Bağımsız aday öneriniz sol partilerin yenilgiyi kabul ettiği anlamına mı geliyor?
Kötümserseniz bunu böyle de yorumlayabilirsiniz ama kanımca öyle değil. Bir defa yüzde 10 çok ciddi bir baraj ve onu ittifakla aşmanın sol açısından mümkün olmadığı görüldü. Bu yolu ısrarla denemek solu her defasında daha büyük bir hezimete maruz bırakmak demek. Bu durum, zaman içinde solu hiçbir şekilde inandırıcı olmayan bir kimlikle ölümcül bir şekilde yaralayacaktır. Demek ki bir başka yolu denemek lazım.
Ama önerdiğiniz yol Türkiye çapında bir çözüm getirmiyor, değil mi?
Doğru, o çapta değil. Mesela “Ben CHP’ye oy vermem” diyen bir Bayburtlu için çözüm olmayabilir.
Peki kim için bir çözüm?
CHP’ye oy vermek istemeyen, milliyetçiliğe prim tanımak istemeyen, kendisini devletle özdeşleştirmeyen ve de sol tavrını göstermek isteyen insanlar için bir çözüm. Mesela Kıbrıs konusunda devletten çok devletçi olmak istemeyen, Kürt konusunda milliyetçiliğe boğazına kadar batmaktan kaçınan, AB konusunda ulusal egemenlik adı altında ulusal kapanmacılığa prim vermeye karşı duran sol seçmen için bir çözüm. Ama bu nüfusu yüksek olan seçim bölgeleriyle sınırlı bir alternatif. Buralarda bağımsızların seçilebilir olma ihtimali yüksek olduğu için de potansiyel seçmenine ulaşması daha rahat olan bir alternatif.
Fikir tasvip edilse de, bağımsız adaylar üzerinde ittifak sağlanamadığı takdirde bunu nasıl okumamız gerekir?
O zaman göreceğiz bunu. Başarısız olması tabii ki ihtimal dahilinde. Yine de daha doğmamış bir çocuğa, nasıl sakat doğacağını söylemeyelim.
Ama polemik başladı bile. Bu fikrin “açmazları” dillendiriliyor şimdi.
Evet, çünkü biz ulusal davranış biçimi olarak bir şeyin önce nasıl olamayacağını izah ederek işe başlarız.
Solcular için bu daha çok mu geçerli?
Genelde evet. Ben üniversitede öğretim görevlisiyim; yani bir devlet memuruyum. İyi, kötü devlet mekanizmasını bilirim. Türkiye’de devletin işleyiş tarzı, olaylara bakış tarzı, toplumun işlere bakış tarzını da belirlemiştir. Belki tam tersi de yaşanmış olabilir. Bakın diyelim ki, bu işte yüzde 10-20 başarı şansımız var. Çok küçük görünüyor, değil mi? Ama yüzde 10 başarı şansı ile yüzde 0 arasında, 0 ile sonsuz arasındaki fark vardır. Yani bu işin sadece tek bir alternatifi var. O da kolay olanı seçip seçime eskisi gibi girmek ve kaybetmek!
Önerinizin yeterince yankı uyandırdığını düşünüyor musunuz?
Sol seçmen temelinde çok ciddi bir yankı olduğunu görüyoruz. Ama partiler temelinde parti kimliğini koruma refleksi var. Seçim çevrelerinde seçmen tabanlarının bu işi sahiplenmesi lazım. Yoksa parti bürokrasileri açısından partiyi seçime sokmak kolay. Çoğu parti için rutin hale gelmiş bir durum bu. Zaten bir risk yok onlar açısından. Partilere bırakılırsa onlar işin kolayını seçer. Bu olayın nasıl da mümkün olmadığını anlatıp bildikleri gibi yaparlar.
Radikal İki, 1 Nisan’daki sayısının ön sayfasında “Sezen Aksu, Yılmaz Erdoğan, Türkan Şoray” gibi isimleri bağımsız sol adaylar olarak lanse etti. Birkaç sayfa sonra ise sizin yazınız geliyordu; yazının hemen üstünde bunun 1 Nisan şakası olduğu açıklandı. Şaka bir kenara, böyle adayların seçmen nezdinde bir avantajı olur mu?
