Hayatım boyunca okuduğum veya okumak istediğim bir kitabı, hacmine göre ele almadım, böyle ele alanları yadırgadım. Kitapların hacmi, teknik bir sorun bile teşkil etmeyen bir ayrıntıdır. Bir kitabın gücü, onun, okuyanda yarattığı, zamansızlık ve mekânsızlık bilincinde ve duygusundadır. Kitap, zamansızlık ve mekânsızlık hissiyatı, bilinci ve ruhu yaratıyorsa, o kitap ister bir sayfa isterse beş bin sayfa olsun, güzel ve iyi bir kitaptır. Tam da bu nedenle, böyle kitaplar, hacimleri en “küçük” olan kitaplardır. Bedenin bilinci ve ruhu alacağını almıştır ondan ve kendi çapında hazmetmiştir, edemediğini atmış, edebildiğini, yaşam enerjisine dönüştürmüştür.
Ölünceye kadar o kitap sizinledir artık, bir parçanızdır, sizi, hem bildiğiniz kadar, hem bilmeden de etkiler, farkında olmadan, yansımaları, konuşmalarınıza, ilişkilerinize, bakış açılarınıza, yazdığınız mektuplara, öykülere, şiirlere, hikâyelere yansımıştır.
İyi bir kitap, iyi bir kadın gibidir. Bu söz bir klişe gibi yankılanacaktır kulakta. Değildir. İyi bir kadın, erkek dünyasını, tarihini, psikolojisini, felsefesini, perspektifini aşarak edinilmiş bir manadır. Böyle olduğu için, tıpkı Ernst Bloch’ın bir Arap atasözüne atfen belirttiği gibi, iyi bir kadın her gün güzeldir.
İyi bir kadın, kendini dinletendir, düşündürtendir, durmadan çoğaltandır, sürprizlerle doludur, vefalıdır, ayrıntıcıdır, seçkindir, dosttur, sevgilidir, kardeştir, yoldaştır. Zor zamanların ışığıdır. İyi bir kitap iyi bir kadın gibi, her gün, her zaman ve her yerde güzeldir.
İyi kitapların ve iyi kadınların, yaşlandıkları hayal edilemez. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar, hep ilk gün göründükleri ve okundukları gibi, yenidirler.
İyi kitaplar, bizleri iyi insanlar yaparlar - tıpkı iyi kadınlar gibi.
Her şeyden önce, dinlemeyi öğretirler. İnsanlar bir tek okurken, bir başkasını, bir başkasının hikayesini, derdini, hayatını, fikirlerini, varsayımlarını, tahminlerini … tüm benliğiyle dinlerler. Dünyanın en vahşi ve zalim insanı bile, bir kitap okuduğunda, yüzüne garip bir masumiyet düşer. Bir insan bir insanı dinlediği zaman neredeyse uykuya denk bir iktidarsızlık haline bürünür. Dinlediğin, dünyalar kurar ve yeniden yıkar içinde, sen olanları izler, hisseder, duyumsarsın - çarmıha gerilmiş gibi.
İyi bir kitap, estetize eder seni, kavgaya bile onur katar, kalleşçe olanın utancını hatırlatır. Güzel olan kadar, güzele bakmanın püf noktalarını gösterir. Şehvetle bakmaktan, vicdanı açık nezakete çeker okuyanı.
Çok hikaye vardır iyi bir kitapta, dünya bir nehir yatağıdır, hikayeler, bahar yemiş zemheri buzlarından kopup geliyordur. Nehir yatağı hikayelerle taşar. Kendiliğinden senin hikayene karışır, sen farkında bile olmadan. Hikayeler, Bloch’un imgesiyle, “evrenin başkenti olarak dünya”yı kavrar, bağrına alır. Nehir dünyayı yıkar, dünya nehri. O nehir yatağında, hikayeler sarmaş dolaş olur, hikayeler kardeş olur, dost olur, yaren olur. Yatağın genişlediği yerlerde hızları düşer basınçları artar, yatağın daraldığı yerlerde hızları artar basınçları düşer. Başkaca nehirler katılır onlara, büyürler, gürbüzleşirler, hoyrat bile olurlar, yataklarını alıp, kenarlarında bekleyenlerin boyuna yükselirler. Uçurumlar çıkar önlerine, dayanışarak inerler aşağıya, gürül gürül, beyazlanmış bir şelale olurlar.
İyi bir kitap, tıpkı bir nehir gibi, ay vurduğunda menevişler, güneş vurduğunda yakamoz keser. Şairler, çobanlar, dengbejler, yüreklerini doyururlar.
