Dostluk ve tıp arasındaki ilişkiyi anlamak için öncelikle Hipokrates’i, Hipokrates’i anlamak için de dönemin felsefi temellerini kısaca hatırlamakta yarar var.
***
Hastalandığımızda yardımına ve bilgisine başvurduğumuz bugünkü tıp doktorları, fakültelerinden mezun olurken hâlâ Hipokrat Yemini ediyorlar. Göreve başlamadan önce edilen bu yemin, yaygın olarak bilindiği kadarıyla Hipokrates’ten (MÖ 480/460-377/351?) bu yana 2.400 yılı aşkın zamandır devam ediyor. Bu durum tıp sanatının MÖ 5. yüzyılda bilim haline geldiğini göstermesine rağmen Yunan/İyonya (İonia) tıbbının onunla başladığı anlamına gelmez. Çünkü ondan önce Mısır tıbbının varlığı Homeros ve Heredotos tarafından bilinmektedir.
Elimizdeki Hipokrates Külliyatı denilen tıp derlemesinin kaybolmaktan kurtularak bugüne ulaşması, biraz da Hipokrates’in şöhretli bir aileden gelmesi sayesindedir. Yine de külliyatın Hipokrates’e ait olduğuna ilişkin bir kesinlik yoktur. Sonradan bazı eklemeler de külliyata dahil edilmiştir. Esere Hipokratesçi bakışın hakimiyetinin yanında hangi kısımlarının sonradan dahil edildiği konumuz açısından önemsizdir.
Nedir Hipokratesçi bakış?
Hipokrates Külliyatı’nda adı geçen meşhur Hipokrates, İyonya’nın dibindeki Kos adasında doğmuştu. Dedelerinden oğlu ve damadına kadar hekimler yetiştiren meşhur tıpçı ailenin bu çizgisi Kos Okulu olarak da anılır. Külliyatın en belirgin özelliklerinden biri “bilginlerin dili olan İonia lehçesiyle kaleme alınmış olmasıdır”.[1] Bilginler olarak kastedilen hiç kuşkusuz Doğa Filozofları ya da Sokrates öncesi denen İyonyalı, İyonya kökenli ya da İyonyalıların etkisindeki filozoflardı.
Sadece Hipokrates’inki değil, Homeros ve Herodotos’un (MÖ 484-425) eserleri de İyonya lehçesinde yazılmıştı.[2] İyonya’da, önceleri dünyanın veya maddenin oluşumunda nedeni henüz bilinemeyen şeyler ilahi bir güç ile açıklanırken, İyonyalı filozoflar ve bilim adamları sayesinde bu nedenler “doğanın (physis) işleyişi olarak” görülmeye başlamıştı.[3] Mısır’a dayanan tapınak tıbbı ile karşılaştırıldığında Hipokrates’in metinleri şifacı ve kâhinlerin uyguladığı sihirli bir tıbbın yerine akılcı ve laik bir tıbbın doğuşu olarak görülür.[4]
Bu bakış İyonya’daki doğa filozoflarının veya hekimlerinin Tanrı’yı reddettikleri anlamına gelmez. Tanrı’yı doğanın bizatihi işleyişi olarak görürler.[5] Bu ise mânâ’nın (anlam, mean, money, manat, meni) madde’ye içkinliğinden başka bir şey değildir.
Hatırlanacak olursa “Dostluk ve İzonomi” başlıklı yazıda İyonya’daki izonomi konusunu ele almıştım. Hükmetmenin olmaması ile özgürlük ve eşitliğin aynı anda uygulanması demek olan ekonomi politik sistem (izonomi), Hipokrates’in yaşadığı zamandan önce İyonya ve hinterlandında bir süre hüküm sürmüştü. Söz konusu izonominin yaşam süresi yaklaşık MÖ 650’lerden, İyonya’nın önce Lidya (MÖ 581) ve sonra Perslilerin işgaline (MÖ 546) kadar sürdü. Ancak düşünce veya yaşam tarzı olarak etkisi Hipokrates (ö. 377) ve Sokrates’te (ö. 399) bile devam ediyordu. İzonomi (hükmetmenin olmaması), Sokrates ve Hipokrates zamanında fiilen uygulamada olmasa bile bazı filozof ve/veya hekimlerin zihinlerine ve davranışlarına sinmişti.
