31 mayıs günü ve sonrasında Hopa’da yaşanan olaylar, ilk başlarda kendisinden ‘kendisine rağmen’ demokratlık beklenen AKP’nin iktidar organlarında kendini güçlü (ya da her çıkışın bir inişi olduğunu ve kendisi içinde inişin yakın olduğunu) hissetmeye başlamasıyla nasıl da otoriter bir totalitarizme evrildiğinin, bu yönde ne kadar ‘doğal’ davrandığının ve heveskarlığının göstergesi oldu. AKP’nin ve liderinin bu tavrının seçim atmosferinin gerginliğiyle açıklamak naiflik olacaktır. Aynı şekilde bu tavrın başbakanın liderlik tarzıyla da açıklayamayız. Ortada bir ‘İktidar’ uygulaması var.
Ama önce ‘olayı’ görmekte fayda var. Zira hem yazılı ve görsel medyada, hem de facebook gibi ağlarda o kadar çok ‘malumat’ yer aldı ki, doğrusu neydi, karıştı. Zaten medyanın ‘canlı haber’ merakının ne kadar spekülasyona neden olduğu ortada. Dolayısıyla (henüz ‘olay’ bitmiş sayılmaz ama) sonradan başa dönerek ne oldu diye bakmak faydalı olacaktır.
1. Neler oldu?
Daha önce iktidarın birçok bakanın, milletvekilin protesto gösterilerine maruz kaldığı Hopa’da başbakanın mitingi vesilesiyle de ESP, ÖDP ve Halkevleri tarafından bir protesto basın açıklaması tertip edildi. Başbakanın miting alanın karşısındaki (iki alan arasında şehir içi ve uluslararası duble yol var) Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan kalabalık önce dev bir CHP pankartının ve bağımsız milletvekili adayı Birsen Kaya’nın seçim pankartının olduğu meydandaki inşaata pankart asmak istedi. “Karadenizin asi çocukları çayına suyuna sahip çıkıyor”, “Tek yol sokak tek yol devrim-Halkevleri”, “Sularımızı sattırmayacağız” gibi pankartları asılmasına polis gazla müdahale etti. Topluluğun tepkisi üzerine polis geri adım attı, pankartlar asıldı. Başbakanın protestocuları görmesini engellemek amacıyla miting alanının etrafının bezlerle kapatılmış olmasına rağmen polisin binaya pankart astırmak istememesi gibi çevik kuvvet polisinin alandaki konumlanışı da aslında her halükarda protesto gösterisine saldırının baştan planlandığının kanıtı. Zira çevik kuvvet başbakanın miting alanı ile gösterinin yapıldığı alan arasında değil, protestocuların arkasına konumlanmıştı. İlk gerginliğin atlatılmasından sonra topluluk adına bir basın açıklaması yapıldı. Ardından da horon oynamaya başladılar. Bu esnada polis hiçbir uyarıya gerek görmeden gazla ve tazyikli suyla saldırıya geçti. Gazlı müdahaleden sadece göstericiler değil, onları seyreden meraklılar, meydandaki çay ocaklarının önlerinde çaylarını içip sohbet edenler de fazlasıyla etkindi. Polis kendisine karşı çıkan ‘herkese’ gazla ve copla saldırdı. Dükkânlara gaz bombası attı; karşı çıkan esnafları da gaz ve copla yanıtladı. Gazdan nasibini alanların arasında CHP Artvin milletvekili adayı Av. Yüksel Çorbacıoğlu ve bağımsız milletvekili adayı Birsen Kaya, meydandaki büfede oturan 5 yaşındaki bir bebek ve çocuklar da vardı. Bu andan itibaren de artık olay göstericilerle polis arasında bir ‘arbede’ olmaktan çıktı. Hopalılarla hemen hepsi ‘dışarıdan’ getirilen polis kuvvetleri arasındaki bir ‘muharebe’ye dönüştü. Tansiyonu daha da arttıran ise, gazdan etkilenerek kalp krizi geçiren emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölüm haberinin duyulması oldu. Hopa’da herkesçe tanınan ve sevilen biri olan Metin hoca başından itibaren olayları sakinleştirmeye ve polisin saldırısını engellemek için çaba sarf edenlerden biriydi. Metin hocanın ölüm haberine rağmen, olayların başından itibaren hiçbir şekilde AKP’lilere, miting alanındakilere karşı herhangi bir saldırı vb. olmadı. Polisle kitle arasındaki çatışmalarsa sokak aralarında hız kesmeden sürdü.
