Sen öldün İbrahim, seni öldürdüler...

İbrahim,

Seninle tanışma ihtimalimiz var mıydı, bilmiyorum doğrusu; ben Adana’ya gelip giden biri değilim pek, senin yolun İstanbul’a düşüyor muydu acaba? Yine de dünya küçük, belki bir yerlerde birbirimize teğet geçmiş olabiliriz, kim bilir. Her durumda, artık tanışma ihtimalimiz yok zaten: Seni öldürdüler!

Tam bir yıl önce, 15 Haziran 2014’te Adana’da bir eyleme katılmıştın ya da katılmadın sadece geçiyordun oralardan, bakınıyordun. 15 yaş, merak yaşı değil mi biraz da? Lice’de yaşananları protesto eylemiydi hani. Sonra eyleme müdahale oldu. Sen öldün İbrahim! Kafatasın parçalandı, bir kaldırımın üstünde öylece kalakaldın. Normal bir silahın yapamayacağı bir tahribat vardı kafanda: “Harp silahı bu” dediler, “gaz fişeği” dediler, “domdom kurşunu” dediler, “pompalı tüfek” dediler… Emniyetse önce elinde bomba olduğunu, o patlayınca öldüğünü söyledi. Oysa öldüğünde ellerin sapasağlamdı. Oysa ön otopsi raporun, ölümünün çok açık şekilde yakın mesafeden atılan sis bombası yüzünden meydana geldiğini söylüyordu; sen öylece kaldırımda yatarken 45 santim yanında sis bombası parçası bulunmuştu mesela. Durum bu kadar açık olunca elinde bomba olduğu iddiasından vazgeçtiler tabii. Ama bu sefer de “gizli tanık” ifadesiyle, senin yaşlarında bir başka çocuğu buluverdiler İbrahim. Zaten önceden sabıkası da varmış çocuğun, senin katilin de oluverdi. Zaten emniyetteki silahlar insanın kafatasını, sana olduğu gibi parçalamazmış İbrahim. Bunu da damacanalara ateş ederek test ettiler!

Sen öldün İbrahim, seni öldürdüler. Tam bir sene oldu. Sen belki seni öldüreni gördün ama biz seni kim öldürdü, bilmiyoruz. Sonuçta bütün hikâye senin yaşlarında bir başka çocuğun üzerine kalacak gibi görünüyor. “Evet abi, beni öldüren gerçekten o çocuk; polisin suçu yok” diyebilirsin belki. Ama esas mesele ne biliyor musun? Esas mesele; ne olursa olsun, kim olursa olsun, eylemde olsun, sokakta olsun, suçlu olsun, suçsuz olsun, kim yaptıysa yapsın, katil kim olursa olsun, sokak ortasında senin gibi 15 yaşındaki çocukların kafalarının uçurulabildiği bir ülke olması buranın. 15 yaşındaki çocukların kafalarının parçalandığı, üzerinden geçen 1 yılda da adalet için neredeyse hiçbir şey yapılmayan bir ülke olması. Anneleri-babaları “adalet arıyoruz” diye gözyaşları içinde bırakan bir ülke olması. Çocukları arasında ayrım yaptığı hissedilen, bazı çocuklarına sahip çıkmaktan imtina eden, çocuklarını sevmeyen bir ülke olması. Bir tür sahte duyarlılıkların ülkesi olması. Öğretilmiş çaresizliğin diyarı olması...

ibrahimaras

Ben senin ölümünde, kaldırımda öylece kalakalışında sadece senin ölümünü değil, asla unutulmaması gereken bir şeyler de görüyorum İbrahim. O yüzden seni bunca sahiplenmem. Adın nedense pek anılmıyor ama bana kalırsa, bir tür “yabancı” olarak yaşadığın bu toprakların günün birinde çocukların sokak ortasında pervasızca öldürülmediği bir yere dönüşme ihtimali mücadelesinin sembollerinden biri oldun bile. 

İbrahim, aziz kardeşim,

İncil, adaşın için, “İbrahim yüz yetmiş beş yıl yaşadı” diyor ya, sen ancak 15 yıl yaşayabildin! Müsaade etmediler daha fazlasına. Öldürüldüğünde üzerinde Galatasaray forması vardı ya hani, takımının şampiyon olduğunu göremedin mesela. Ya da seçim sonuçlarını mesela. Ya da, ya da, ya da… Böyle uzayıp gidiyor liste, daha da uzayacak. 15 yaşında kalacaksın çünkü sen hep kardeşim. Yaşasaydın, seninle tanışma ihtimalimizin az olduğunun farkındayım. Hatta tanışsaydık belki de birbirimizden hiç hoşlanmazdık. Ama işte bu topraklar birbiriyle tanışmayan o kadar çok insanı birbiriyle kardeş yapıyor ki ölüm üstünden, sana kardeşim diyorum böyle rahat rahat. Öldürülmenle adın bu ülkenin tarihine bir başka utanç yaprağı olarak eklendi, aradan yüz yetmiş beş yıl da geçse orada kalacak.

Her durumda şunu bil kardeşim, ne olursa olsun seni unutmayacak bir kişi var buralarda. Adaşın, kutsal kitaplarda sıkça geçiyor malum, Kuran’da da yazıyor ya hani, “Selam olsun İbrahim’e…” diye, selam olsun sana aziz kardeşim, selam olsun…