Buna göre Sokrates, topluluğa konuşmayı bir çeşit hükmetme olarak gördüğü için kadın, çocuk, ihtiyar, köle ve yabancı demeden agora’da herkesle birebir (yüz yüze diyalog) konuşmayı tercih etmişti. Bu hareket, karşısındaki herhangi biri ile kendisi arasında bir eşitlik kurulduğu veya hiyerarşi kurmadığı anlamına geliyordu. Zaten maddi durumu da üstünlük kurmasına fırsat yaratmıyordu. Kullandığı üslup açısından bakıldığında da kimseyi konuşmaya zorlamıyordu. İnsanlar Sokrates’in bu konuşmalarına özgür iradeleriyle katılıyordu. Toparlayacak olursak kimse kimseyi yönetmiyor, herkesin özgür ve eşit olduğu varsayımına göre hareket ediliyordu.
Hipokrates’in de tıbba ilişkin bakışında aynı şekilde bu izonomik ilke geçerliydi. Bir defa Mısır kökenli tıpta olduğu gibi hasta zoraki/zorla tedavi edilmiyordu. Zorlama, nihayetinde tedavi için bile olsa bir çeşit monarşik yönetimdir. Karşıdakinin rızasını almadan ona bir işlem uygulamaktır. Monarşik yapılarda bu duygu her şeye olduğu gibi tıbba da sirayet etmiştir. Jouanna ve Magdelaine’nin Herodotos’tan aktardığına göre “avda attan inerken ayağı burkulan Kral Darios önce Mısırlı hekimlere güvenir, kralın ayağını zorlarlar, her şeyi daha da kötüleştirirler. Sonra Yunan hekim Demokedes’i getirtir, Demokedes krala Yunan ilaçları uygulayarak, zorlama yerine nezaket göstererek” iyileştirir.[6]
Hipokratik tıpta bu, hastaya saygıdır. Saygı ise karşılıklı olarak bir çeşit eşitlik temelini varsayar. Eşitlik düşüncesinin olmadığı yerde saygı olarak ifade edilen durum kölecil bir itaat, yani uyumculuktur. Külliyat’ta, muayene ve tedavide hastaların sosyal rollerini içeren pek çok bilgi, hasta fişinde işaretlendiği için bu fişlerdeki hastalar arasında köleler dahil her kesimden insan bulunuyordu. Oysa Platon, her ne kadar Sokrates’in takipçisi gibi görünse de Yasalar’ında özgür insanlara özgür hekimlerin, kölelere ise köle hekimlerin bakması gerektiğini savunarak[7] izonomik bakıştan çok uzak bir etik anlayışta olduğunu göstermiş oluyordu. O dönemde gerçek hekimlerin kim olduğu meselesi çok önemliydi. İlgili herkes hekim olduğunu iddia edip girişimlerde bulunabiliyordu. Nabza göre şerbet veren kişiler, hastayı tesadüfen iyileştirdiğinde ünlü bir hekime dönüşebiliyordu. Bu sayede krallar ve zenginler arasında mekik dokuyorlar, her türlü hekimlik dışı işlere de bulaşıyorlardı. Hipokratik hekimi bu gibi şarlatan, çöpçatan ve ağzı gevşek hekimlerden ayıran, izonomik ilkelere uymayı içeren sahip oldukları etik anlayışı idi.
Hipokrates’i izonomik ilkeyle birlikte anılmasına neden olan asıl konu, Külliyat içinde farklı yerlerde ele alınmasına rağmen İnsanın Doğası’nda sistemli bir şekilde yer alan dörtlü salgılar teorisidir. Söz konusu teori daha önce ne Mezopotamya (Asur) tıbbında[8] ve ne de İyonya’nın ünlü doğa felsefecilerin ilk döneminde ileri sürülebilmişti. Külliyattaki dörtlü mizaç/salgılar teorisinin geçtiği İnsanın Doğası’nın, Hipokrates’in damadı Polybios’a ait olduğu genellikle kabul edilen bir görüştür.
