Bu yazı yayınlandığında artık seçime neredeyse 2 hafta gibi bir süre kalmış olacak. Ve son düzlüğe girilirken ilginç bir şekilde seçimin baş aktörleri AKP ve CHP’den çok, MHP ve BDP oldu. Her iki parti de güç veya güçsüzlükleri ile özel bir bakışı hakediyorlar. Kapsamlı bir analiz yapma iddiasında değilim ama önemli bulduğum birkaç notu paylaşmak isterim. MHP ile başlayalım..
Kaset komplosu ile tüm Türkiye’nin odağında MHP..Merak edilen, bütün bu olup bitenlerden sonra barajı aşacak mı, aşmayacak mı? Son kaset furyasından sonra 6 kişi daha istifa etti biliyorsunuz ve kasetleri yayımlayanlar, hedefte Bahçeli’nin olduğunu gizlemiyorlar. İki eğilim var. İlki ve yaygın olanı: Bütün bu olup bitenleri iktidar uzantıları tezgahlıyor. Hedef MHP’yi baraj altına itmek, böylece iki partili ve bağımsız adaylı bir TBMM’de AKP’ye yeni anayasa ve diğer adımlar için rahatlık sağlamak. Doğrusu AKP yanlısı medyada bu kasetler ortaya çıkmadan çok önce sıklıkla görülen “MHP baraj altında kalabilir” analizlerini ve peşine gelen “Kürt sorununun çözülmesi için MHP baraj altında kalmalı” fikirlerini okuyunca; ve kasetler patladığında Erdoğan’ın meydanlarda bu konuyu uzun uzadıya tadını çıkara çıkara işleyişini görünce gayet muhtemel bir durum diyebiliriz. Karşıt görüş ise (ki bunu daha çok AKP yanlısı medyada okuyoruz) Baykal’a kaset komplosunu kim kurduysa MHP komplosunu da aynı odakların yaptığı yönünde. Bu görüşe göre amaç Bahçeli’yi devirip MHP’nin başına daha iddialı bir ismi getirmek ve partiyi ayağa kaldırmak. Yani kompolunun hedefinde AKP var bu görüşe göre. Hatta ve hatta bu görüşün bir yan dalına göre hedefte Bahçeli’nin yerine MHP’lileri sokağa dökecek yeni bir lider arayışı var. AKP yanlısı medyada işlenen görüş bu. Olmaz diyemem, olabilir de, ama bu son görüşün ortaya atılması kaset işinden MHP’nin mağdur olduğu dolayısıyla oylarını koruyabileceği görüşünün öne çıkmasıyla aynı günlere denk geliyor. Yani AKP bu kaset işinin ters tepeceğini hissedince vites değiştirmiş ve buna göre yeni bir senaryo yazılmış olabilir. Zaten Erdoğan da son günlerde (yani aynı tarihten itibaren) kaset meselesinin fazla ağzına dolamamaya başladı.
