Küba önce "camii" ve Kristof Kolomb tartışmaları nedeniyle Türkiye'nin gündemine girdi; sonra ABD ile diplomatik ilişkilerin başlayacağının açıklanması ile dünyanın gündemine. Küba, gidenin niyetine göre görülen ülkelerden biri. Sosyalistseniz bir sabah uyanıp da dünyada her şeyin yoluna girmiş olduğunu görmek hissiyle de gezebilirsiniz. Fakat sosyalizmin gerçekleşebilirliğine hep şüpheli yaklaşmış biriyseniz ya da "ama insanın içinde kötülük vardır" düsturunun etkisindeki amansız bir anti-komünist iseniz yağmurunun bile komünizmin laneti olduğunu söyleyebilirsiniz. (Böyle diyen adı lazım değil, bir ‘yazar’ vardı, Che ve Castro'nun amansız düşmanı.. 2 günlük Küba gezisinde sahilini, yağmurunu beğenmeyip sallamıştı Küba'ya)
Naçizane benim gibi sosyalizmden umudunu kesmemiş ama karşılaşacağı şeylerin bu umuda zarar vermesinden de için için korkan biriyseniz, merak ve endişe karışımı bir duyguyla inersiniz Havana'ya. Havaalanında uzun kuyruklarda beklerken, sanki dünyanın hiçbir havaalanında beklememiş gibi, sorunun sistem sorunu olduğunu keşfeden tur arkadaşlarınıza kulağı tıkayıp Kübalılardaki hayat sevincini, herkesin Küba'da gördüğü ilk farklılıkla özetleyebilirsiniz: Mini etekli ve desenli çoraplı kadın polisler.
Kübalıların "mutlu" olup olmadıklarını bilecek kadar kalınmıyor tabii Küba'da. Ama Küba'da, havasından, suyundan ve insanından sizi saran bir "hayat sevinci, coşkusu" hissediyorsunuz. Bunu bir halkın genetik özelliklerine de verebilirsiniz; Latin olmanın dışa vurumcu özgür ruhuna da, sosyalizmin sağladığı parasız eğitim, parasız sağlık, sıfır işsizlik ve dayanışmacı toplumun kodlarına da. Tercih sizin...
“Cennet”
Öncelikle evet; komplekssiz söylenebilir, Küba “direnen bir cennet” olarak tasvir edilebilir. Tropikal iklimi, yemyeşil ormanları değil sadece; bildik cennet tasvirlerinden ayıran başka şeyleri de var Küba'nın; üstünüze gelmeyen, doğayla barışık kentleri... Tarihsel dokusu, kâr hırsının kurbanı olmamış kentler... Yoksulluktan kaynaklanan bakım sorunları ve "harabe" görüntüsü bile bozamıyor kentlerin, özellikle başkent Havana'nın estetiğini... Bir kere hiç reklam tabelasının olmaması bambaşka bir dünyayı anlatıyor. Tüketim odaklı bir kent yerine, yaşam odaklı bir kenti soluyorsunuz, dünyanın neredeyse bütün diğer şehirlerinden farklı kılan da bu oluyor Küba’nın kentlerini… Tabii, doğayı ve kentleri bütünleyen "mutlu insanlar" tablosu Küba'nın doğadan ve tarihten öte, en etkileyici manzarası. Kendi halinde, sakin, koşturmacının olmadığı hayatlar. Eh tabii, bunu tembelliğe yoranlar da var: Sanki kapitalizmin koşturmacası ve "çalışkanlığı"ndan bir hayır görmüşüz gibi.. Koşturmacanın ve rekabetin yerini, sakinliğin aldığı bir ülke Küba...
