'Mersin Canileri'ni 'Bilmemne Kasabı'ndan ayıran temel fark bunların Yeni Türkiye'de anomali gibi durmamaları. Sapıkça bir tecavüzden çok politik bir cinayet gibi yankılanması, ve böylece 'kişisel olan politiktir' şiarını da bizim için, burası için, iliklerimize dek somutlaması. Mersin Canileri Yeni Türkiye'de bir sapma'dan çok bir dünya görüşünün icrası gibi görünüyorlar. Kadınların nasıl yaşaması gerektiğini, erkeklerin nasıl yaşaması gerektiğini, çocukların kaç yaşından itibaren nasıl baskılanıp tektiplenmesi gerektiğini, hayatın nasıl tespih gibi olması gerektiğini her gün ince detaylara dek düzenlemeye soyunan, gücü elverdiğince de bizzat düzenleyen bir ideolojinin altını bu kadar çizmeyi başarmak olur. Sokakta kahkaha atmaması gerektiğinden hamileyken dışarı hiç çıkmaması gerektiğine, kızlı erkekli ortamlarda bulunmaması gerektiğinden içki vs içmesi zaten düşünülmemesi gereken bir öznenin sınırlarını süsleme sanatı olarak toplum mühendisliği almış başını gitmekte. Kadına yönelik kaydedilebilir şiddet görünen yanı -o da görünenler ne kadar görülebiliyorsa- bir de bunun tehditleri vardır. Tehditle iş görmeleri vardır. Ufku daraltmaları, hayal dahi edilemez kılmaları vardır. Baskının sonsuz 'az görünen biçimi' bulunur sonuçta.
O yüzden tepki de böylesine politize. Kimse bunu münferit bir sapıklık olarak okuyacak halde değil. Çünkü sözkonusu ideoloji yukarıdan, devlet-parti katından, tüm kurumlarıyla ve söylemleriyle aşağıya, hayata doğru kendini dayatmakta.
Buna bir de IŞİD'İn elle tutulur vahşetini eklemeden resmi anlamak imkansız sanki. Ortaçağda kalmış vahşet söylemine biraz da ezbere sık başvuruyoruz ama İslam'ın ortaçağı henüz yok gibi. Bir reform olmadan bir ortaçağ olmuyor galiba. İşte kafa kesmeler, kadın köle pazarları, insan yakmalar, kafesler, alenen kamusal işkencenin türlü biçimleri. Esas ortaçağda kalan Bektaşilik ve kendi etkilerine sahip heterodoksiler mi acaba?
Coğrafyamıza geri dönelim: Mersin IŞİD vahşetlerinin hemen dibinde. IŞİD bir grup manyak Ortadoğulunun işi de değil. Bir dünya görüşü; ve tüm dünyadan sadece sempatizanlar değil , kendini davaya adayacak aktif katılımcılar da bulmakta. IŞİD'e dünyadan katılım haritasına bakan herkes bu ideolojiye küresel ilginin ne denli tüm kıtalara yayılmış olduğunu görmüştür. Ve sözkonusu barbarlığın bizim Parti-Devlet tarafından maddi manevi desteklendiğini bilmek Türkiye'deki tüm duygusal dengeleri bir kez daha bozan bir gelişme oldu, oluyor. Salt iktidarın kriminal halkasına bir de başka ülkelerin dengesini bozma suçu eklendiği için değil; ama Türkiye'deki taban buna itiraz etmediğine göre ideolojimizin varacağı ideal yer IŞİD gibi bir şeydir diye düşünen bir kitleyle birlikte yaşamaya çalıştığımızı düşündürttüğü için. Giderek IŞİD hem her yerde cirit atmakta, desteklenmekte, hem zaten içi Türk kadrolarla dolu ve açıktan yeni alımlar yapılmakta, hem de genel olarak makul bulunmakta ve sağ hizanın yerini sandığımızdan, sanmak istediğimizden çok başka bir kalemle çizmekte.
Bu durumda Mersin canileri olaya "aynı vahşeti biraz aşağıda gerçekleştirsek komutanlığa yükselecekken şimdi yargılanıyoruz," diye de bakabilirler. Ya da "biraz erken mi yaptık," diye de soruyor olabilirler. Toplum henüz hazır değil. Henüz sokakta yalnız genç kızların tecavüzü, direnirlerse bıçaklanması legalleşmemiş galiba, acele ettik. Yanılmaları da normal çünkü legal olan edimler tümüyle belirsiz ve ucu açık ve vahşetle hemhal bir halde her geçen gün.