Bütün bu skandalın orta yerinde tabii bu çapta bir komployu icra edenlerin saptanamaması gibi bir skandal yatıyor. Zaten bu işi iktidar uzantılarının yapmış olabileceği görüşünün en güçlü argümanı bu. Bugün emniyet artık ülkedeki en güçlü kurum, istediği yere, kozmik odaya bile girebiliyor. Bu durumda hem Baykal hem de MHP komplosu ile ilgili bir ipucu bile bulunamaması şüphe uyandırıcı. Fakat bu labirentte kaybolmak yerine bir adım daha geri çekilip MHP’ye bakacak olursak: Bu duruma düşmek esasen MHP’nin hayli güçsüzleştiğini de ortaya koyuyor. Sistemiatik bir komplo saldrısına maruz kalmak ve buna yanıt verememek, hatta Bahçeli rest çektiğinin ertesi günü 6 istifanın gelmesi, MHP’nin eski kudretli günlerinden uzak olduğunu göstergesi. Muhtemelen bu sezildiği için bu kolaylıkla komplo yapılıyor MHP’ye. Peki MHP neden güçsüz, neden eski günlerinde değil? MHP uzmanı değilim parti içi durumu bilemem, fakat öncelikle parti içinde bir sıkıntı olduğundan ve bunun epey eskiye dayandığından bahsedilliyor. Buna ilave olarak daha önemli olan bence şu: Kürt sorununda bir eşik aşılmış vaziyette. Türk milliyetçi tabanında artık eskisi kadar reaksiyoner bir dalga gözlenmiyor. Her zaman verdiğim örneği tekrarlayayım. Referandum öncesinde Habur, İnegöl ve Hatay olaylarına bakarak MHP’nin oy veya zemin kazanacağını düşünmüştük. Ancak MHP’nin güçlü olduğu yerlerde Evet oyunun da güçlü olduğu görüldü. Yani Batı ve Orta Türkiye düşünüldüğü kadar reaksiyoner bir dalgada değil, Kürt sorununda. Bunun iki anlamı olabilir. Ya artık sorunu umursamıyor ve bölünmeyi (ve “kurtulmayı”) kafasında kuruyor ya da bu işin, vizyonu sokak gösterilerinin ötesine geçmeyen bir partiyle çözülemeyeceğini anladı. Erdoğan cinsi milliyetçi/otoriter ama somut şiddet içermeyen bir ton daha makul bir seçenek olarak görünüyor olabilir. Tabii bunların hepsi gözlem, nihayetinde, bir fikir cimnastiği yahut. Fakat bence gerçek olan MHP bu seçimde barajı da aşsa, oylarını da artırsa MHP ideolojisinde bir tökezleme yaşandığıdır. Buraya bir mim koyalım çünkü bu tek başına olan bir şey değil, yani buraya tekrar döneceğiz.
BDP’ye gelelim. MHP’deki takattan düşme halinin tam tersinin BDP’de ve tabanında görüldüğünü söylemek abartı olmaz. Adayların ilan edildiği gün gözlenen güven, YSK’nin veto kararıyla daha da pekişti. Bölgede diri tutulan bir gerilimin hem AKP hem de BDP tarafından istenen bir durum olduğunu geçen hafta ve önceki hafta yazmıştım. Dolayısıyla oraya tekrar dönmüyorum. Ama AKP’nin de bilerek diri tuttuğu bu gerilim artak tamamen BDP’nin işine yarar hale geldi. Erdoğan bu gerilimin dindar ve burjuva Kürtleri okşayan tarafından yer almak istedi, bu yolla hegemonya kuracağını ve BDP’nin etkinliğini kıracağını düşündü ama mevcut durum pek bu tabloyu göstermiyor. Oy tablosuna nasıl yansır bilinmez ama AKP’nin azarlayıcı bir tonla devletin, statükonun ve Kürt burjuvazisinin yanında yer alması (ki bir sağ parti için gayet normal bir durum aslında, problem, tam tersini AKP’den beklemek) bölgede yoksullara dayanan BDP’yi güçlendirir hale geldi. PKK’lı cenazelerine artık on binler katılıyor, Erdoğan binbir güçlükle bölgeye gidiyor, gittiğinde kepenkler kapanıyor. Erdoğan bu tablo karşısında devletin 1993 çıkışlı bildik “kepenkler aslında kapattırılıyor” şarkısını söylüyor. AKP belki yine oy alacaktır ama günlük hayatta ve ideolojik hegemonya kurma açısından hiç olmadığı kadar sıkışmış durumda. Bunu sezen BDP AKP’yi muhtemelen daha fazla hataya zorlamak için CHP’ye jestler yapıyor, Erdoğan geldiğinde kapanan kepenkler Kılıçdaroğlu geldiğinde açılıyor, mitinglerine destek veriliyor vb. BDP’nin moral üstünlüğü ele geçirmesinin sandığa nasıl yansıyacağı şimdi denklemde en önemli bilinmeyen. Sokakların dili aynı biçimde sandığa da yansırsa yani AKP bölgede ciddi bir vekil kaybı yaşarsa bölgede ve Türkiye’de kartların yeniden karılacağı ortada.