Protesto gösterilerinin bir türlü bitmemesinden dolayı mitingine 3 saat geç başlayan başbakan konuşmasını da kısa tutarak Hopa’dan hızla ayrılmak zorunda kaldı. Bu esnada otobüsün arka kapısındaki koruma görevlisinin araçtan düşmesi başka bir gerginlik yarattı. Polis telsizlerinden korumanın silahlı saldırı sonucu yaralandığı anonsu yapılması, korumaların etrafa ateş açması, hatta, hastane önünden geçerken başbakanın arabasını sözlü protesto eden Metin Lokumcu’nun abisi Mete Lokumcu’nun ayağının dibine ateş açılması, yaralı polisin hastaneden çıkarılması anında korumaların silahlarını çekerek ‘‘yine geleceğiz, Hopalılara gününü göstereceğiz’’ gibi tehditlerde bulunmaları yaşanan gerilimin ve panik havasının göstergeleri.
Mitingin bitmesi, başbakanın Hopa’dan ayrılması gerginliği bitirmeye yetmedi. Hopa sonrasında protestolarla karşılandığı Trabzon mitinginde başbakanın “ben Hopalıları adam bilirdim ama eşkiyalar Hopa’ya da inmiş” demesi ve olayların arkasında ‘terör uzantısı’ olduğunu ima etmesi polis ablukasının Hopa’da devam edeceğinin, gözaltıların olacağının da işareti oldu. Nitekim daha akşam saatlerinden itibaren polisin bir liste hazırladığı ve çok sayıda kişinin gözaltına alınacağı söylentisi, Ali Aksu’nun sahibi olduğu kafenin onlarca polis tarafından basılarak, Ali Aksu ve kafede bulunan, aralarında zihinsel özürlü olduğu polisçe de bilinen birinin de olduğu 10 kişinin dövülerek gözaltına alınmasıyla gerçeklik kazandı. Gözaltıların başlamasıyla protesto gösterilerine katılan onlarca kişi ‘kaçak’ durumuna düştü. 1 Haziran sabahı evinden gözaltına alınan İbrahim Aksu’nun kaburga kemiği kırıldı. Aynı gün, Metin Lokumcu’nun cenaze töreninden dönerken gözaltına alınan bağımsız milletvekili adayı Birsen Kaya ve arkadaşlarına darp edildi. İki kişinin gözlükleri kırıldı. Üçüncü günün sonunda gözaltı sayısı 31’i buldu. 64 kişilik olduğu öğrenilen listede ÖDP, ESP ve Halkevleri üye ve yöneticileri haricinde siyasi sabıkası olanlar da vardı. Listeyi görenler, Metin Lokumcu’nun adının da orada yazılı olduğu ve karşısında ‘öldü’ notunun düşüldüğünü ifade ettiler. Ayrıca o gün Hopa’da dahi olmayanların da isimleri çıktı listede. Bu durum listenin önceden hazırlandığını da düşündürüyor.
İlk gün, polis saldırısı sonucunda Metin Lokumcu’nun hayatını kaybettiği haberinin ülke çapında duyulması ile zaten gözü kulağı Hopa’da olanları harekete geçirdi. Aynı günün akşamında Ankara’da ve İstanbul’da protesto gösterileri oldu. Ankara, İstanbul ve İzmir barolarından avukatlar Hopa’ya gelerek hukuki sürece dahil oldular. Soruşturmanın Erzurum Özel Yetkili Savcı tarafından yürütüldüğünün öğrenilmesi başka bir gerilim noktası oldu. 12 Eylül darbesi günlerinde de gözaltına alınan ve tutuklanan Hopalılar Erzurum hapishanelerinde ve mahkemelerinde binbir işkenceye maruz kalmışlardı. Başbakanın ‘terör uzantısı’ iması üzerine durumdan tez vazife çıkaran Özel Yetkili Savcılık, polis terörüne uğrayan Hopalılara ‘terörist’ muamelesi yapmak için elinden geleni yaptı. Hopa sokaklarında 12 Eylül’deki gibi kimlik kontrolü yapmak istediler. Ama esnafın ve halkın tepkisi üzerine geri adım attılar. Gözaltındakiler önce ailelerine ve avukatlarına haber verilmeden sabah erken saatlerde Erzurum’a sevk edildi. Erzurum’da avukatlarla görüşmeleri engellendi. Savcılık, her ‘şüpheli’ için bir avukat zorunluluğu getirerek hukuka ‘Erzurum yorumu’ getirdi. Gözaltındaki bazı gençler sindirilerek avukatsız ya da uydurma CMUK avukatı eşliğinde ifade vermeye zorlandı. Keyfi bir şekilde maksimum gözaltı süresi olan 4 günü doldurmadan savcılığa çıkarılmadı içerdekiler.