Bu korkunç durumda Türkiye'nin verdiği aşağıdan kamusal yaygın tepki kimseyi zalimlerin elinde yalnız bırakmamak üzerine bir kez daha kuruldu. Sosyal medya hantallığını attı ve bir kez daha organizasyon aracı işlevi gördü. Sokaklar bir kez daha yatay perspektifle, aracısız çatıldı. Üç beş ağaçla başlayan Allahını Seven Defansa Gelsin anlayışı nasıl Soma'da sürdüyse kadın cinayetlerine de -aslında sonunda- taşınmış gibi. Fakat bir de fazlası var, burada durulmadı ve dönüştürmeye dönük hamleler de aranıyor, yoklanıyor.
Birincisi yas/isyan denklemi.
Türkiye'de artık halk kendi değerlerine göre aşağıdan yas ilan edebiliyor. Berkin Elvan için de edilmişti, Soma için de, Özgecan için de aşağıdan yas ilan edildi. Devlet-Parti Soma'da ayak uydurmaya çalışmayı, Berkin'de komple inkarı seçmişti. Özgecan'da henüz şokta gibiler. Şokta olmalarının sebebi aşağıdan yasın gücü. Devlet-parti Suudi Kralı için yas ilan etmeye kalktı hatırlarsanız, daha yeni. Bu ülkede herhalde görüp görülebilecek en cılız yas oldu, en 'karşılığı kimsede olmayan yas' oldu. Resmi yas. Resmi yasın karşısında bir de gayrıresmi yas var. 12 yaşında çocuklar okul üniformalarının altına sağına soluna giydikleri siyahlarla okula gittiler. Birbirlerini örgütleyerek. İşe siyahlarını kuşanıp gitmiş kadınların toplu fotoğraflarına baktığımda Suudi Kralı için indirilen bayrağın geri göndere çekildiğini ve bu kez Özgecan için indirildiğini görüyorum. Bayrak denince, vatan-millet-sakarya değil, bu ülkede, bu toplumda neyin, kimin yasının tutulacağına kim karar verecek'in bayrağı. Bir de IŞİD hakkında söz alan herkesin ABD ve Vahhabi bağını, sonra da Suudi petro-dolarlarının ve bilinçli Vahhabi ideolojisini İslam dünyasında yayma çabalarını anmasını da akılda tutalım. Suudi kralı eninde sonunda bir kral olduğu için ve bizim otoriterlerimiz ve diktatörlük heveslilerimiz her krala bayıldıkları için değil, veya öyle ya da böyle bir İslami devlet lideri olduğu ve bizim İslamcı devlet-partimiz her tür İslamcı devleti desteklediği için değil; tam da İslam'daki yeni IŞİD'ler çağının ana başlatıcı ve büyütücü odağı olduğu için Suudi Kralı hayati gibi gözüküyor. Yani bir yanda IŞİD teorisinin ana başlatıcısı, mimarı ve finansörü olarak gözüken yapının en üst yöneticisi için yas tutmak isteyen bir devlet veya Parti-Devlet var, diğer yanda da bu zihniyetin açtığı alanlarda yaşanan tek bir vahşete karşı aşağıdan yaygın yas ilan eden kurumsal olmadığı için ismini koyması güç çokluk var (hani belki Virno'nun kullandığına yakın bir anlamda).
Özgecan'ın tabutunu cenazede isyanla kadınların taşıması ve kabul görmüş İslami törendeki yerlerini reddetmelerini de çok önemsemek gerekiyor. Küçük değil büyük ve etkili bir rest bu.
Mersin Canileri aynı cinayeti 4-5 yıl önce işleselerdi de bu denli ortada kalmazlardı diyebilir miyiz? Kadın cinayetlerinin tekil vakalar olmaktan çıktığı, devlet-partinin dünya görüşünün halka dayatılmasının elle tutulur sonuçları olarak birbirine eklendiği bir çağda yaptıkları vahşet bambaşka bir reaksiyon buldu, bulabildi. 'Aşağıdan yas'ın kendisi bir isyan demek. Yas denince bazen edilgen birşey anlaşılıyor ve 'yasta değil isyandayız' deniyor. İsyandalık vurgusu önemli, ama aşağıdan yas edilgen bir konum değil, neyin değer olduğunun, kimin yas tutulası olduğunun etken bir şekilde devlete -bizim örneğimizde devlet-partiye- gösterilmesi anlamını taşıyor.
