yapmanın Yeni Yüzleri: AVM’ler, Sokaklar, Kentler. İstanbul: İletişim.

Foucault, M. (1995. [1977]). Discipline & Punish: The Birth of the Prison (çev. A. Sheridan), New York: Vintage Books.

Haberturk. (2018). “7 bin bekçi alımı için ön başvuru başladı.” Haberturk, 8 Haziran. https://www.haberturk.com/ankarahaberleri/15618258-7-bin-bekci-alimi-icin-on-basvuru-basladi

Hürriyet. (2018). “Emniyet Müdürü Yavuz: Bekçilere saygı duyulması gerekir.” Hürriyet, 22 Ekim. http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/samsun/emniyet-muduru-yavuz-bekcileresaygi-duyulmasi-40994967

Işık, O., ve Pınarcıoğlu, M. (2001). Nöbetleşe Yoksulluk, İstanbul: İletişim.

KaosGL. (2018). “Ankara’da bekçilerden trans kadınlara “sokağa çıkma yasağı!”, KaosGL, 13 Eylül. http://kaosgl.org/sayfa.php?id=26561

Koca, E. (2020) “‘Bekçilik’te aslında ne tartışılmalı?”, Fikir Turu, 11 Şubat. https://fikirturu.com/2020/02/11/bekcilikte-aslinda-ne-tartisilmali/

Koca, E. (2013). “Suçsuz yere polislik”: Artvin’de polis-halk ilişkisi üzerine etnografik bir inceleme. Amme İdaresi Dergisi, 46(4), 157-184.

Lefebvre, H. (1996). Writings on Cities, Oxford: Blackwell.

Lippert, R. K. ve Walby, K. (der) (2013). Policing Cities: Urban Securitization and Regulation in a 21st Century World. New York: Routledge.

Milliyet. (2017) Bakan Soylu: “7 bin 500 bekçi daha ihdas edildi.” Milliyet, 25 Ağustos. http://www.milliyet.com.tr/bakan-soylu-7-bin-500-bekci-daha-siyaset-2508690/

Öztunç, A. (2020) “Siyasete Bakış... CHP Milletvekili Ali Öztunç: Suçu bekçi engelliyorsa polisleri de bekçi yapalım.” Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/video/2020/03/01/siyasete-bakis-chp-milletvekili-ali-oztunc-sucu-bekci-engelliyorsa-polisleri-de-bekci-yapalim/

Öztürk, Y. (2018). “Tekel esnafına şimdi de mahalle bekçisi tehdidi.” Birgün, 21 Ağustos. https://www.birgun.net/haber-detay/tekel-esnafina-simdi-de-mahalle-bekcisi-tehdidi-228331.html

Sevinç, M. (2020) “Muhafazakâr semt ahalisinin bekçi sorunu var mıdır?” Gazete Duvar, 3 Mart. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/03/03/muhafazakar-semt-ahalisinin-bekci-sorunu-var-midir/

Sgkrehberi. (2018). “Bekçilerin kimlik bunalımı!” sgkrehberi, 26 Ağustos. https://www.sgkrehberi.com/haber/172407/bekcilerin-kimlik-bunalimi.html

Sol. (2020) “Bekçiye kimlik göstermeyen gence polis ceza kesti, mahkeme iptal etti.” Sol, 16 Şubat. https://haber.sol.org.tr/turkiye/bekciye-kimlik-gostermeyen-gence-polis-ceza-kesti-mahkeme-iptal-etti-280598

Sol. (2019). “Bekçiler trans kadına saldırdı, zorla karakola götürdü.” Sol, 13 Ocak. http://haber.sol.org.tr/turkiye/bekciler-trans-kadina-saldirdi-zorla-karakola-goturdu-254663

T24. (2018). “Trans kadınlar, ‘bekçi şiddeti’ne karşı bir araya geldi.” T24, 5 Ekim. https://t24.com.tr/haber/trans-kadinlar-bekci-siddetine-karsi-bir-araya-geldi,716518

Topuz, A. D. (2020) “Bekçi Baba 2: Önce sopa vardı!” Gazete Duvar, 3 Şubat. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/02/03/bekci-baba-2-once-sopa-vardi/

Tulumello, S. (2015). “From ‘Spaces of Fear’ to ‘Fearscapes’: Mapping for Reframing Theories about the Spatialization of Fear in Urban Space.” Space and Culture, 18(3), 257-272.

Véliz, C. (2019). “In the privacy of our streets.” B. C. Newell, T. Timan & B. Koops (der.) içinde, Surveillance, Privacy and Public Space (s. 16-32). Oxford ve New York: Routledge.

https://polissayfasi.com/2020-bekcilik-basvurusu/


[1] Bu çalışma sırasında, emniyet yetkilileriyle yaptığımız görüşmeleri isim vermeden, metin içinde sıra numarası ile belirtmiştik. Bu yazıda ise, ayrı ayrı referans vermek yerine, kendi yorumlarımızı ve ortak görüşleri aktarmakla yetindik.

[2] Tulumello (2015) kamusal alanların özelleştirilip denetlenmesini, suç miti nedeniyle yaratılan korku ve ötekileştirmeyle ilişkilendiriyor.

[3] Charlesworth (2009), Arendt’ten farklı olarak kamusal alanda varolmanın toplumsal değerlere bağlı olduğunu ve görünürlüğün (ya da görünmezliğin) dışlamayla, hatta kendini dışarıda bırakmayla ilişkili olduğuna dair örnekler veriyor.

[4] Araştırma kapsamında görüştüğümüz yetkililer bekçinin yeniden gündeme gelmesinin, hükümetle Gülen hareketi arasındaki çatışmayla ilişkisine değindiler. Buna göre bekçi, polis teşkilatı içindeki genç ve iyi eğitim almış Gülencilerin yerine, halkta azalan güven ve bağı yeniden kuracak geleneksel bir kurum olarak gündeme gelmiş, polisin iç krizine bir çözüm olarak görülmüştü. Bir yandan da polis teşkilatında yapılan temizlik polis sayısında önemli bir azalmaya yol açtığından, bekçi başlangıçta sayısal bir destek olarak da ele alınmış gibi görünüyor (2014-2018 arasında 100 bin yeni alım yapıldı).

[5] Türkiye kentlerinde kamusal yaşantının dönüşümünü özellikle kentsel tüketimle ilişkisi bağlamında ele alan bir tartışma için bkz. Erkip (2019).