Hayır! Bu bir şaka ve şaka olarak kalmalı. Hatta birkaç arkadaşımın fikri dirayetinin sınırlarını o şakayı ciddi zannetmeleri yüzünden sorgulamaya başladım. Sayfaları çevirmeye bile üşenip “Ahmet İnsel, Türkan Şoray’ı aday gösterdi” diyebildiler. “Sen nasıl böyle bir şey yaparsın” diye kaç kişi telefon etti bana. Türkan Şoray’ı severim ama neden aday göstereyim yahu? Aslında bu şaka zihniyet açısından sevdiğim, saydığım ve o güne bu cepheleriyle düşünmediğim bir yığın insan açısından turnusol kağıdı işlevi gördü benim için. Okumuş, yazmış bir sürü insanın nasıl gaza gelebildiğini, bu toplumun nasıl da her türlü olmayacak şeye inanmaya hazır hale geldiğini dehşet içinde izledim. O şakanın acı bir hatırası kaldı bende.
O isimlerin adaylığı “olmayacak bir şey” mi?
Ben “Onlar adaylığa layık değildir” demiyorum elbette. Herkes aday olabilir. Ama o işinb şaka olduğunu, en azından bir gariplik olduğunu hissedememeleri enteresan. Bu sayede bir de şunu gördüm. Bir grup insan da “Oh oh, Ahmet İnsel nihayet içini dökmüş, sol aday göstereceğim diye nihayet lolipop adaylar ortaya atmış, işte bunların gerçek yüzü budur” diyebildi.
Önerinizde Demokratik Türkiye Partisi’ne (DTP) mesafeli olmakla eleştiriliyorsunuz. DTP Genel Başkan Yardımcısı Orhan Miroğlu Radikal 2’de, bağımsız adaylığın DTP olmadan işlevsiz olacağını yazdı.
DTP’nin ne yapacağını halen bilmiyoruz. Verdikleri mesajlar şu an için belirgin değil. Bir “güç birliği” mesajı veriyorlar. Ama güç birliği, DTP ve partilerin güç birliği mi yoksa DTP bağımsız adaylarla seçimlere gireceğinin kararını verdi mi? Bunun tartışması ancak bu karardan sonra yapılabilir. Ayrıca bu eleştiri bana yönelikse adresini şaşırmış bir eleştiri açıkçası. Ben bir parti değilim, bireyim sonuçta. Kanaatim DTP’nin de bağımsız adayla seçime girmesinin kendisi açısından yegane çare olduğu yönünde. 2002 yılında seçime bağımsız adaylarla niye girmediklerini hala kendime soruyorum.
Bir cevabınız var mı?
Siyaset yapmamak istemenin bir adı olabilir bağımsız adaylarla seçime girmemek.
Sağ adayların da bu yolla başarılı olma şansı var mı?
Muhakkak ki var. Saadet Partisi de barajı geçemeyecek. Ben o partinin kadroları yerinde olsam ve TBMM’ye girmek gibi iddiam olsa bazı adaylarımı, örneğin Konya’dan bağımsız seçtiririm. Sağ görüşlü bir dizi parti bu yolla Meclis’e girip kendi temsillerini sağlayabilirler. Bir önceki seçimde, hepsi sağdan 12 bağımsız aday parlamentoya girebildi.
Bu yöntemle kaç bağımsız aday seçilebilir?
DTP bağımsız aday yöntemini seçerse 20-25 civarında milletvekili sokabilir. Bunun dışındakiler, zorluklar aşılabilirse 5 ile 20 arasında olabilir.
Sol içinde olsa da, farklı görüşlerden adaylar bunlar. Girebildikleri takdirde bir zorluk da parlamentoda başlar mı?
