Bence işin rengi belli olmaya başladı… 28 Şubat’ın önde gelen figürü, emekli general (faal-emekli mi demeliydim?) Doğu Silahçıoğlu’nun Cumhuriyet’teki (3 Şubat) “Çıkış Yolu” başlıklı yazısını okuduktan sonra, 27 Mayıs öncesinin halka çağrısına (555K, Beşinci Ayın Beşinde Kızılay’da) nazire 222A’nın (İkinci Ayın İkisinde Anıtkabir’de) hakiki içeriği daha bir belirginlik kazanıyor. Bu önemli yazıyı size özetlemek isterim.
Yazının spotunda, “Çıkış Yolu”nun olmazsa olmaz unsuru saptanıyor önce: “Laik Cumhuriyeti savunmaya kararlı her yurttaş, hükümetin antidemokratik uygulamaları karşısında, toplumsal tepkisini olanca gücüyle ortaya koymalı; anayasal kurum ve kuruluşların da desteğinde, halkın geniş katılımıyla bir ulusal cephe oluşturulmalı ve AKP hükümeti en kısa sürede iktidardan uzaklaştırılmalıdır!..”
Yazara göre, teorik olarak üç yöntemden söz edilebilir bu amaca ulaşmak için: Siyasal, hukuksal ve Toplumsal yöntemler… Yazar, gerek siyasal yöntemin aracı olarak gösterdiği gensoru önergesi vermeyi, gerekse de hukuksal yöntemin aracı olarak gösterdiği parti hakkında kapatma davası açmayı “sonuç alınmasını engelleyebilecek faktörler” nedeniyle geçtikten sonra, yegâne çare olarak gördüğü “toplumsal yöntem”e geliyor. Bu yöntem pratikte şöyle uygulanacakmış:
“Atatürk Cumhuriyetini savunan ‘ulusal cephe’ nin tüm yandaşları meydanları doldurmalı; milyonlar nereye gerekiyorsa oraya yığılmalı, nereye gerekiyorsa oraya çıkarılmalıdır...”
Yazıda nihai amaç da şöyle belirlenmiş: “(Hedef) sonunda hükümeti yönetimden çekilmeye mecbur etmektir.”
“AKP’NİN YENİDEN KAZANMAMASI İÇİN...
İyi de, ya bu türden “kurumlarla birlikte yürütülen” operasyonlar sonrasında devrilen hükümetlerin yerine benzerlerinin gelmesi nasıl önlenecek? Önlenecek mi? Yazara göre evet:
“Ne var ki ‘AKP’ bir şekilde iktidardan uzaklaştırılsa bile, bu yöntemin başarıya ulaşması da bir diğer gelişmeye bağlıdır. O da; ‘Atatürk Cumhuriyeti’ yandaşlarının genel seçimler sonrasında siyasal iktidarı ele geçirebilmeleri ve yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı sağlayabilecek önlemler geliştirmeleridir. Çünkü ‘AKP’ ya da onun ardılları, seçimi yine kazandıkları takdirde, değişen bir şey olmayacak, bugünkü resim yeniden ortaya çıkacaktır!..”
Bir daha tekrarlayalım mı: “‘Atatürk Cumhuriyeti’ yandaşlarının genel seçimler sonrasında siyasal iktidarı ele geçirebilmeleri ve yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı sağlayabilecek önlemler…”
Peki, bu nasıl olacak? Paşa işte bu noktada yazısına “Tarihsel öğreti” diye bir ara başlık koyuyor ve gayet masum bir 27 Mayıs hatırlatması yapıyor:
“Bilindiği üzere tarih geniş bir öğreti alanıdır. Hiç kuşku yok ki benzer olaylar her zaman aynı sonuçları doğurmasa da, gelişmeler belli çizgide seyretmektedir!.. Geçmişte yaşananlar; içinde bulunduğumuz sorunlar karşısında bize bir çıkış yolu göstermektedir!.. ‘27 Mayıs 1960 Devrimi’ öncesinde, DP iktidarının siyasal baskılarına ve antidemokratik uygulamalarına karşı, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü TBMM'de seslenmektedir: ‘Baskı idaresine millet bütün namuslu teşkilatıyla, bütün sade vatandaşlarıyla direnecektir!.. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur!.. Eğer insan hakları yaşatılmaz, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa, ihtilal behemehal olur!.. Şartlar tamam olduğu zaman, milletler için ihtilal meşru bir haktır!.. Fakat ihtilal aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği, çetin ve tehlikeli bir ameliyattır!..
Yazar, bu hatırlatmadan sonra, ihtilalden önce yapılması gerekenleri de gene o günlere dönerek şöyle hatırlatıyor:
“Siyasal yönetimlerin her zaman meşru girişimlerle el değiştirmesinden yana olan İnönü, bunu gerçekleştirebilmek için o dönemde, parti olarak geniş ve kapsamlı bir kampanyanın yürütülmesinden ve iktidara karşı: basın, üniversiteler, gençlik, meslek kuruluşları ve halkın da içinde yer alacağı geniş bir cephenin oluşturulmasından yanadır!..”
NOKTA'YI HATIRLAMANIN TAMA ZAMANI
Nokta’nın “2004’te iki darbe atlatmışız: Sarıkız ve Ayışığı” kapağıyla çıktığı hafta, ben, başlığı şöyle olan bir değerlendirme yazısı kaleme almıştım: “Günlük’leri okuduktan sonra günümüzdeki kitlesel eylemlerin ‘sivil’liğine inanmak çok zor.” (O günlerde, 14 Nisan’daki ilk Cumhuriyet Mitingi için yoğun hazırlıklar sürdürülüyordu.)
Bu inancımı, “Sarıkız” darbe girişiminden vazgeçilme gerekçesi olarak gösterilen şu satırlara bağlıyordum o yazıda:
“Herkes durumdan rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama hiç kimse bu gidişin bir darbeyle düzeltilmesini istemiyor. Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermelerini ve bizim onlara destek vermemizi istiyorlar.”
O yazıda aynen şu analizi yapmıştım: “Doğrudan bir darbe tehlikesi içinde değiliz bugün, fakat 14-15 Nisan’daki Anıtkabir yürüyüşü dahil, örgütlenen kitlesel sivil hareketlerin tümüyle ‘sivil’ olduğunu söylemek de saflık olacaktır. Şöyle diyebiliriz: Siyasete müdahale ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece görünürde meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilecektir önümüzdeki dönemde.”
Ben bunları yazdıktan bir hafta sonra Nokta’nın kapağından “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birlikte hareket edebileceği sivil toplum kuruluşları” çalışmasını yayımladık. Mesele o noktada benim gözümde bütünüyle netleşmişti. Şimdi de 222A gibi sembolik tercihler, Doğu Silahçıoğlu’nun yazısı türünden kalem oynatmalar bende, o zamanlar yürürlüğe konulan konseptin hâlâ sürdüğü inancını yaratıyor.
Yanılmak isterdim ama yanıldığımı hiç sanmıyorum.
Taraf, 3.2.2008