…çünkü Zeynep diye bir kız çocuk
“canavarın zamanı yoktur” demişti
yıllarca araştırdım bulamadım aslını
belki de haklıydı, kimbilir….
Turgut Uyar
7 Haziran seçim sonuçlarının en önemli sonucu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve elitleri tarafından uzun yıllardır bir “işletme/idare sanatı” olarak kurgulanmaya çalışılan siyasal alanın uzlaşma ve çatışma arasındaki gelgitlere dayalı “siyaset sanatına” tekrar kavuşması oldu. Nitekim özellikle Gezi direnişi sırasında ve sonrasında iktidarın sınır tanımaz siyasal ve sembolik şiddeti birçok kesimde umutsuzlukla birlikte gelen siyasetten uzaklaşma ve/ya kaçınma sürecini de başlatmıştı.[1] Eylemin ve konuşmanın buharlaştığı bir alan boş konuşma (idle-talk) ve baskı ile dolmaya başladıysa böyle bir durumun ülkenin geleceğine dair özgürlükçü ve eşitlikçi tasavvuru olanların umudunu kırması normaldi. Siyaset belki de Freud’un “bastırılanın geri dönüşü” kavramı misali tam da bütün umutların kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde tekrar sahnedeki yerini aldı. 7 Haziran gecesi hiç olmadığı kadar umutla dolu bir gece olarak şu toprakların deneyimlediği zamanların alın yazısına kaydoldu.
Öyle ki son seçimlerde ortaya çıkan tablo olmasa belki de Türkiye siyasetin artık iyice askıya alındığı ve siyasal öznelerin sabit fikirler etrafında üretim ve yeniden üretim kısırdöngüsüne saplandığı uzun bir siyasetsizlik ve olağanüstü hal dönemine hapsolacaktı. Siyasetin yerinin iktidar tarafından belirlenen bir işletme/yönetme biçiminin alması iktidarın temel arzusunu ve ütopyasını oluşturuyordu. Bütün toplumsal dertlerin yok olacağına dair zamanın içini boşaltan ve onu anlamsızlaştıran fantezi ise bu arzunun rasyonalize edilme yönetimiydi. Bu anlamıyla seçim sonuçlarıyla biten “AKP dönemi” olduğu kadar toplumun içine sıkıştırıldığı siyasetsizlik ve zamansızlık zemini de olmuştur. Siyasetin yeniden dönüşü ne meclise daha çok partinin girmesi ne de AKP’nin tek başına iktidar olamaması ile ilişkilidir. Ortaklığa, yeni bir yaşam kurmaya ve kamusal alanın yeniden yaratılabileceğine dayalı bir zamansallığa bağlı umutla ilişkilidir. Tek parti iktidarına, istikrar ve ilerleme söylemine dayandırılan siyasetsizleştirme süreci özellikle HDP’nin önemli sayıda milletvekili ile meclise girmesi sonucu da önemli bir kırılmaya uğramıştır. İktidar partisi tarafından “Bizler” ve “Onlar” olarak iki kampa bölünen toplum iki kamptan daha fazlası olduğunu ve bir çoğulluk uzamı ve zamanı olduğunu kanıtlamıştır.
Ernesto Laclau’nun deyimiyle siyaset heterojen öğelerin eklemlenmelerinin ve bu öğelerin yer değiştirmelerinin ontolojik uzamıdır.[2] Siyasetsizleştirilmiş ve kamusal alanı tahrip edilmiş bir toplum farklı gruplaşmaların karşılıklı pozisyon tutmaları iken siyasetin sahneye girmesi ile birlikte bu pozisyonlar yer değiştirmeye ve hatta tersyüz olmaya başlar. Siyasetsizleştirilmiş toplum bu kimlik ve pozisyonların çökelmesini ve kabuk bağlamasını temsil ederken siyaset bu çökeltinin hareketlenmesini ve yeniden aktif hale gelmesini ifade eder. Bu anlamıyla siyasetin tekrar sahneye çıkması önümüzdeki dönemlerde önemli yer değiştirmelerin, ideolojik ve kimliksel değişimlerin, kopmaların ve bir araya gelmelerin olacağını söylüyor. Dahası sözün ve eylemin susturulduğu yerden yeni sözlerin ve eylemlerin çıkacağı bir zamansallığı ifade ediyor.
[1] Burada a-politikleşme kavramını özellikle kullanmıyorum. Çünkü siyasal alandan belli bir ölçüde uzaklaşmak isteyen kesim bunu politikaya olan ilgisizliği yüzünden değil aksine politikanın imkânın kalmamasından dolayı seçmişti. A-politikleşme daha çok ortada bir siyasal ve kamusal alan var iken bu alana olan ilgisizliği ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.
[2] Ernesto Laclau, The Rhetorical Foundations of Society, (Londra: Verso, 2014).