Elbette. Bu isimler bir parti olarak değil, bir kişi olarak seçilecek. Meclis’te onların bir parti gibi davranmalarını bekleyemeyiz. Ama Meclis’e girdikleri zaman da, sol ve demokrat vicdanın sesi olma görevini yerine getireceklerdir. Bağımsız aday işi tutar da, sağ bağımsızlarla birlikte 50-60 milletvekili girerse, baraj rantı sistemi lağvolur; o zaman siyasi partilerin de önünü bu girişimle açmış oluruz. Çünkü siyaset alanının asli aktörü siyasi partilerdir. Bu rejim siyasi partileri boğduğu için böyle bir çalının etrafını dolaşma yoluna başvuruyoruz. Bu en iyi yöntem falan değildir. Önemli olan çalının ortadan kalkması.
AKP 2002 seçiminde baraj sayesinde, aldığı oya oranla çok fazla sandalye kazandı. Bu yüzden mevcut Meclis’in cumhurbaşkanını seçmesinin doğru olmayacağı yönünde fikirler var. Ama bunun sebebi olan barajı eleştirmek siyasilerin pek aklına gelmiyor. Neden?
Kürtler gelecek, Meclis’e girecek diye korkuyorlar da ondan. Birinci cümle bu. Geriye kalan her şey palavra. “Baraj olmazsa istikrar bozulur” diyorlar. O zaman “İstikrarın bedeli seçmenlerin yüzde 45’inin Meclis’te temsil edilmemesidir” de desinler. Ama esas cümleleri şu: “Kürtler gelecek ve rahatımız bozulacak.” Yani “görüntü” bozulacak…
1991’dekii seçimden sonra TBMM’deki yemin töreni sırasında Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmesi gibi olaylar bir travma yarattı mı acaba?
Travma olsa Kürtler’in yaşaması lazım bunu. Çünkü orada mağdur olan egemen partiler değil, Kürtler oldu. Demek ki Kürtler yeterince travma yaşamamış ki, çok şükür, hala Meclis’e girmeye teşebbüs ediyorlar. Geçenlerde Genelkurmay Başkanı Meclis’in içinde teröristlerin uzantıları olduğunu söyledi. DTP veya bağımsız Kürt kimlikli milletvekilleri Meclis’e girdiği zaman onun ne düşüneceğini tahmin edebiliriz. Bu konuşmanın çok ciddi bir biçimde Meclis’i tahkir ve tezyif ettiği kanısındayım.
Hrant Dink’in cenazesine yüz binlerce insanın katılması, bağımsız sol adaların akıbeti konusunda sizi umutlandırıyor mu?
Böyle bir düşünceyi çok kişi dile getirdi. Aslında ben bu düşünceden biraz rahatsızım. Çünkü böyle bir hareketi sadece kötüyü defetmek mobilizasyonuna indirgememek gerekir. Hrant’ın cenazesindeki o inanılmaz kalabalık, insanların mutlak kötü karşısındaki isyanıyla toplandı. Bağımsız aday girişimi sadece mutlak kötü karşısında isyanı değil, bir gelecek umudunu ve vicdanın sesini dile getirmektir. Biz ne yazık ki, gelecek umutlarını hep kitlesel cenaze törenleriyle ifade etmeye alıştırılmış bir kuşağız. Kitlesel cenaze törenleriyle aslında bir sonraki cenaze töreninin ön hazırlığını yapıyoruz. Varlığımızı sadece buna indirgiyoruz. Hrant’ın cenazesinin o müthiş kalabalıkla yapılması çok önemliydi; benim hayatımın en önemli günlerinden birisiydi. Bunu sadece bir milat olarak ele alma düşüncesi bazı arkadaşlarımızda var. Ben bunu tehlikeli buluyorum. İndirgemeci buluyorum. Bunun ötesine geçecek bir harekete ihtiyacımız var. O yüzden beni en çok öfkelendiren eleştiri alternatifinin mutlak kaybetmek olduğu bir girişimden bahsederken işe bu girişimin neden zor olduğunun açıklanmasıyla başlanması.
Aktüel, 19-25 Nisan 2007