Avukatların yoğun çabası sonucu gözaltındakilerden 12 tanesi ‘terör’ suçundan değil ‘polise mukavemet ve devlet malına zarar vermekten’ tutuklandı. 19’u savcılıktan serbest bırakıldı. Böylece Özel Yetkili Savcılık eliyle Hopa’ya geçirilmek istenen ‘eşkıya’ komplosu boşa çıkarılmış oldu. Ama dosyanın hala Özel Yetkili Savcılıkta olması bir gerilim kaynağı. Hala arananlar normal hayatlarına dönemediler. Ergenokon operasyonlarında olduğu gibi uyduruk gizli tanıklıklar üretilerek davanın seyrinin değiştirilmesi de akla gelen şeylerden biri.
31 Mayıs-6 Haziran günleri arasında Hopa’da yaşananlar ezcümle bunlardı. Bu kısmı bitirirken iki şeyi daha belirtmek gerekir. Hopalılar polisin tavrının ‘bir avuç gösterici’ye değil tüm Hopalılara karşı olduğu noktasında hem fikir. Nitekim Hopa’daki sivil toplum örgütlerinin (Ticaret Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Muhtarlar Derneği, Turizm Derneği, ADD, Şöferler Odası) yaptığı basın açıklamasında da olaylara ‘dışarıdan’ gelen polislerin tavrının neden olduğu belirtilerek Hopa’daki OHAL’in kaldırılması talep edilmiştir. Bir başka şeyde, halkın polisin bu OHAL uygulaması karşısında sinmeyerek kararlı bir duruş sergilemesi.
2.Erdoğan’ın Hopa ‘sevdası’
Şimdi yeniden Hopa’da ihya olan İktidar’a dönelim. İktidar –her türlüsü- güçlendikçe daha totaliter ve daha otoriter bir hale dönüşür. Kendisine boyun eğmeyen, gücünü tanımayan en küçük bir güce, iradeye, itiraza dahi tahammül edemez. Çünkü İktidarın, her şeye muktedir olduğunu ‘göstermesi’ için yeni zaferlere, yeni fetihlere ihtiyacı vardır. O sıradanlaşmamak için hep bir önceki rekorunu aşmak, kendi rekorunu kırmak zorundadır.
Hopa, eskiden beri İktidar için tarumar edilmesi gereken bir ‘kale’dir. Fatsa’ya ‘Nokta Operasyonu’ yapıldığı günlerde Milli Gazete’nin manşeti “Fatsa’yı bırak Hopa’ya bak”tır. Fatsa’ya operasyonun sürdüğü günlerde Hopa’da miting yapmak isteyen Erbakan, konuşması sırasında kendisine soru soran bir vatandaşa ‘susturun bu piçi’ demesi üzerine çıkan olaylarda apar topar Hopa’yı terk etmek zorunda kalmıştı, ekibindeki bazıları ‘denize dökülmüştü’. O zamanlar Hoca’nın tevhidi tedrisatından geçenlerden biri olan Erdoğan, bu çocukluk travmasını belki de atlatamamıştır. Erdoğan’ın, bütün seçim mitinglerini il merkezlerinde yaparken Artvin mitingini merkezde değil de, ya da Hopa’nın yanı başındaki, belediye başkanlığının da kendi partisinde olduğu Arhavi’de değil de ısrarla Hopa’da yapmak istemesinin altında yatan neden belki de bu çocukluk travmasıdır.
Erdoğan’ın diğer partiler ile polemiklerine baktığımızda da bu ‘kale düşürme’ hırsını görebiliriz. Örneğin CHP ve MHP’ye Fırat’ın doğusuna gidemezsiniz diye yüklenmesi. Ya da İzmir’i, Antalya’yı CHP’den almak istemesindeki hırsında olduğu gibi. Belki unutulmuştur, son yerel seçimlerde Rize’de sadece Çamlıhemşin’de seçimi kaybetmesi üzerine, orası için de ‘virüs’ benzetmesi yapmıştı iktidar. Erdoğan, Hopa’yı da kendi rengine katmak istiyor. Hopa gibi küçük kentin solcu alâmetifarikasının değişmesi koskoca iktidarın gücünün göstergesi olabilecek bir değerdedir, onlar için. Bu durum aslında muhalefet açısından da tersinden böyledir; “hala başeğmeyen bir Hopa var!”