Buna göre ilk defa İnsanın Doğası, insan bedeninin “kan, lenf, sarı safra ve kara safra” olmak üzere dört salgı içerdiğinin ifadesine yer vermiş olur.[9] Bu salgıların her biri sağlıklı bünyede dengededir. Salgılardan birinin fazla veya eksik olması dengenin bozulması anlamına geleceği için hastalık ortaya çıkacaktır. Bu hastalık sadece dört salgıdan birinin fazlalık veya eksikliği yolu ile değil, aynı zamanda sıcaklık veya soğukluk ya da kuruluk veya nemlilikten de kaynaklanabilir. Salgılardan birinin sıcaklık veya neminin (soğukluk veya kuruluğunun) artması veya azalması vücudun izonomisinin (denge) bozulması anlamına gelecektir.
Aslında bu görüş de Empedokles’in dört unsur (anâsır-ı erbâ: ateş, hava, su ve toprak) teorisinden esinlenmiştir: “Bunu İyonyalı düşünürlere borçlu olduğunu söylemeye bile gerek yok. Suyu Thales’e, havayı Anaksimenes’e ve ateşi Herakleitos’a borçluydu.”[10] Bunlara toprağı, dördüncü unsur olarak kendisi ekledi. Empedokles’e göre her şey, bu dört unsurun birleşmesi ve ayrılması ölçüsünde şekillenir. Sevgi (philia) birleşmeyi (kütleçekimi), mücadele de (neikos) ayrılmayla sonuçlanır.[11] Buna göre her varlık birleşme ve ittirmenin farklı oranları ölçüsünde var olur, tıpkı mevsimlerin de dört mevsim gruplandırmasına tabi tutulmasında olduğu gibi.
Konumuza tekrar dönecek olursak, tıpkı filozofların toplumu veya maddeyi dörtlü yapıda ele almış olduğu gibi Hipokrates Külliyatı da sağlığı dört salgı/mizaç üzerinden ele alır ve hekimin görevinin kişinin dengede (izonomik, sağlıklı, normal) olmasına yardımcı olmak olduğunu söyler. Buna göre kanın artışı veya azalışı, izonomiyi bozarak diğer salgılar üzerinde ya hakimiyet kurmasına ya da diğerlerinin hakimiyetine girmesine neden olacak, bu da hastalık anlamına gelecektir.
Öyleyse dostluğun tıpla, hastalıkla veya Hipokratik bakışla ne alakası var?
Denge
Dost, dört salgı/mizaç teorisinde olduğu gibi dostluk ilişkisinde de dosta karşı kendi kefesini ağır kılmaya çalışmadığı gibi dostu da ona karşı aynısını yapmaya çalışır. Ancak terazi, söz konusu izonomik yapı veya dengede dostuna karşı bir ağırlık koymak isterse, bu, dostunu daha yükseğe çıkarmak amacıyladır.
Kişi, gücünü dostuna harcasa çıkarabileceği seviye, gücünü kendine harcadığında çıkarabileceği seviyeden katbekat daha yukarıda olacaktır. Daha somut ifade edecek olursak, kişinin 100 birimlik bir enerjisi olduğunu kabul edelim. Kişi bu enerjiyi kendisi için kullandığında en fazla 1000x birimlik bir değere (maddi veya manevi) ulaşırken; yine aynı 100 birimlik enerjisini dostu için kullanmaya kalktığında en az 1000x birimlik bir değere (maddi veya manevi) ulaşmış olacaktır.