Kübalı nezaketi
İnsanlar şık ve bakımlı. Temiz. (Bir başka ‘ünlü yazar’ sabun yokluğuna rağmen ter kokmadıklarını yazmıştı Küba gezisinden sonra!) Modanın ticari zoruyla bozulmamış doğal bir estetikle giyiniyorlar. Vücutlarıyla barışık ve özgür. Bu estetiğin içinde "özgür" olmakla; kendine, insanlara ve doğaya yabancılaşmış, tüketime endeksli ucube özgürlük anlayışları arasındaki farkı da görmek mümkün. Bunu tekstil sektörünün gelişmemiş olması da açıklayabilir tabi; başka okumalara göre.
Kübalılar sade, telaşsız ve kibar insanlar. Nezaketin aristokrasi ile özdeşleştirilip sınıfsal bir aşağılamaya maruz kaldığı memleket vasatını ya da sadece biçimsel bir nezaketle davranıp rekabet koşullarında gözünü kırpmadan birbirine her türlü kötülüğü yapabilecek "modern" insan ilişkilerini düşününce bu nezaket daha farklı geliyor.
Kadınların parlamentonun yarısını ve iş gücünün yüzde 60’ını elinde bulundurduğu bir ülke Küba. Nitelikli mesleklerin bir çoğunda (hekimlik gibi) kadınların oranı erkekleri oldukça geride bırakmış. Ev içi sorunlar kısmen devam etse de kadın-erkek eşitliğinde dünyada nadir bulanan bir başarı sağlanmış devrimden sonra. Kadının özgürlüğü yolunda atılan adımların başarısı doğal olarak toplumsal hayatın özgürleşmesinde de etkili olmuş.
Eğitim şart
Ücretsiz ve kaliteli eğitimde sanat okulları önemli bir yere sahip ama zaten bütün okullar adeta birer sanat okulu. Çocukların okul saatleri dışında gittikleri ve özgürce oyunlar oynayıp sanat eğitimi aldıkları, müzik yapıp resim çizdikleri, dans ettikleri "Arı Kovanı" adı verilen oyun-sanat evleri de apayrı bir güzellik. Yani burada bizim aman iyi –mümkünse özel– okullara gönderelim, özel dersler aldıralım, bir yeteneği varsa açığa çıkaralım, eğitim sistemi içinde kaybolmasın diye türlü eziyetlere katlandığımız, adeta ömrümüzü vakfettiğimiz şeyler Küba’da bütün çocukların ulaştığı temel bir hak.
Çocuklara verilen önem, eğitim ve sağlık alanlarındaki başarılarla paralel… Kent merkezlerinde en güzel binalarda okullar var. Günümüzün rant anlayışının bir sonucu olarak kent merkezlerinden sürülen, ya mahalle aralarında kötü binalarda ya da şehir dışındaki kampüslerde eğitime zorlanan çocukların aksine; örneğin Havana’da, Trinidad’da, Cienfuegos’ta, kentin en işlek yerlerinde okullar var. Caddelerinde, sokaklarında çocukların yürüyüp koşabildiği bir ülke burası, daha ne olsun!
Sanat eğitiminin doğal bir sonucu olarak, sanata değer veren, her biri en az bir sanat dalında en az ortalama düzeyde ilgili bir insan profili çıkıyor karşımıza.
Tıpta dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri Küba. Koruyucu tedbirlerin öne çıktığı sağlık sistemi mükemmel işliyor. Küba'da ortalama yaş, gelişmiş Kuzey ülkeleri ile kıyaslanıyor. Zaten Küba, insanı gelişmişlik endekslerinde hep "en gelişkin ülkeler" arasında. Yaş ortalamasının yüksek olması nedeniyle yaşlı nüfus fazla. Yaşı 100'ün üzerinde 3 bin Kübalı var. 80 yaşın üzerindeki Kübalıların kurduğu "120 Yaş Kulübü" ise 120 yaşına kadar yaşayabilmek için yaşlı insanların deneyim paylaştığı oldukça eğlenceli bir kulüp. Dünyanın dört yanından hastalar tedavi olmaya, öğrenciler tıp okumaya geliyor Küba’ya. Geçen yıl ‘akciğer kanseri aşısı’ buldu Kübalı doktorlar. Tıptaki gelişmişlikleri hem bir gelir aracı hem de sosyalist dayanışmayı uluslararası düzeyde gösterdikleri bir alan. Ebola virüsü için Afrika’ya yüzlerce gönüllü Kübalı doktor gitti. Hala dünyanın yoksul ülkelerinde binlerce Kübalı doktor var, gönüllü yine.
