Jakobenler, ulusu yenilemek için “ulusal jilet”i devreye sokmuştu; şimdi kendi Cumhuriyetimizi “iç ve dış düşmanlar”dan temizlemek için biz de mi bu yola gideceğiz?
Son aylarda gündemin yönünü belirleyen Genelkurmay açıklamalarının en sonuncusu, teröre karşı kitlesel tepki gösterilmesi yönünde oldu. 8 Haziran tarihli “e-açıklamada”, “Türkiye Cumhuriyeti, ulusal ve üniter yapısının, çağdışı bir yapı olduğunu düşünen bir yaklaşım ile karşı karşıyadır. Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımı fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır. Ortaya çıkan ve giderek artan terör eylemlerinin, bu tür düşüncelerin ve bunları dolaylı ve doğrudan destekleyenlerin çarpık düşüncelerinin çok açık bir göstergesi olduğu şüphesizdir” denilerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin beklentisi, “bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesi” olarak ifade edilmişti. Bu çağrıyla, daha önce “münferit vakalar” olarak nitelenen tepkilerin meşruluk zemini atılmış oldu. Vatandaşlar artık kızıp beğenmedikleri ve rejime tehdit gördükleri anlarda-olaylarda gösterdikleri “güzel tepki”leri, daha organize bir şekilde gerçekleştirebilecekler! Tabii bu konuda onlara “sivil toplum kuruluşları” da öncülük edecektir. Cumhuriyet tarihinde her zaman korkulan kitle hareketleri, belki de ilk kez çözüm üretecek konuma getirildi. Ama bu hareketlilik, hakkını arayan ve demokrasinin temellerini oluşturacak bir kitlesellik değil, tersine militarizmin yükseldiği bir dönemin kapısını açacak.
Ulusumuz, “tehlikeli yaklaşımları anında tespit edip yok etme sorumluluğu”nu kendinde bulurken, aralarında yaşayan ve Yüce Türk Milleti’nin şanına yakışmayan kimilerini de yok edebilecek böylece. İç ve dış düşmanların yok edilmesi elbirliğiyle gerçekleşecek; Murat Belge’nin 12 Haziran tarihli yazısında gayet nüktedan bir şekilde belirttiği gibi, “'millet'imiz bu dünyada var olan en yüce, en soylu millettir. Bunun böyle olduğunu, reflekslerinden filan, gayet iyi biliriz. Gelgelelim, ‘millet’ adında somut bir kişi yok. ‘Somut’ denince, karşımıza adı ‘Ahmet Mehmet’, ‘Ayşe Fatma’ olan birtakım kişiler çıkıyor. Şimdi bunların hepsi o ‘millet’ gibi olmuyor, kimi yalancı, kimi tembel, kimi korkak.. kimi de bizimkinden bambaşka fikirlere sapmış, ‘gaflet ve dalâlet içinde’ yüzüyor. Yani bir yanda ‘yüce’ ama ‘soyut’ millet, bir yanda ‘somut’ ama ‘çekilmez’ bireyler.” İşte şimdi onları aramızdan atma vaktidir, çağrı gelmiştir!
Milletin yüceliğini ve rejimin sarsılmazlığını kuvvetlendirmek için işe yaramaz bireyleri yok etme yönündeki bir çağrı, Fransız Devrimi’nin en hararetli günlerinde, 10 Haziran 1794’te çıkarılan Büyük Terör Yasası’nda da yapılmıştı. Bu yasayı önceleyen, 17 Eylül 1793 tarihli Şüpheliler Yasası, “birbirini gözetip kollayan yurttaş” yaratmayı hedeflemekteydi. Bu yasalar ile birlikte çalışan Devrim Mahkemesi de, o ünlü giyotin’in işlemesinin önünü açmıştı. Giyotin, ya da diğer adıyla “ulusal jilet”, Eski Rejim’de sadece aristokratların başını keserken şimdi, hukuk (ve ölüm!) önünde eşit tüm vatandaşların kellesini alma hakkına sahipti!