Kişi, dostu için harekete geçtiğinde potansiyel enerjisinin en üst seviyesine ulaşabilir. Ama aynı enerjiyi kendisi için kullandığında en üst seviyesine hiçbir zaman çıkamaz. Dostlar birbirleri için veya birbirleri sayesinde yaratıcıdır. Bu anlamda birbirlerinin güneşidir ve birbirlerini gölgede bırakmazlar. Denge, ancak birbirlerinin lehine olması durumunda bozulabilir. Fakat dostluk ilişkisi dışında insanlar arası ilişkide denge birbirlerinin aleyhine olacak şekilde kurgulanmıştır. Bütün adalet ve hukuk sistemleri, bu dengeyi ölüm ile özgür olmak arasında kaldırılabilir bir seviyede tutmayı amaçlar. Toplumda öyle bir denge oluşturulmuştur ki, ne kişinin ölmesine izin verilir (intiharın kınanması vs.) ne de özgür olmasının imkânları yaratılmaya çalışılır.
Hiçbir duygu tek boyutlu anlaşılamaz. Rekabet, dostlar dışında sıfır toplamlı bir oyunken, dostlar arasında her iki tarafın da kazandığı oyuna dönüşür. Bu yüzden salt rekabetin yok ediciliğinden bahsedilemez. Dostlar arasında da rekabet olduğunda bunun sonu her iki tarafın kazancına dönüşmekle kalmaz, dostların dışına da taşar (pozitif dışsallık). Rekabet, dostlar arasında dengeyi bir üst noktada birbirlerinin lehine olacak şekilde yeniden kurarken saçakaltındakiler de bundan faydalanmış olurlar.
Dostluk dışı ilişkilerin ucu keskin olduğu için konumlandırılan yerin dışına çıkmaya çalıştıklarında bir yerleri ya acır, ya sancır ya da kanar. Kan kaybı, Hipokratik bakışın salgı teorisine göre bir hastalıktır. Vücut, denge noktasından uzaklaşıyordur. Kanın, lenfin, sarı safra ve kara safranın normalin üzerinde veya altındaki her kuruluk ya da nemliliği de hastalık göstergesidir. Dostluk dışı ilişkiler bu anlamda toplumsalın hastalığıdır. Dostluk, toplumun sağlık noktası, denge durumudur. Dostluk dışı ilişkilerde rekabet yok etmeye, ezmeye, sindirmeye ama öldürmemeye ve fakat özgür de bırakmamaya yazgılıdır.
Ekonomi terimleriyle ifade edildiğinde dostluk dışındakiler sizi daima borçlandırmaya çalışarak yönetebilir bir pozisyonda tutmaya çalışır. Borçlandırılamayanlar ise tehlikeli bir nifak konumundadır: Her an pürüz çıkartabilir! Pürüzler, borçlandırılamayanlardır. Psikoloji-sosyoloji terimleriyle ifade edildiğinde ise dostluk dışındakiler, üzerinizde kibir kullanarak itibar veya şeref devşirmeye çalışırlar ki bu borçlandırmanın duygusal yönüdür. Nereden bakılırsa bakılsın bir eşitler arası yatay ilişki (sağlık) değil, eşitsizlikler arası hiyerarşik dikey (sağlıksız) ilişkidir.
Melâmîlik de İslâm tasavvufu içinde topluma karşı olmayan ancak toplumu da kutsamayan ve fakat bir itibar arayışı içinde de olmayan, kendini bir tarikat olarak da görmeyen anti-itibarcı, anti-şerefçi bir tasavvufî meşreptir. Diğer bütün tarikatların bir usul ve erkânı, giyim ve kuşam biçimi, toplum tarafından itibar edilen biri olmaklıktan rahatsız olmayan bir yanı varken sadece melâmîler bunun dışında ve bunlara karşı bir hassasiyet göstermekle varlık kazanmışlardır. Zaten varoluşları da bu hassasiyetin adıdır.