Suç oranları
Küba'da suç istatistikleri oldukça düşük. Öyle ki gece yarısı bile en izbe, karanlık sokaklarda rahatlıkla dolaşabilirsiniz. En fazla işlenen suç diğer ülkelerle kıyaslanmayacak kadar düşük olan hırsızlık. Cinsel suçlar, taciz ve tecavüz neredeyse yok gibi, tıpkı gasp ve öldürme suçlarında olduğu gibi. Kadına karşı fiziksel şiddetten çok ev içi "sözlü ve psikolojik taciz suçu" öne çıkıyor. Kübalı kadınlar, Kübalı erkeklerin maço olduğuna inanıyor. Aslında bu maço olma halinin bizde yarattığı çağrışımla, onların algısı arasındaki farkı biraz irdeleyince anlayabiliyoruz: Bizde şiddeti ve kadın üzerindeki egemenliği ifade eden maço kelimesi, Kübalı kadınlar için "ev işlerine karışmama, aldatma" gibi olumsuz davranışlarda bulunmayı ifade ediyor. Kübalı kadınlar, örgütlü ve kadının eşitlik mücadelesi sosyalist toplumda da tam gaz sürüyor. (Yani devrim olunca kadın sorunu da kendiliğinden halledilmiyor, sevgili baylar)
“Açık toplum”
Kübalılar "açık bir toplum" olduklarını söylüyor. ABD dahil birçok ülkenin televizyon yayını Küba'da izlenebiliyor. İnternet ise daha çok maddi kısıtlılıklar nedeniyle yaygınlaşmamış. Venezuela'nın sağladığı uydu imkanlarıyla her mahallede bir "internet kafe" kurulabilmiş. Kişisel kullanım bu kafelerde veya otellerin lobilerindeki ücretli bağlantıyla mümkün. Ancak bilim (üniversite), eğitim ve basına internet kullanımında öncelikler tanınmış durumda.
En etkileyici mekânlardan biri olan Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi'nde Küba sanatının 17. yüzyıldan günümüze tarihsel evriminin etkileyici örnekleri yer alıyor. 19. yüzyılda altın çağını yaşayan Küba sanatına, devrimden sonraki dönemde "sansür" iklimi nedeniyle gölge düşmüş. 1960'larda sosyal konuları işlemeyen resimlerin sergilenmediği, 1970'lerde Beatles'ın dahi yasaklandığı ülkede, günümüz açısından sanatta herhangi bir kısıtlama ya da baskı olmadığının altı çiziliyor. Müzede Castro ve devrimi eleştiren resimlerin sergilenmesi de bunun ispatı gibi. Küba’nın film, müzik, edebiyat… sanatın tüm alanlarında özgürce eserlerin yaratılabildiği bir ülke olduğunu söylüyor müze yetkilileri. Eleştirilerin devrimi ilerletmek için gerekli olduğunun görüldüğünü, devrimin ilk yıllarındaki gibi "devrim-karşıtı" olarak damgalanmadığı anlatılıyor.
Bilim, sanat, spor…
Bir arkadaşım “İyi de Küba bilimde, sanatta, sporda neden ileri değil?” diye sordu bütün bunları anlattığımda. “Utanmalısın bu soruyu sorduğun için” dedim. Çünkü ben de Küba’ya gittiğimde utandım bu cehaletimden. Küba’nın dünya çapında müzisyenleri, ressamları, sanatçıları var. Dünyanın en iyi jazz grupları orada. Havana’daki Jazz Clup’ta 10 cuc yani 10 dolar vererek dinlediğiniz grup İstanbul’da 750 liraya konser veriyor. Buena Visto Social Club bile yeter, Küba müziğini anlatmak için. Üstelik dünyanın en iyi müzik gruplarından biri ve Küba’da onları dinlemek için sade ama çok şık bir restoranda, bizde meyhaneye vereceğiniz paranın çok azıyla ucuz bir yemek yemeniz yeterli.