Erdoğan ‘Hopa kalesini’ düşürmek için Artvin’e gelmiştir. Ama düşürmek bir yana Hopalıların surlarını daha da berkitmelerine neden olmuştur.
Diğer taraftan, Hopa’nın bu ‘kurtarılmış kale’ intibasına da bir bakmak lazım. İktidar için rengi değiştiğinde gücünün bir göstergesi olabilecek kadar değerli bu ‘intiba’nın sosyoloji nedir? Ya da Erdoğan neden Hopa’yı hedef seçmiştir?
Son yıllarda özellikle, çay sektöründe yaşananlar ve derelerin HES şirketlerine satılmasından dolayı ortaya çıkan sorunlara karşı muhalefetin dayanak noktalarından birini temsil ediyor Hopa. Neo-liberalizmin Karadeniz için iki anlamı var: ÇAYKUR’un ve doğanın özelleştirilmesi. 90’lı yıllardan itibaren sürekli olarak ÇAYKUR’un kapasitesi daraltılarak, kota-kontejan uygulamalarıyla üreticileri şirketlerin keyfiyetine terk edilmesi, çay üreticilerini büyük bir çaresizliğe mahkum etmiş durumda. Çay üretimi bölgenin esas gelir kaynağı, dolayısıyla bu konudaki belirsizlikler ve sorunlar bölgenin bam tellerinden biri.
İktidarın Karadeniz için diğer planı, bölgenin ‘turizm ve enerji cenneti’ yapılması. Karadeniz’in ‘turizm ve enerji cenneti’ yapılmasının tek anlamı var: En başta gerçekten cennetten birer parça olan vadilerin, yaylaların, parkların sermayenin kullanıma açmak, buralardaki doğa ile iç içe geçen yerel kültürlerin birer tüketim nesnesine dönüştürülmesi. Halkın tepkisine, yargı kararlarına rağmen devam eden HES inşaatları bir çok vadinin tahrip olmasına, ormanların parçalanmasına ve bölgeden göçün hızlanmasına neden oldu şimdiden. DSİ’nin Karadeniz için daha ikibini aşan HES projesi var.
Sermayenin Karadeniz’e yönelik bu işgal hareketine karşı gelişen muhalefetin en sağlam noktalarından biri Hopa. Hopa’nın 12 Eylül’e rağmen Doğu Karadeniz’de muhalefet içinde taşıyıcı, besleyici ve doğurgan bir kenttir diyebiliriz. Çay üreticilerinin mitingleri, festivalleri, derelerin satılmasına karşı mücadelesi, liseli gençliğin hak arayışları, yerel yönetimde söz sahibi olma konusundaki girişimleri ve 2004 seçimlerindeki başarıları gibi birçok alanda Hopalılar aktiviteleriyle hep bir adım önde olmuşlardır.
Hopa’ya dair en yüzeysel bir gözlem ‘sol’un sadece bir grup dinamiği değil de, toplumun bütün katmanlarında izine rastlanan bir kültür haline geldiğidir. Burada sol kavramını tırnak içinde yazıyoruz çünkü kitapla uyumlu bir soldan bahsetmiyoruz. En genel olarak ‘sağ’ geleneğe karşı olan laik, halkçı, eşitlikçi ve en önemlisi örgütlenme bilincine sahip bir topluluktan bahsediyoruz aslında, sol derken. Elbette bu topluluk içinde, kalbindexxx hakiki sol/sosyalistler de var; hem sosyallikleriyle hem de eylemleriyle.
Sol’un bir kültür olarak toplumsallık kazanabilmiş olması, kuşaklar arasında kopuklukların çok yaşanmamış olmasından ileri geliyor, büyük oranda. Türkiye’de siyasal kültürde en önemli sorunlardan biri darbe dönemlerinin kuşaklar arasında yarattığı kopukluğun getirdiği ‘unutkanlık’ olduğu söylenebilir. Bu ‘unutkanlık’ sadece o dönemlerde yaşanan acıların bilinmemesi anlamında değil, o kuşağın bütün deneyimlerinin sonraya aktarılamıyor olması da demek. Hopa’nın bu açıdan şanslı bir yer olduğu söylenebilir. Çünkü Hopa’da birkaç kuşak solcuyu bir arada bulabiliriz. 68’li yılların TİP’lileri, 80 öncesinin devrimci ağabeyleri/ablaları ve 90’lı yılların toy devrimcileri… Bu kuşaklar biraradalığı geçmişin geçip gitmesini engelliyor, anıları taze kılıyor, ‘o günlerin hatırına’ bu günlerde de bir şeyler yapabilme gücünü ve/ya mecburiyetini yaratıyor. Bu birikim yeni nesil için en azından bazı sol değerlere ve edalara aşinalık fırsatı yaratıyor.