AKP ile bitirelim. Son bir ayda Kürt sorunu bahsinde söylediklerinin yarısını mesela Tansu Çiller söyleseydi gerek liberal gerekse dindar kamuoyu tarafından yerin dibine sokulmuştu. Fakat kredisi hâlâ var. PKK ile BDP’yi bir tutması pek mesele edilmiyor. Devlet’in, merkez sağın (hatta Ergenekon tayfasının) pek sevdiği bu söylem eskiden liberal ve demokrat cephede lanetlenirdi. Şimdi es geçiliyor. Çünkü AKP ve medyası, BDP’nin elde ettiği etkinliğin farkındadır. Çatışma ortamının artık BDP’ye yaradığının da farkındadır. Ve ilk kez AKP herhangi bir kesim tarafından mağdur edilmeden seçime giriyor. TSK kışlasında bile değil, cezaevinde. Yargı büyük ölçüde kontrol altında. Anayasa Mahkemesi dahil. Dolayısıyla AKP’nin bu seçim öncesinde şikayet edecek bir gerekçesi yok. Bu durumda AKP ve medyası bir Ergenekon-PKK işbirliği modeline sarıldı. Onlar tarafından mağdur edilmiş bir halde seçim gitmek istemekteler. Bilemiyorum hala PKK ile işbirliği yapacak bir Ergenekon örgütü var mı? Bu soruya yanıt verecek konumda değilim. Fakat Ergenekon’u işin içine karıştırmadan rahatlıkla diyebiliriz ki Güneydoğu’da AKP’nin etkin olmayışı PKK’ın zaten istediği bir durumdur, bunu düşünmek için devletten iyi haber almaya ya da uzman stratejist olmaya gerek yok. Ama asıl mesele anladığım kadarıyla bu trendin uzun vadede AKP iktidarını tehdit edecek bir potansiyel taşıdığının yine AKP tarafından farkedilmesi. Yeni harekat hattı buna göre kuruluyor. Her neyse, bu Ergenekon-PKK işbirliği modeli işin doğrusu Türkiye’nin Orta ve Batı’sındaki AKP tabanını da pek ilgilendirmeyebilir. Çünkü Ordu ve yargı vesayetinde olduğundan farklı olarak bu sefer somut elle tutulur bir tehdit görülemiyor. Ötekilerde somut Anayasa Mahkemesi kararları, TSK muhtıraları vardı. Bu bahiste böyle bir güçlük var. Peki bu denklem içinde AKP ne yapıyor? Son aylardaki Erdoğan performansına bakıldığı zaman belki şunu söylemem mümkün: klasik devletin söylemini devralıp gayri-resmi silahlı unsurlarını devredışı bırakmak, MHP’nin söylemini devralıp partisini ve sokak gücünü devre dışı bırakmak ve eldeki mevcut muhafazakar söylemle liberal-rantçı- kalkınmacı ekonomik modeli harmanlayıp; sert davranabilen bir polis gücüyle tam iktidarı tesis etmek. Otoriter bir iktidar bu. Sokak gücüne, devletin illegal faaliyetlerine dayanmıyor, onları devre dışı bırakmış. Operasyonlarını polis ve TSK (ağırlıklı olarak polis) gücüyle yapıyor ama tüm enerjisini bu operasyonları söylem gücüyle meşrulaştırmaya ayırıyor, medyasına da bunu yaptırıyor. Yani toplumu bağırarak, azarlayarak, yeri geldiğinde tehdit ederek ikna etmeye dayalı bir iktidar modeli. Ne kadar işler, göreceğiz.
Agos, 27.5.2011