Bununla birlikte isyan vurgusu önemli dedik -ve önemli olduğu yer özellikle gündelik hayatı dönüştürmeye dönük uyanıklığı ucu açık biçimde yaymasında. Hatırlayalım, Gezi'den önce ilk büyük tetikleyicilerden biri sanal kampanya olarak 'benim bedenim benim kararım' fotoğrafları idiyse fiili girişim olarak da Ankara metrosundaki kamusal alanda öpüşme isyanıydı. Sonraki otobüste bacaklarını yayma kampanyasının devam gücü de akıllarda. Şimdi de 'kadınlar cenazede nerde durur'dan, 'tabutu kimler taşır'dan, 'gündelik hayatta bu vahşi tecavüze doğru giden başka neler var'ın araştırılmasına uzanan gözlerin kısıldığı bir süreç var. Bu amaçla başlatılan 'sen de anlat' kampanyası susturulanın konuşması, dillendirilemeyenin dillendirilmesi amacıyla yola çıkmış gibi ve en önemlisi neyin problem olduğunu yeniden tanımlamaya çağırıyor.
Mersin canilerinin anomali olmadığını, bir fikrin erkeklere açtığı alana yerleşme girişiminden bir sahne olduğunu herkes görüyor[i]. Üstelik fikrin abartılı, kimsenin desteklemediği, aşırı bir uygulaması olmadığını da IŞİD'in biraz aşağıdaki uygulamalarına hem katılımdan, hem sempatiden, hem de fiili, maddi manevi destekten ve bu desteğin yaygın kabulünden anlıyoruz. Demek ki ideolojinin erkeklere açtığı alana beceriksizce dahi girmiş değiller, daha çok tam istendiği gibi girmişe benziyorlar[ii].
Aşağıdan yas kendi başına ülkenin etik dengelerini değiştirmeye kalkışan vakur bir isyan.
AKP-sonrası Türkiye'nin İslamcıları belki de bir karşı-reform'a gereksinim duyacaklar. İslamcıların hem İslam'a sadık kalıp hem de bu çirkinliklerden kendilerini tek tek uzak tutmaya çalışmalarındansa bu 'şimdilik alternatif ve fena halde marjinal' görüşün doğal addedildiği bir İslam iklimi yaratmak için uğraşmaları gerekecek. Ve buna kimse dışarıdan yardımcı olamaz, destek bile veremez sanki.
Ünlü mafya kişisi diye bilinen Sedat Peker'in Özgecan cinayeti sonrası açıklamalarını okudum. Benzer olduğunu düşündüğü geçmişteki bir olayda nasıl şiddetle, işkenceyle tepki verdiklerini anlatıyor. Ancak bu 'kabadayı' anlatısında dahi meşruluk arayışı var. Adı üstünde kabadayı, kaba güce dayanıyor, meşruiyetini tokadının çarpışından almakla yetinmesi beklenebilir. Ama bakıyorsunuz öyle değil, varlığını kendi konumundan da olsa bir meşruiyetle donatmaya uğraşıyor. Gelgelelim, Türkiye İktidarı, bir süredir her tür meşruiyet ihtiyacından yukarıda görüyor kendini. Deney, yokuş aşağı yuvarlanmamızla sürmekte. Deney sorusu şu: iktidarın hiçbir şekilde meşru olmaya gayret etmediği, meşruiyeti en ufak önemsemediği, ve namlı kabadayıların dahi ufkunda olmayan şekillerde kendini salt kaba güçle donatmaya çalıştığı bir ülkede siyaset neye benzer, televizyon neye benzer, gazete neye benzer, eğitim neye benzer, hayat neye benzer?
Benim görebildiğim, hayat bir sinir krizine benziyor. Belki de o yüzden, muhalafet de tüm bedene yayılmış durumda...
[i] Kadın cinayetlerinin hiçbir zaman tekil vakalar olmadığına, her zaman politik olduğuna dair duyarlılığı da 'kişisel olan politiktir'in daha geniş bir tartışması olarak akılda tutmak gerek elbette. Buradaki vurgu, daha çok, yukarıda da söylediğim gibi bir cinayetin 'politik yankılanmasında', ve oluşturduğu 'politik cinayet' algısı dolayısıyla toplumsal karşılığında.
[ii] Buraya bakıp tabii bire bir Mersin cinayetinde IŞİD bağlantısı anlamı çıkartmak için bir teorik-politik zorlamaya gidildiğinin düşünülmemesi gerekir. IŞİD faktörünün politik failler haritasındaki yerini ve rabıtalarını gözönünde bulunduralım derken her şeyin kökenlendiği bir erkten kuşkusuz söz etmiyoruz.