Hapishane sakinlerinin de diğer bütün insan grupları gibi kendi ahlakı, normları ve hatta kültürü olan toplulukları vardır. Her ne kadar sivil toplumun bireyleri olarak, bu toplulukları ve “anlaşılmaz” etik değerlerini onların bizi ve bizimkileri gördükleri kadar kendimize uzak görsek de, aslında ayrım akıllara durgunluk verecek derecede incedir. “Hücre 211” filmi bize bunun somut bir örneğini sunuyor.
Hapishanedeki yeni işine ortam hakkında fikir edinmek için bir gün erken giden talihsiz Juan kendini bir isyanın ortasında bulur. Ayaklanan mahkûmlar ile çevrili olduğunu fark edince ertesi gün gardiyan olması beklenen talihsiz adam kendine yarattığı suçlu rolüyle araya kaynayarak hayatta kalmaya çalışır. Çok geçmeden rolünün içinde kaybolması nedeni ile hapishanenin normlarının ve kültürünün kendi benliğine sızmasına mani olamaz. Hamile eşinin ölümü ile gelen son darbeden sonra, iki gün önceki utangaç ve ahlaklı Juan gerek davranışları gerek inancı ile bir suçluya dönüşür. Artık kaybedecek bir şeyi kalmayan Juan gizlice irtibatta olduğu kamu görevlilerinin dünyası ile bağını tamamen koparıp kendini son günlerde edindiği mahkûm içgüdülerine ve hapishanenin ağır ağabeyi Malamadre ile kurduğu arkadaşlığa bırakır.
Belki de takım elbisesi, temkinli tutumu ve nazik üslubu olan “saygıdeğer vatandaşlar” ile onların korku ile yaklaştığı suçluları ayıran şeyler parmaklıklardan ibaret. Belki de “yeterince dibe vurmak” insanın her suçu işleyebilmesi için yeterlidir. Belki de kim olduğumuzu “doğuştan bize armağan edilmiş bir vicdan” veya soylu etik değerlerimiz değil toplumun bize muamelesi belirliyor. Hatta belki de o parmaklıkların arkasındakiler bize sandığımızdan daha yakın.
Sadece birkaç maddi ve manevi kayıp uzaklık, bütün bir topluluğu toplumdan soyutlamak, şiddet dışındaki ifade yöntemlerinden mahrum bırakmak için yeterli bir güvence midir?
İsyan etme sebebi hapishane şartlarının insanlık dışı olması olan mahkûmlara statükoyu değiştirmek için yasal bir patika sunulsaydı işler belki de “özel tim ile yapılan bir katliamı zorunlu kılacak noktaya” gelmezdi. Özgürce dolaşan sözde medeni insanların Juan örneğinde olduğu gibi “suçluluk seviyesine alçalması” gibi bu seviyede bulunan birinin “kendini ifade etmek için şiddete gerek duymayacak bir seviyeye” gelmesi mümkün. Toplumun daimi, eşit ve vazgeçilmez üyelerine bahşedilen hakların aslında onlardan sadece ince bir çizgi ile ayrılan hapishane sakinlerine bahşedilmemesi belki de sorgulamaya sandığımızdan daha açık bir konudur…