Paris’teki cesetler daha soğumamıştı ki, Almanya’da ölüleri kendi amaçlarına alet etmeye girişenler çıktı: “Pegida” adındaki İslamofobik-ırkçı hareket, benzeri görüşlere sahip olan “Almanya İçin Alternatif” partisi (AFD), bu doğrultudaki internet siteleri… Sonunda, neo-Nazi partisi NPD bile, kendisini “Charlie” ilan etti. Bunların bir avuç sol, sol-liberal görüşlü mizahçıyı dert ettikleri yok falan aslında; kendi hınçlarının onaylandığını zannettikleri için göbek atıyorlar.
Bu yüzden, dinleyin, gerzekler: Sakın, Paris’teki ölüleri kullanmaya cüret etmeyin. Zira, Charlie Hebdo’nun mizahçıları, sizlerin “Yalancı basın” diye adlandırdığınız medyanın bir parçasıydı. Onları sahiplenmeye kalkıştığınızı duysalardı, suratınıza tükürürlerdi. Fransa’da sizinkilerin suratına tükürdükleri gibi. Almanya’da Titanic dergisinin, Postillon sitesinin veya heute show programının mizahçılarının suratınıza tükürdükleri gibi. Onlardan, alay ve eleştiri bekleyebilirdiniz, ama zerre kadar sempati değil.
Katledilen mizahçıları sahiplenmeye hakkınız yok sizin.
Çünkü onlar, tüm iyi mizahçılar gibi hümanisttiler. Kurt Tucholsky’nin ifadesiyle, “incinmiş idealistler” idiler. Onları harekete geçiren, dünyanın insanlık dışı halleriydi, buna karşı ellerindeki silah da mizah. Bu tutum, Cabu, Charb, Tignous ve Wolinski’nin tüm çizimlerinde belli olur; hele din temsilcilerini konu ettiklerinde, hele ki Müslümanları ve İslamcıları konu ettikleri ve onlar yüzünden cihatçı-faşist katiller tarafından öldürüldükleri çizimlerde.
Böylece öteki tarafa geçiyoruz. Katliam kınamasına bir “ama…” ekleyen İslamcıların tüm önde gelenlerinin ve arkalarından gidenlere, Dresden’de[1] müebbet hapis dilerim.
Böylesi “amalar”, Almanya’daki ilk resmi açıklamalarda yoktu, ama sosyal medyada yoğun biçimde görüldü. Bu “amalar” Selefilerden gelmiyor, onlar ya komplo teorileri kuruyorlar ya da saldırıyı açıkça kutluyorlar – veya aynı anda ikisini de yapıyor. “Ama”cılar, “sıradan” Müslümanlardan, hatta Müslüman bile olmayanlardan çıkıyor: “Evet, korkunç. Ama onlar da tahrik etti,” diyorlar: “Ama dini duygulara saygı göstermek lazım.” “Ama İslamofobi...” Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklaması da bu yöndeydi. Başka bir yerden tanıdığımız bir “ama”dır bu: AFD ve Pegida gibi örtülü ırkçıların kullandıkları yalancı ve iğrenç “ama”nın aynısıdır: “Ben, yabancılara karşı değilim, ama…“
Aması maması yok.
Ortada dönen basmakalıp laflar da, aynı derecede çekilmez: Efendim, gerçek İslam bu değilmiş. Terörün dini olmazmış. İslam’la alakası yokmuş. Bu laflar, ister ırkçılığı körüklememek kaygısıyla söylensin, ister daha az saygıdeğer saiklerle, saçmadır. Zira, gerçek İslam diye bir şey yoktur. İslam, kendini Müslüman olarak görenlerin yaptıklarının ve düşündüklerinin bütünüdür.
Ve ne yazık ki, bu bütünün küçümsenmeyecek bir kısmının yaptığının karşılığı tek kelimedir: barbarlık. Salman Rüşdi hakkındaki ölüm fetvasından, Madımak katliamından Hollanda’daki Theo van Gogh cinayetine kadar – yakın tarihte nerede sanat özgürlüğüne karşı el kaldırıldıysa, çoğu zaman kendini Müslüman bilenlerin elleriydi bunlar. Katiller ve onları kışkırtanlar, her zaman şuna güvenebildiler: Bir dizi insan, onların eylemlerini İslam adına veya ırkçılık karşıtlığı adına, bir “amacık” ekleyerek bir oranda meşru görecekti.
Neredeyse Müslümanlara mahsus bir durum bu: kolektif hakarete uğramışlık, tahrik edilmişlik duygusu. Bu duygularıyla sol ve liberal kamuoylarının bir kısmından anlayış göreceklerinden de eminler. Katiller ise sadece fevkalade tahrike uğramış kişiler.
Mesele, Almanya’da baş öğretmen edasıyla dile getirilen “mesafe alın” dayatması değil (bu dayatmaya verilecek en iyi cevap: “hadi ordan!”dır). Mesele, Müslümanların bu sorunla bizzat kendileri için yüzleşmeleri gerektiğidir. Bu deliler maalesef günümüz İslam’ının bir parçasıdır. Ve dünya çapında onlara kurban giden insanların büyük kısmı yine Müslümanlardır. Bu da neredeyse Müslümanlara mahsus bir sorun.
Zira, Charlie Hebdo sadece Müslüman değil, Hıristiyan ve Yahudi softalar ve fundamentalistlerle de dalga geçmişti. Fakat saldırısına maruz kaldıkları tek bir taraf oldu: Müslümanlar. Bu yüzden, Müslümanlarla ilgili bir sorun var. Bu sorunla yüzleşmek yerine “Terörün dini yoktur” gibi laflara sığınmakla, her şeyden önce kendilerine zarar veriyorlar. Hakikati bulmaya engeldir bu. Sorunu tanımayan, çözüm yollarını da bulamaz. “Hepsi aynı” değil. Pegida’nın tüm Almanya’ya değil Doğu Almanya’ya özel bir olgu olması gibi.
Yalnız, şu farkı es geçmeyelim: Irkçı gerzeklerle soğukkanlı katiller de aynı şey değildir; Paris katillerinin karşılığı, Pegida değil, mesela Oslo katliamını gerçekleştiren Anders Behring Breivik’dir. Ve her türlü faşist katilin içinden çıktığı siyasi-düşünsel çevreler vardır, şiddeti ve terörü dürüstçe kınayan, ama katillerle esasen hemfikir ve duygudaş olan çevreler.
Charlie Hebdo’nun katledilen çizerleri ve yazarları kahramandılar. Bu pathos yüklü ifade yerindedir. Öldürülmeleriyle kahraman olmadılar. Önceden olmuşlardı. Kelimenin en doğru ve en dehşetli anlamıyla, korkusuzca Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik uğruna mücadele etikleri için. Fransa’da, Almanya’da ve tüm dünyada çeşitli cepheleriyle bu mücadele yaşayacaktır. Ve bir şey daha yaşayacaktır: eserleri.
Saygıyla eğiliyorum.
Birikim’in Notu: Almanya’da Tageszeitung’da (http://www.taz.de/Kommentar-Je-suis-Charlie-Hebdo/!152463/) yayımlanan bu yazı, yazar tarafından küçük değişikliklerle Türkçeleştirilmiştir.