19 Ocak günü Hrant Dink'i vuran tetikçi, kalabalık ve şaşkınlıktan yararlanarak kaçıp izini kaybettirmeye çalışırken, cinayetin sadece işleniş biçimini gören, öğrenen biri, kimin katledildiğini bilmese bile; katillerin sıfatını hemen tahmin edebilir, bulundukları adresleri de gösterebilirdi.
Çünkü, namertçe, sinsice, kurbanın en savunmasız olduğu an ve durum kollanarak işlenen bu cinayet, Türk milliyetçiliği, "milli hassasiyet-refleks" adına bundan önce işlenmiş pek çok siyasal cinayetle bu açıdan tıtatıp örtüşmektedir. Ve sadece Türk milliyetçiliğinin değil, hangi ad ve kılık altında ollursa olsun, bütün milliyetçiliklerin ortak doğasına oturan, o doğanın sırtlanlara özgü niteliğini yansıtan tarz tam da budur.
Ve bu tarz, 19 Ocak günü Hrant Dink'i ilk ve son defa vurmuş değildi. Bitmeyecek bir delikanlılığı taşıyan heybetli bedeni her an bir linç girişimiyle karşılaşma tehlikesiyle yaşarken, derin samimiyeti ile onu düşman sayanları bile bazen ketleyen yüreği milliyetçi muhataplarının sözleri ve hakim medyanın insafsız yayınlarının sürekli salvo atışlarına maruzken, mutlak insaniliğin ve mütevazi bir bilgeliğin sıcaklığını yüzüne yansıtan beyni, en "yetkili" mercilerin damgasıyla gelen tehdit ve cezalandırmalara direnirken defalarca aynı tarzda vurulmuş, birçoğunda ağır yaralanmış değil miydi? O gün 17 yaşında benliği buruşmuş, kararmış bir insan müsveddesi, Hrant Dink'in arkasından sinsice son kurşunu sıkmak için yaklaşırken, gazete ve televizyonlardan evlere, mahkeme ve bakanlık bürolarından sokaklara taşan ve birbirlerini besleyen o yara izlerinin mecrasında yürümüyor muydu?
Hrant Dink'in sözlerini evirip çevirerek bir mahkumiyet gerekçesi çıkarmayı "milliyetçiliğin gereği ve görevi" sayan savcılar hakimler onlara böyle malzemeler türetmeyi "milli refleks" haline getirmiş avukat cübbeli mahluklar, onu ve bir avuç kalmış Ermeni yurttaşlarımızı tahkir ve tezyif etmek, daha daha da sindirmek için hiçbir vesileyi kaçırmayan "milli" basın ve ekran kalemşorları, yetim Ermeni çocukların iaşesine tahsis edilmiş vakıf mülklerini akıl almaz bir hukuksuzlukla gasbetmeyi milli hak diye savunmakta ısrarlı bürokratlar, bu ağır haksızlığı gidermek için uğraşan Hrant Dink'i "Müslüman-Türk" düşmanlığı yapmakta suçlayabilen Mehmet Gül gibi "siyasetçi"ler "son kurşun"u atmadıkları için kanun nazarında katil sayılmayacaklardır. Ama bir de milliyetçiliklerin semtine uğramak bile istemediği, insanlığımızın hüküm kaynağı vicdanımızın, bizi herhangi bir mahluk olmaktan farklılaştıran, insanı insan yapan değer ve vasıflarımızın vereceği hüküm de vardır.