Sporda da olimpiyatlar önemli gösterge. Amerika kıtası oyunlarında kazanılan madalyalar gazetelerin manşetindeydi kasım ayı sonunda. Trinidad’da neredeyse her evde bir resim galerisi var. Ressamlar turistlere satıyor. Muhteşem resimler. Ve neredeyse her sokakta bir müze var. Tarihe ve kültürlerini bu şekilde sahiplenmeleri; sosyalizmle vatanseverliği eşitleyen bir ideolojinin de dışa vurumu.
Küba’da tek bir tane bile Fidel Castro heykeli yok. Castro kuşkusuz çok seviliyor ama diğer sosyalist ülkelerdeki gibi bir lider kültü yok. Castro heykeli yerine Küba’nın ulusal kahramanı Jose Marti’nin çok sayıda heykeline rastlamak mümkün. Ernesto Che Guevera ise Küba’nın her köşesinde resimleriyle karşılıyor sizi. Küba devriminin mimarlarından olan Che kadar bilinmeyen bir isim olan Camilo Cienfuegos da önemli simgelerden biri.
Rom, salsa ve puro
Küba denilince, mutluluğun yanı sıra, o mutluluğun zemini olarak özgürlükten de bahsetmeden geçmek olmaz. Küba’da insanlar kendine güvenli ve özgür. Kışkırtılmış, yabancılaşmış, tüketim endeksli bir özgürlük; yoksun olmanın getirdiği açlık ve bunun sonucu tacizkar, saldırgan ve ‘fethedici’ bir cinsellik değil söz konusu olan. Küba, küresel kapitalizmin ‘nimetlerinden’ uzak olduğu kadar ‘zehrinden’ de uzak. Moda yok, reklam yok ama şık insanlar var. Doğallık, Küba’daki yaşamın kilit kelimesi olabilir. Yiyecekte, kıyafette, dansta…
İşte bu yüzden (özel mülkiyetin ve devletin kökenindeki) aile mevhumu da giderek zayıflıyor. Ve tabii, her yerde puro, rom, mojito, cuba libre, salsa ve müzik…
Hey Mango!
Mango, sadece bir tropikal meyvenin adı değil Küba’da, aynı zamanda bir laf atma sözü. Bizdeki ‘fıstığa’ karşılık gelebilir ama ‘mango’ sadece erkeklerin kadınlara değil, kadınların da erkeklere söylediği bir söz. (Hemcinslerin birbirine söylediği de görülmüştür elbette) Sokakta, barda, meydanda ‘mango’ diye seslenildiğinde dönüp bakarsanız yüksek bir ihtimal size gönderilen bir öpücüğü de yakalayabilirsiniz. Üstelik, gülümsemeniz, ısrara, tacize neden olmadığı için gayet rahat yolunuza devam edebilirsiniz…
Turizm: Küba’nın zayıf karnı
Peki ama bu cennetin sorunları yok mu? “Direnen cennet” dedik ve evet sorunlara karşı direnmeye çalışan bir ülke, bir halk var.