Bazı kitaplar çok zor yazılır, tıpkı bazı çocukların çok zor doğurulması gibi. Düşük yapan yazarlar olur, daha cenin halindeyken ölen, ölmese doğsa çok şey yapacak kimi bebeler gibi, yazılmamış çok güzel kitaplar da vardır. Yazılan iyi kitaplar, tıpkı doğan iyi çocuklar gibi, şanslıdır. Doğmamış çocukları, yazılmamış kitapları hatırlatırlar. İnsanlar, var oldukları ilk andan itibaren, anlatmak isterler. Anlatmak, bir çocuğun rahimden çıktığı ilk anda, eylediği ilk şeydir, ağlayarak anlatır, bağırarak. Sanki anlatmazsa boğulacak, nefessiz kalacak gibi.
Ebe, komşu yada doğurtan her kimse, ilk yaptığı, bağırtıya cevap olmaktır. Kitaplarda, yazarın vicdan ve akıl rahminden çıkanlar yakarır, seslerinin duyulmasını isterler. Her zaman olmasa da kimi zaman, insanlar o sese kulak kabartır, yakarışa yetişirler.
İyi kitabın yakarışı yamandır. Kulağı olanları kendisine doğru çeker. Yazarın tüm beklentisi, o bağırışın içine mevzilenmiş haldedir. Kulağın sahibi eller, bağıran çocuğu kucağına aldıklarında, bebeyle beraber yazar da soluk almış olur. Kendini tüketerek, soğukta, açlıkta, sürgünde… yazdıkları, değmiştir çektiklerine.
İyi kitapların tanrısı insanlık, peygamberi yazarları, havarileri çevirmenleridir. Sözler, hikayeler, havarilerin vicdan ve akıl heybesinden, evrenin başkentinin mahallelerine, işyerlerine, meydanlarına, başkentin dışındaki kırlara, ovalara, dağlara taşınır. Başkentin tanrısal çokluğuyla, ortak bir vicdanın sesini çoğaltırlar. İyi kitaplar, iyi havarilerle, nehri besleyen yağmurlara kavuşurlar.
İyi bir kitap, harika bir sırdaştır. Kelimeler dudaktan okuyucunun kalbine ve ciğerlerine akarken, okuyucu bir sır gibi sakladığı ciğer ve kalp yaralarını, kelimelere açar, sırrı anlatı içinde yarenler bulur. Keder tadında bir acıdır bu. İyi bir kitabı okurken oluşmuş yalnızlık, sırdaşlık ile görkemli ve coşkulu bir kalabalığa karışır. İnsan en çok, tek başına bir kitabı okurken çok olur, çokluktan olur.
İyi bir kitap, iyi bir tablo gibidir. Bir kez bakıldığında, hep bakılmayı kışkırtır. On yılda yazılmış bir kitabı bir kez okuyup da “okudum” demek, ayıptır. On yılda yazılmış, yarısı kadar süre gözden geçirilmiş, Avesta’dan Ulysees’e kadim külliyata dokunmuş bir kitabı, bir kez okuyup “okudum” demek, günahtır.
Ernest Bloch’un Umut İlkesi iyi bir kitaptır.
Umut İlkesi üzerine bir yazı yazma hadsizliğine düşmeyeceğim. Sadece, bilinen iki şeyi tekrar edeceğim.
Birincisi, Bloch, o harika kadın W. Woolf’un bilinç akışı dediği tekniğe yakın bir yazım tekniği ile “Umut Ağını” yaşama atmış; o ağa, edebiyattan mitolojiye, bilimden tarikatlara değin, hayata dair ne varsa takılmıştır. Bloch’un ağı Umut’tur. Hayatta her şey Umut’a dairdir ve Umut’un, ilkeleri vardır. O ilkelerle, vaatten, rüyadan, temenniden… ayrılır. Metafizik, o ilke sayesinde materyalizmle ya da materyalistle buluşur.
İkincisi, Bloch, Godot’yu beklemez, beklemeyi salık da vermez. Ona gitmeyi, Godot’yu bekletmemeyi önerir. Bunun bilincini oluşturur. Umut, tefekkürle bir an olsun bağını koparmadan ama gittikçe ondan uzaklaşarak, tıpkı bir suyun kaynağından uzaklaşarak nehre dönüşmesi gibi, delice akan bir nehir misali, coşkun bir eylem halini alır.
Nehir suyuna pis şeyler karışmaz mı, doğan çocukta pis lekeler olmaz mı? Olur. Stalin övgüleri, Moskova Mahkemeleri Vahşeti, Leninist tortular vardır. Ama Bloch’un entelektüel imanı, tıpkı bir nehrin akışında kendini aklaması gibi ifşa olur ve aklanır.
İyi bir kitap, iyi bir kadın gibidir. İyi bir kadınla eşit ve özgür bir ilişki, zordur, emek, itina, zamansız ve mekansız bir uğraşı ister.
Erkek iyi bir kadını sevdiğinde ve iyi bir kitabı okuduğunda, daha az zalim olur, daha az yalancı, daha az mutsuz, daha az çaresiz, daha az yoksun, daha az kurban olur.
Umut İlkesi iyi ve güzel bir kitaptır. “Geç tanıyıp erken aşık olduğum”…