Polisler arasında Aziz Yıldırım… Sedyede Aziz Yıldırım… Hastane koridorlarında Aziz Yıldırım… Emniyetteki fişleme fotoğrafıyla Aziz Yıldırım… Bu resimlerin hepsi hakkında ayrı ayrı konuşulabilir ama yapılması gereken hepsinin oluşturduğu resme bakmak belki de.
"Türkiye misal bir Danimarka mıydı ki, bir Pazar sabahı uyandığımızda, “Amannn tanrım, futbolda şike miiii?” diye heyecanlandık? (Danimarka Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2010 raporuna göre yolsuzluğun en az olduğu ülkelerden birisi)" Elbette öyle değil ama olan şu: Memleket futbolunun egemeni “üç İstanbullu”dan birinin işin içinde olduğu daha önce hiç bu kadar ayan beyan açığa çıkmamıştı. Ülkede her zaman konuşulan, herkesin bildiği sırlar ortaya bu kapsamda belki de ilk defa döküldü. Yoksa şike-bahis-maç manipülasyonu konusunda en basitinden girin Federasyon’un internet sitesine “şike” yazıp aratın, karşınıza gelenlere bakın: Ceyhanspor’dan Mezitlispor’a, Şırnakspor’dan Hicret Gücü Gençlik Spor’a, Samsunspor’dan İstanbulspor’a kadar birçok takımla ilgili inceleme yürütüldüğünü, karar verildiğini göreceksiniz. (Hatta “Bochum Savcılığı”nın adını da!)
On yıllardır halının altına süpürülüp duran, on yıllardır sürüp giden bir fütursuzluktan söz ettiğimizin farkındayız değil mi? Ali Şen misal, 1974’te milli takım koordinatörüyken bir İsviçre maçı öncesi maçın hakemini nasıl “kafalayıp” Türkiye’nin maçı kazandığını anlatmadı mı televizyonda? Yine Şen, Galatasaray’ın olaylı Neuchatel Xamax maçından masa başında nasıl zaferle ayrıldığını anlatırken “diplomasimizden” gurur duymadık mı? Sedat Peker’in teknik takibe yakalanan konuşmalarını okuyup geçmedik mi? 2005’teki “İsviçre meydan muharebesi” “organizasyonu”nu etraflıca kurcalamaya gerek görmedik, zira dört yanımız düşmanlarla çevrili değil mi? Şimdiki operasyonda gözaltına alınan, Olgun Peker’le-Bülent Uygun’la menajerlik şirketi ortaklığı yapan birisinin 1997-98 sezonunda Fenerbahçe adına Şekerspor kalecisine şike teklif ederken yakalanan, daha sonra beraat eden isimlerden olduğunu da hiçbir yerde okumadık, zaten medya söz konusu kişinin akıbetine dair fikri takip yapmamıştı…
Mevzunun “neden şimdi”sinin, seçilen aktörlerin hepsinin bir anlamı olabilir; ihtimal, vardır da. Ve fakat tüm bunlardan “ama başkaları da yapıyor, onlar neden görülmüyor”a varmak bir Türkiyeli hastalığı olsa gerek. Zira bu söylemin içinde barındırdığı anlam dünyası şuna işaret etmiyor mu biraz da?: “Tüm bu hikâye bu boyutlarıyla ortaya serilmeseydi olan biten yine umrumuzda olmazdı. Şampiyonluğumuzun tadını doya doya çıkarmaya devam ederdik.” Oysa onca eveleme gevelemenin ortasından yükselmesi gereken, “Bu işler gerçekten böyleyse her türlü cezayı alalım, takım aşkıyla, gerçek taraftarlıkla takımın kaçıncı ligde olduğu arasında hiçbir ilgi yoktur” lafını o kadar az kişiden duyuyoruz ki…
Meselenin sadece Fenerbahçe meselesi olmadığını da herkes biliyor; tüm o örnek dayanışmaların(!), usta yorumcuların seslerinin çıkmamasının, “timsah gözyaşları”nın arkasında yatanı anlamak için “Baba” filmlerini izlemek bile yetmez mi? Onu bırakın, Aziz Başkan’ın Adnan Polat’la yaptığı bir telefon konuşmasında söylediği “götü kalkmış Anadolu” tasvirinden de mi anlaşılmaz?
Yıllardır söyleyip dururuz, Türkiye futbolunun açmazlarından biri üç İstanbullunun kendilerini esas oğlan, diğer takımları figüran sayan; senaryoya istedikleri gibi müdahale hakkını kendilerinde gören anlayışlarıdır. Bu anlayışa medyasıyla, taraftarıyla, yorumcusuyla, futbolcusuyla eklemlenen “futbol kültürsüzlüğü” de söz konusu açmazı derinleştirdikçe derinleştiriyor.
Kuşkusuz, öyle bir günde çözülecek bir algı dünyasından söz etmiyoruz. Kuşkusuz, “masumiyet karinesi”ne inanalım. Kuşkusuz, tüm bu olan bitende bir “günah keçisi” olarak Aziz Yıldırım’ın yalnız kalmaması, yanına başka bir sürü ismin de eklenmesi gerekir gibi geliyor herkese. Ve fakat Fenerbahçelilerin Aziz Yıldırım’ın, Fenerbahçe’nin ismi soruşturmada bu kadar ortadayken sürekli gündeme getirdikleri “Neden sadece biz?” sorusunun sakilliğiyle de yüzleşmesi gerekiyor herhalde (Gönül ferahlığıyla “Bizim başkan öyle şeylere bulaşmaz” diyebiliyorlarsa mesele yok!). Ki, benzer bir soruyu başka takımların taraftarlarının da aynı netlikle sorması şart: “Soruşturmada bizim takımın başkanı, yöneticisi neden yok? Gerçekten bu işlere bulaşmayacakları için mi, yapıp ettikleri bu seferlik ortalığa dökülmediği için mi?”
Aslında sahici taraftarlığı gösterme fırsatının ayaklara kadar geldiği zamanlardayız. Bu soruşturma bitip mahkeme kararı çıktığında mesela şike azalır mı, teşvik primi biter mi? Herhalde kimse “evet” demiyor. Yine de hiç değilse bazılarının zihin dünyasında sırf başarıya odaklı sevdanın yerini doğru, dürüst mücadelenin almasına vesile olursa ne âlâ. Yoksa “Sadece bize değil başkalarına da vurun” mızmızlanmasından, birilerine laf sokmadan öteye gidemeyip, başkalarına yaptığımız adaletsizlikleri es geçip ancak işimize gelince adalet diyeceksek; Digitürk aboneliklerinin ne olacağından, Süper Lig’in marka değerinin kaybolacağından konuşup duracaksak en büyük taraftar olmakla övünmeye devam edebiliriz…
Not: Yazıyı yazarken birçok başka kulüpten ismin de, eski Federasyon Başkanı’nın da ifade vermeye çağrıldığı haberleri ajanslara düştü. Yazıdaki mevzunun tek başına Aziz Yıldırım olmadığını tekrara gerek var mı?