Karşı-devrimcilere, hainlere, stokçulara ve spekülasyonculara karşı Devrim’in yüceliğini savunmak için çalışan giyotin, halkın rejenerasyonunda bir araç olarak görülmüştü. Ancak pisliklerinden temizlenecek olan bir ulus, Devrim’in ve Cumhuriyet’in “öz”üne sahip bir biçim alabilecekti. Lakin jiletin altına kimin yatırılacağına dair hiçbir somut kıstas yoktu. Devrim’i ileriye götürmek isteyenler de ılımlı bir şekilde sürdürmek isteyenler de hainlikle itham edilebiliyordu. Mehmet Ali Ağaoğulları, aslında Jakobenlerin başlangıçta şiddet taraftarı olmadıklarını, ancak Parisli sans-culotte’ların taleplerine cevap verebilmek için hainlerin üzerine giderek bir şiddet dalgası yaratmak zorunda kaldıklarını belirtir. Terör Dönemi olarak tarih sayfalarına geçen bu dönemde, içinden çıkılamayan çelişkiler karşısında şiddetin bir araç olarak bizzat devlet tarafından resmi bir şekilde kullanılırken, halkın da bu dalgayı yükselten birer ajan olarak görev aldığını görüyoruz. “Devrim’in ve Fransız halkının düşmanları yok edilmediği sürece bize rahat yok” anlayışı ile yükselen şiddet dalgasına meşruiyet kazandıran Jakoben iktidarın öncüsü Robespierre, 5 Şubat 1794’te şu şekilde konuşuyordu: “Ya Cumhuriyet’in iç ve dış düşmanlarını boğacağız ya da Cumhuriyet’le beraber yok olup gideceğiz (...) Toplumsal koruma sadece sakin yurttaşlar içindir, Cumhuriyet’te cumhuriyetçilerden başka yurttaş yoktur” (akt. Ağaoğulları, 2006:322).
İçeriden ve dışarıdan yönelen tehditlerle Cumhuriyet’in bir saldırı altında bulunduğu algısı imajı, kişilerin “gerçek” yüzünü ortaya çıkaracak bir iradeyi doğuruyordu; buna göre vatansever ya da devrimci maskesiyle dolaşan onlarca vatan haini vardı ve şimdi bu maskelerin düşürülme zamanıydı; bu şekilde toplumu ayıklamak ve bu kişileri giyotinin keskinliğine teslim etmek gerekiyordu. Giyotin yalnızca karşı devrimcileri yok eden değil aynı zamanda iyileri kötülerden, erdemlileri erdemsizlerden ayıran bir makine olarak işler. Halk erdemi özünde barındırıyorsa da yanılmaya yoldan çıkmaya açıktır; bu nedenle Devrim içinde, insanı gerçek yurttaş, halkı da gerçek bir halk yapacak irade ortaya çıkacaktır. (Ağaoğulları, 2006: 325)
Esasen Devrim günlerinde, hiçbir hizip bir diğerini kendi kadar Devrimci görmezken, sürekli karşı tarafı hainlikle suçlamaktaydı; ancak neyin Devrimci ve Cumhuriyetçi olduğuna yalnızca Jakoben iktidar karar vermekteydi; kurdukları jiletin altına kendileri de girene kadar... Tarih sahnesinde olaylar değişse de kimi vurgular, söylemler ve suçlamalar değişmiyor; iktidarı sahiplenerek iyi-kötü ayrımını kendinde bulan güçler, neyin bu sistemin içinde neyin dışında kaldığına karar veriyor ve jileti indiriyor. Tıpkı günümüz Türkiyesi’nde kimin gerçekten Atatürkçü, Kemalist, vatansever vb. olduğuna rejimi vesayet altında tutanların karar vermesi gibi…
Askeri çevrelerin olağanlaşan açıklamaları devam ettiği takdirde, yeni bir tür “ulusal jilet”in kurulması dahi gündeme gelebilir. Belki bir sonraki açıklama, vatandaşları ihbar yapmaya teşvik edebilir… Çünkü bastığımız zemin yüce ama soyut bir millet üzerinde kurulunca, onu somutlaştırmak için yeni araçlar gerekiyor.
*Ağaoğulları, Mehmet Ali (2006) Ulus Devlet ya da Halkın Egemenliği, İmge.