Küba’da göze çarpan en önemli sorun, konut sorunu. Evleri küçük ve bakımsız. Evlenen çocukların ayrı bir eve geçememesi yüzünden “geniş aileler” ortaya çıkmış, küçücük evlerde. Bu geniş aile hali, çokça da sorun getirmiş, başta kadınların ev içindeki konumları olmak üzere. Konutların küçük olması sorunu aslında Küba’ya has bir sorun da değil. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de özellikle yüksek kiralar yüzünden insanlar gelirlerinin önemli bir bölümünü barınma için ayırmak zorunda kalıyorlar. Küba’da ise bu temel bir hak ve ücretsiz karşılanıyor. ABD ablukası nedeniyle (Havana merkezinde çok isabetli bir afişle anlatılabilir ablukanın etkileri: ‘Tarihin en uzun soykırımı: Abluka) bazı temel ihtiyaç maddelerinin temininde sıkıntılar yaşanıyor. Sabun, deterjan, kozmetik ürünleri, çamaşır ve bulaşık makinesi gibi temel beyaz eşyalar yok ya da oldukça zor bulunuyor.
Küba’ya ilişkin olumsuz değerlendirmelerin en başta geleni, malum, fuhuş. Ortada bir fuhuş sektörü olduğu açık. Bu durum turizmle birlikte ortaya çıkmış önemli başka sorunlarla birlikte de değerlendirilmeli. Turistlerde doğrudan ilişki kuran, bahşiş, avanta vs yoluyla gecede bir doktor maaşını çıkarabilen çalışanların gelirleri de “eşitsiz” koşulların ortaya çıkmasına neden oluyor. Kaçak puro satıcılığı, kayıt dışı alış veriş (çoğu özel işletmede ‘yüksek vergi oranlarını’ bahane ederek satış fişi verilmekten kaçınan satıcılar var), sayısı az da olsa dilenciler, avantacılar Küba’nın toplumsal hayatına ve sosyalist ilkelere önemli darbeler vuruyor. Kamusal ekonomi dışında işleyen bir paralel ekonomi var ve bu planlamaya dayalı bir ekonomi açısından eşitsizlik üretiyor. Yine de suç oranının düşüklüğünün de bir sonucu olarak mafya ve çetevari oluşumların görülmemesi önemli. Turizm sektörünün ortaya çıkardığı eşitsizliklere önlem olarak bu sektörde çalışanların 2 yıllık rotasyonlara tabi tutulması uygulamasına geçilmiş. Böylece hiç değilse turizmin getirdiği kayıt dışı gelirin daha fazla kişiye ulaşması hedeflenmiş.
Sosyalizm yıkılır mı?
Ey ‘bu kadar güzelleme de abartılı’ diye düşünen okur. “Bu hikâyede kesin ciddi pislikler var, yani böyle bir cennet olamaz” diyorsan ve ABD’nin Küba’ya uyguladığı ablukayı gevşetme ve diplomatik ilişki kurma kararlarının da Küba’da sosyalizm aleyhine gelişecek bir süreci açmasını bekliyorsan şunları da oku:
Küba, ekonomik zorunluluklar nedeniyle özel mülkiyete ve yabancı yatırımlara kapısını aralayan, buna rağmen kamu ekonomisinin hala başat olduğu, parasız eğitim ve sağlık hizmetleri ile "sosyalist" bir ülke. ABD ambargosunun kalkmasının Küba'ya "McDonalds'ı getireceği" ve sosyalizmden uzaklaşacağı yorumları yapılsa da ambargonun verdiği ekonomik zararların ortadan kalkmasının sosyalist sistemi güçlendireceği de belirtiliyor. ABD Başkanı Obama ile aynı anda konuşan Küba Devlet Başkanı Raul Castro da ABD ile girilen yeni dönem için "Sosyalizmin kazanımlarını herhangi bir şekilde riske atmadan ekonomik olarak daha iyi koşullarda olmayı hedefliyoruz" diyerek bu hedefi de ortaya koymuş oldu. Bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için Küba’ya biraz daha yakından bakmak lazım:
Küba 13 milyonluk bir ada ülkesi. Ada demek kıt kaynaklar demek. ABD ablukası altında yaşayalı bir asrı geçmiş. Bu ablukanın verdiği zarar milyonlarca dolar her yıl. Hatta toplam zararın 1.1 trilyonu bulduğu ifade ediliyor. 1990’ların başında Sovyet bloku çöktüğünde Küba varlık-yokluk savaşına girmiş. Turizm bu dönemin bir ürünü. Açlık çeken milyonlar varmış o sıralar Küba’da ama ‘öncelik çocukların, yaşlıların ve kadınların’ olmuş hep. Çocukların sağlığından ödün vermeden, her bir Kübalı’nın ortalama 9 kilo zayıfladığı topyekun bir dirençle atlatılmış bu ‘özel dönem’. Hala ciddi sıkıntılar var tabii, petrol ithal ediliyor örneğin. Venezuela yetişmiş imdada biraz da, petrol ve diğer bazı temel ihtiyaçlar konusunda. (O yüzden her yerde Chavez’in resimleri var.) Çin, Rusya, Fransa gibi ülkelerle ticaret var ama sınırlı. Böyle bir ülkeden "süper güç" olmasını bekleyemezsin.