Melâmîlerin, kendilerini kibre sokabilecek söz konusu gösteri ve göstergelerden uzak kalabilmelerinin ekonomik bir temeli vardır. Bu temel, bir meslek sahibi olmaktan ya da emeği ile geçiniyor olmaktan kaynaklanan kendine yeterliliktir (otarşi). Söz konusu kendine yeterlik, onun en kıymetli hazinesidir. Dost işte bu hazineyi dostuna harcadıkça toplumun kınanmışı (melâmîsi) ve fakat dostunun da hazinesi olmuş olur.
Hastalık tam olarak nedir?
Fiziksel hastalık, vücudun salgılarındaki bir denge yitimi veya organların uyumlu bütünselliğinin kaybı iken toplumun birikimcil tavrı, insani ilişkileri veya dostluğu ciddiye alan kişileri hastalık olarak görür. Bu hastalık, birikim ve kalkınmayı geciktirdiği oranda tehlikelidir ve ortadan derhal kaldırılmalıdır. Oysa bu tavrın bizatihi kendisinin hastalık olduğu fark edilmez bile.
İtibar ve sermaye birikimi peşindeki toplum -ki ikisi, bir paranın iki yüzü gibidir-, birikimsiz insanları nesne olarak gördükleri için söz konusu nesnelikten çıkmak için de ne pahasına olursa olsun bir itibar veya sermaye birikimini önceleyeceklerdir. Öncelik bir anlamda da öznelik/tanınma arzusudur. Toplum zaten herkesin özneliği veya herkesin önceliği diye bir kavramı hayal edemeyeceği için toplumdur. Bu anlamda toplum, herkesin düşmanıdır. Dostluk gibi ilişkiler itibar veya sermaye birikimini ve doğal olarak öznelik önceliğini geciktirdikleri için bir hastalık olarak görülür.
Toplum, borç yiğidin kamçısıdır! gibi ifadelerle üyelerini borçlandırarak itibar düzenine başkaldırma ihtimalini kontrol etmek için âşık olduğu ile evlilik yapması yerine başını bağlamayı yeğlemiştir. Dostluk veya aşk, birikim hastalığının nedeni olan başını bağlamaktansa kendi ilişkilerini veya bizatihi yaşamlarını bir sanat yapıtına dönüştürerek hastalığı aşmaya çalışır.
Obezite, göbeğin yağlanarak büyümesi veya şişmanlık, vücudun bir bölgesindeki dengesiz birikimi anlamında bir hastalık olarak görülebilirse, toplumun bazı kesimlerinin veya bazı kişilerinin birikimcil tavırları da tıpkı şişmanda olduğu gibi toplum için de bir hastalık sayılır. Bu hastalık toplumun kendisine zarar verdiği gibi çevresine de (diğer halklar) uzun vadede zararı dokunacaktır. Batı’nın mevcut birikimcil tavırları tüm dünyayı bu nevroza sokarak geriye her gün binlerce insanın açlıktan öldüğü bir Afrika kıtası bırakır.
Dünyanın mevcut borçlandırılma eğilimi durdurulmadığında, dünya yakın gezegenlerin Afrika’sı olmaktan kurtulamayacaktır.
[1] Jacques Jouanna ve Caroline Magdelaine (haz.), Hipokrates Külliyatı, çev. Nur Nirven, Pinhan, İstanbul, 2018, s. 11.
[2] Kojin Karatani, İzonomi, çev. Ahmet Nüvit Bingöl, Metis, İstanbul, 2018, s. 26, 57-58.
[3] Karatani, İzonomi, s. 58.
[4] Jouanna ve Magdelaine (haz.), Hipokrates Külliyatı, s. 25-27.
[5] Hipokrates Külliyatı, s.28-29; Karatani, İzonomi, s. 59.
[6] Hipokrates Külliyatı, s. 46.
[7] Platon, Yasalar, IV, 720a-d’den aktaran Hipokrates Külliyatı, s. 43.
[8] Troels Pank Arbøll, Medicine in Ancient Assur, Brill, Leiden ve Londra, 2019.
[9] Hipokrates Külliyatı, s. 303.
[10] Karatani, İzonomi, s. 130.
[11] Karatani, İzonomi, s. 131.