Hopalıların İktidar’la duygusal olarak soğuk olmasının nedenini, içinde sol renkleri üreten, etnik-kültürel kimliğinin tarihsel sürecinde de aramak gerekir. Lazıyla, Hemşinlisiyle, Lomuyla zaten iktidarın ‘tekçi’ anlayışından farklılık gösterirler. Kendi aralarında bazı ötekileştirme siyasetleri olsa da bu hiçbir zaman ortak toplumsallığı bozacak bir hale dönüşmeden bir arada yaşamayı başarmış bu etnik topluluklar, iktidarın ‘tekçi’ siyasetinin ‘ötekisi’. İktidarın asimilasyon siyasetleri zaten bu etnik kimliklerde bir farklılık farkındalığı yaratmıştır. Kişiler iktidardan yana olduklarında bile bu farklılık bilinci varlığını hissettirir. Hopalıların muhalif asabiyetinin bu etnik kimliklerin egemen kimlik tarafından baskı altına alınması sürecinin bir bakiyesi olarak değerlendirmek bu açıdan temeldir. Geçerken belirtelim, AKP’nin ilçedeki temel desteği çeşitli sebeplerle (bir kısmı kriminal) ve yollarla Hopa’ya gelip yerleşen Rizelilerdir. Lazlardan, Hemşinlilerden farklı olarak bir kültürel/etnik kimlik dinamiğine sahip Rizelilerin ‘dışardanlık’ hallerinden dolayı iktidara/devlete daha yakın durarak ayakta kalmayı ve bu sayede ‘yerliler’le baş edebilmeyi bir yaşam stratejisi olarak benimsedikleri söylenebilir.
Hopa’ya yapılan saldırı konusunda Hopalılarda oluşan nerdeyse yüzde yüzlük blok tutum elbette dini gericilik ve devlet baskısına karşı bir duruşu barındırıyor. Ancak bu meselenin özü değil. Burada yaşayan halk, polisin vahşi saldırısında egemenin copunda, gazında, öldürmesinde, tutuklamasındaki göz karalıkta kendi kimlik ve değerlerini ortadan kaldırmaya dönük sinsi bir plan gördü. Farklı etnik-kültürel geçmişleri nedeniyle tarihsel korkuları kuşaktan kuşağa taşıyan Hopa halkı, 60’lardan itibaren devrimcilere kendilerini kötülüklere karşı koruyacak bir tür “fedailik” misyonu vermiş durumda. Yani burada toplumsal kültürel dokunun her katmanına sinmiş bir devrimcilik söylemi ve sahiplenişi söz konusu. Buradaki ‘devrimcilik’i bütünüyle, bilenen manada sosyalist devrim tasavvuru etrafında kenetlenme olarak algılamak yanıltıcıdır. Hopalılık’ı oluşturan kültürel-etnik dokunun kendini koruma ve savunma mevzisi ancak ve ancak bu sol tasavvurla samimi bir muhabbetle mümkün olabildiği için devrimcilik söylemi bu kadar meşru-sıradan-doğal biçimlerde sahiplenilebiliyor.
Hopalıların bu düzeyde ülke kamuoyunda sahiplenilmesinin nedenlerinden ikisi şunlardır. Birincisi Hopa’dan ülkenin diğer şehirlerine göç eden hemşerilerimiz ya da öğrencilerimiz bulundukları yerlerde muhalefet pratikleriyle o ya da bu düzeyde ama mutlaka ilişkili olan insanlardır. Az önce bahsettiğimiz devrimcilik söylemlerinin doğallığı ve aleniliği onların sosyalliklerini genişleten bir etmendir.
İkincisi ise ülkedeki toplumsal muhalefetin 30 yıldan fazla süredir devam eden başarısız, parçalı, yerleşik olmama, gün geçtikçe sosyal dokudan kopuk olma halinin bıktırıcılığının toplumsal bir vaha beklentisine yanıtı Hopa’da, Hopalılık aranması. Tıpkı Tekel direnişinde, Koordinasyon deneyiminde aranan gibi.