Küba’yı tabii birçok artısına rağmen Türkiye’yle bile değil, diğer Karayip ülkeleri ile ya da Latin Amerika ile kıyaslamak lazım. O zaman fark daha belirginleşiyor.
Küba, ablukanın ve dünyada yalnız kalmanın faturasını sosyalizmden verdiği tavizlerle ödüyor. Yabancı sermaye gelsin diye yüzde 51’i Küba devletine ait şirketlerin faaliyet göstermesine izin veriliyor. Ayrıca turistlere ev, yani pansiyon kiralamak için de özel mülkiyet yönünde adımlar atılmış.
Küba, ordusu bütün ekonomik zorluklara rağmen güçlü bir ülke. Ama bütün bir gezi boyunca tek bir kışla görmemek enterasan geldi. Askerlik kadın-erkek bütün vatandaşlara zorunlu ama herkes kendi evinde askerlik yapıyor: toplum ve ordu iç içe. Ülke yönetimine ilişkin kararların alınma süreci de klasik liberal demokrasilerden farklı ama Kübalılar temsili demokrasinin başka bir biçimini tüm halkın aday olabileceği seçim süreçleri ile yaşıyor. Yerel ve ulusal meclislere seçilebilmek için Küba Komünist Partisi üyesi olma şartı aranmıyor. Adaylar herhangi bir yere para yatırmıyor ve seçim kampanyası için de para harcamak zorunda değiller. Küba’da yine sanıldığının aksine birçok demokratik kitle örgütü var. Üye sayısı 8 milyonu bulan Devrim Savunma Komiteleri başta olmak üzere Küba Kadınlar Birliği, Genç Komünistler Birliği, sendikalar, mesleki birlikler vs. aracılığıyla yaygın örgütlülükleri var ve bu örgütler de kendi adaylarını sunabiliyor. Milletvekilliği profesyonel bir iş değil ve maaş alınmıyor. Yasama çalışmalarına katıldıkları zamanlarda milletvekilleri işlerinden izinli sayılıyor, hepsi bu.
Bu yapısı nedeniyle Küba’da bir dönüşüm olacaksa bunun keskin siyasi-alt üst oluşlarla olması beklenmemeli. Kaldı ki, bazılarının beklediği gibi Küba’da sosyalizmin çöküşü ve küresel kapitalist sisteme eski Sovyet ülkelerindeki gibi yıkıcı bir tarzda entegrasyon da toplumsal ve siyasal nedenlerle, neyse ki, oldukça zor. Belki ama kademeli bir geçiş ve karma bir ekonomik modele doğru gidiş, illa bu tür bir karamsar senaryo yazılacaksa, daha makul bir olasılık olarak görünüyor.
Mutluluğun resmi
Ama her ne olursa olsun; Nazım Hikmetin ‘Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?’ derken Abidin Dino’ya, neyi kastettiğini bilmek, “mutlu” insanların ülkesinde olmayı daha da mutlu kılıyor:
“… sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin?
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat?
yazık yazık Havana’da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin?”