29 Ekim 2025 Çarşamba günü Birikim Haftalık’ta Tanıl Bora’nın Amalı Fakatlı yazısının yayımlanmasının ardından Süreyyya Evren’in Ama İmkânları Fakat Fısıltıları yazısı yayına girdi, bu tartışmaya ardı ardına Polat S. Alpman ve Barış Özkul da önemli katkılar sundular. Bu tartışma dizisi dilerim kadınların ve LGBTİ+’ların da eklemlendiği bir düşünme alanına dönüşür. Tartışmaya belli açılardan, ucundan, devamının gelmesini ümit ettiğim bir katkı da ben eklemek istedim. Bu yazı denemesi yakın zamanda açılan bir sergi metninden yola çıkarak ağırlıklı olarak Tanıl Bora’nın başlattığı Amalı Fakatlı yazıya dair sorular, öneriler, endişeler ve eleştiriler üzerinden şekillendi.
“Lime lime. Uzun zamandır zihnimde dönenler, gündemin açtığı yaralar ve sergide biraraya gelecek parçaların çağrışımları bu kelimelerde düğümleniyor. İnsanın ruh haliyle her şeyi bir kenara koyup bir şeye odaklanması, okuması, yazması, çalışması ne zor.
Otorite, had, sınır, tok-sik. Bir süredir yinelediğimiz sözcükler. Sergimizin ana ekseni babalarken, erkekliğin üzerimizde kurduğu baskıyı konuşurken ve yaşarken ifşa konusunu nasıl es geçebilirim? Sonuçta mesele yalnızca sanat işleri değil, onların içinden geçen, bize dokunan, bizi yaralayan ya da yüzleşmeye zorlayan deneyimler. Bazıları keşke olmasaydı dedirten. Bu anlamda benim de hafızamda duran, hâlâ alnımda izini taşıdığım şiddetli bir an var. Bazı şeyler yalnızca bize değil, çevremize de bir ağırlık yüklüyor. Yaşananları kötü niyete yormadan kendinizce hallettiğinizi düşünebilirsiniz ama bunu birileriyle paylaştığınız anda durum değişiyor. İçinizdekiler kelimelere döküldüğünde ve başkalarının yorumlarıyla karıştığında kafanız yeniden bulanıklaşıyor. İşte insanın kendisini bile arada bırakabilen bu konularla çevrili gri alanları konuşarak ulaştığımız sergi, sözcüklerin vardığı anlamları ve uyandırdığı duyguları eşeliyor. İki kelime arasındaki tek harflik değişimin yarattığı büyük farkın bıraktığı his gibi: muğlak ve mutlak.”
Yukarıdaki paragraf Banu Cennetoğlu’nun 21.10.2025’te İMALAT-HANE’de açılan “Ne karanfil ne kurbağa” sergisi için serginin küratörü Yavuz Parlar’ın kaleme aldığı satırların açılış bölümünden. Geçtiğimiz günlerde Tanıl Bora’nın başlattığı, açtığı amasız fakatsız tartışmaları, bir nevi gri alanda kısa paslaşmaları bir tür kaygı ile takip ederken, hazır sanatın ve sanatçının da özerkliği masaya yatmışken, zihinden kendi sözümü bir sergi yazısı ile kurma düşüncesi geçti ve bu yazı da, hem bu tartışmada yer alan tüm yazılara bir yanıt olarak, hem de bir sergiyi izleyen, gözleyen bir gözün gördüklerinin dökümü olarak okunabilir.
Bu –her nedense– erkeklerin yürüttüğü amasız fakatsız tartışma silsilesine kadınların bir biçimde dahil olamayışını yine Parlar’ın metinde yer verdiği şu cümle açıklayıveriyor; “İçinizdekiler kelimelere döküldüğünde ve başkalarının yorumlarıyla karıştığında kafanız yeniden bulanıklaşıyor.” Amasız ve fakatsızlık, “her vesileyle, tartışmanın, eleştirinin önünü almak istemenin alâmeti” değildir. Her ama, her fakat eşit değildir. Fanatizm, toptancılık ile yaftalanan, bu genelleyici dil ile kadın mücadelesini de içine aldığında, o amaları ve fakatları yine erkeklerin tartışarak söz üretmesi hazin.
Şimdi burada “sınırsız meze” kadınların yukardan aşağı yürütülen pek çok mücadelenin kenarında aşağıdan, yatayına yürüttüğü, bu şekilde yürütmeye mecbur kılındığı mücadelesi oluyor sanki. Siyasetin dilini, bu dilin gündelik hayata sızdığı çatlakları Tanıl Bora incelikli bir şekilde takip eder, bunlara güler, gülmesini bilir, esaslı bir şekilde yazar bunları, üzerlerine gider. Fakat kadın cinayetleriyle ülkenin başındaki bazı başka dertleri, krizleri aynı torbaya böyle rahatça koymaz sanki, koymamalı. Zamanın kelimelerine bir kelime, bir söylem daha eklemlemiş olmanın serinkanlılığı ile Bora bu satırları yazarken, muhtemelen bir kadın daha canını hayatta tutmak için bir imkânsız mücadelenin içinde bulacak kendisini. Erkek yazısı, bir anlamda yaralanmadan, yara almadan, yaraların üzerinden atlayarak, onları görmeden de yazabilmek midir? Yahut görerek, izleyicisi olduğu –fakat– bir parçası olamadığı resmi seyir halindeyken yazmak. Her benzer tartışmada kadınların kafası “bulanıklaşabilirken” erkekler nasıl bu kadar sarih bir şekilde yazılarını yazabiliyorlar?
Bir kadın olarak bu deneyimler üzerine düşünmeye, konuşmaya ve yazmaya, yazabilmeye bunca zorlanırken, kadınlar adına bir söz alabilmek bile büyük sorumluluk doğrusu. Metoo hareketinden yola çıkarak, ifşalar sürecinde de, öncesinde de, şimdi de, ve gelecekte de amasızlık fakatsızlık yeminleri içip naralanmadık. Bora’nın yazısında kastedilen, değinilen doğrudan kadınların mücadelesi olmasa bile, mücadeleyi de kapsayan bir söz üretildiğinden, emeği ve mücadeleyi değersizleştirerek öğüten bir erkekyazısı görüyorum. Kadınların “amanın fakatın imtihanından geçip güvenilir bir pozisyon” almaya değil, “güven”li, öldürülmedikleri bir “pozisyonda” yaşamaya ihtiyaçları var.
Yavuz Parlar’ın katalog yazısından devamla, Entschuldigung (Özür dilerim, 2021)
“Zürih adli polis teşkilatına bağlı kişilerin kendi el yazılarıyla tekrar tekrar yazdığı “Entschuldigung” kelimesinden oluşan, asitle kazınmış 44 adet çinko levha. Açıklamasız, sadece kelimenin kendisi. Bir yanıyla sanki eylemsizliği telafi edecekmiş gibi insanı rahatlatıyor. Öbür yanıyla ise görünmeyen bir şiddetin aşındırdığı bir ilişki. Bu işin üretiminde kullanılan metal klişe tekniğinde, asitin çinkoyu zamanla oyması gibi.”
Süreyyya Evren’in Tanıl Bora’nın yazısına istinaden bir tartışma daveti olarak aldığı, fakat her nasılsa Bora’nın argümanlarına değinmediği pseudotevazu yüklü yazısı belki üzerine çokça yazılmayı, tartışmayı hak ediyor. Metoo hareketini dönüp dolaşıp sanatın özerkliğine indirgeyen bu yaklaşım, sanatı da kapitalist bağlamından arındırarak kamu vicdanının adaletine teslim ediyor. Sorulması gereken onlarca soru olduğunu dile getirmiş Evren, kimisini sormuş, kimisini sormuş gibi yaparak kendisi yanıtlamış. Ama asli, hayati sorular nedense sorul-a-mamış. Ben şimdilik sanatın da bir özür gibi toplumsal, kamusal, kurumsal bir yaşamının olduğunu hatırlatmakla yetineceğim.
*“Ne karanfil ne kurbağa” sergisi 4 Ocak 2026 tarihine kadar Bursa İMALAT-HANE’de ziyaret edilebilir.