İktidarla aynı sudan içmeyen, aynı yoldan gelmeyen bir tarih-kültür birikimine sahip Hopalılar. Bu sadece seçim istatistiği ile ilgili ve sınırlı bir mesele de değildir. İktidar, Hopa’yı solun kalesi olarak görüyor. Artvin içinde, bölge içinde muhalefeti kırmak için kilit halka olarak görüyor. Gücünü de burada sınamak ve göstermek istiyor. Erdoğan’ın Hopa ısrarının arkasında yatan neden de bu.
31 Mayıs günü, başlangıçta pek de kalabalık olmayan bir topluluk tarafından yapılan protesto gösterisini iktidarına düşen gölge olarak görüp yok etmek için ‘imamın ordusu’na talimat veren Erdoğan, devamında da ısrarla protestoları ‘terör’ ile ilişkilendirmeye gayret etmiştir. Erdoğan, iktidarına karşı bütün muhalefeti bir şekilde ‘terör’ ile ilişkilendirme gayreti ve kolaycılığını ‘mağduriyet’ üzerinden geliştirdiği söyleminin bir devamı olarak işletiyor. Trabzon mitingindeki hem Hopalılara ‘eşkıya’ demesi hem de polis saldırısı esnasında gazdan dolayı kalp krizi geçirerek ölen Metin Lokumcu için sarfettiği sözler iktidarın eziciliğin ve kayıtsızlığın ‘daniskası’. İmamın medyasının Metin hocanın taş atanlardan biri olarak gösterme gayreti de bunun üzerine ekleniyor. Oysa anlamadıkları şey, zaten o gün uğradıkları muamele karşısında insan olanın taş atmasının ‘normal’ olduğudur. Tıpkı, Lübnan sınırında taş atan Edward Said’in yaptığı gibi. Tıpkı, Filistinlilerin İsrail polisine, askerine karşı onurlarını taşla, sapanla savunmaları gibi. Erdoğan ve iliştirilmiş medyası protestoyu, pankartı ‘terör’ addediyor.
Erdoğan ve ‘imamın ordusu’, Ergenekon soruşturmalarında kullandığı taktikleri aynen bu ‘dava’da kullanmak istiyor. Hopalıların AKP iktidarının uygulamalarına ve 31 Mayıs’taki polis saldırısına karşı tepkisini ‘terör örgütü’ işi olduğu iması bu anlama geliyor. Buradaki ‘terör örgütü’ tanımlamasının gittikçe daha soyut bir kavram olarak her olaya uygulanacak bir şablon olarak bu kullanımına dikkat etmek gerekiyor. Diğer taraftan, herkes anlamalıdır ki, Hopalıların yargılamasında Ergenekon taktiklerinin bir karşılığı yok. Hopalılar, stk temsilcilerinin (Ticaret Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Taşıyıcılar Kooperatifi, Çay Ekicileri Kooperatifi, Muhtarlar Derneği, ADD, Artvin Turizm Derneği) ve Hopa Belediye Başkanı Turan Kasımoğlu’nun açıklamalarına yansıdığı gibi olayların nedeninin polis saldırısı olduğu konusunda hem fikir. Erdoğan’ın, basına yansıyan, olayların bir gün önceden başladığı, ve Metin Lokumcu’nun da olayların içinde olduğu, hedefin kendisinin Hopa’ya sokmamak olduğu, korumanın atılan taşlardan dolayı düştüğü yönlü açıklamaları tamamen yalana, yanlış bilgilendirmeye dayanıyor. Olaylardan birgün önce Hopa’da herhangi bir olay olmamıştır. Korumanın Rize’de hastanede muayenesinden sonra yapılan açıklamada taştan dolayı bir yaralanmanın olmadığı açıklanmıştır.
Diğer taraftan bu olayın üzerinden Ergenekon gibi bir davanın/yargılamanın yaratılması, tutuklu Hopalıların uzun süre içerde kalmaları, yeni gözaltı ve tutuklamaların olması vb. Hopa’nın iç barışını zorlayacak hatta bozacak bir duruma neden olma ihtimali, en çok korkulması ve üzerine düşünülmesi gereken konudur. ‘Yerli’ Hopalıların, ağırlıklı bir nüfusunun ‘dışardan’ gelenlerin oluşturduğu AKP’li Hopalılarla karşı karşıya gelmesine neden olacak her türlü durumun engellenmesi için bütün tarafların üzerlerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyor.