Birikim Güncel’de yayımlanan “Bir Yaman Çelişki: Vejetaryen Olmadan Hayvan Haklarını Savunmak” başlıklı yazıyı[1] yazarken tam da pesişıra Can Başkent’in cevaben kaleme aldığı yazısıyla[2] başlattığı (ya da sürdürdüğü) türden bir polemik arzu ediyordum; muradıma ermiş oldum.
Başlığından da anlaşılacağı üzere söz konusu yazımda özetle etoburlukla hayvan hakları savunuculuğunun bağdaşmadığını, hayvan haklarına dair tutarlı bir duruşun vejetaryenizmi, ve hatta veganizmi gerektirdiğini söylemiştim. Bu malumu beyan kabilinden tespitin aslında hiç de öyle olmadığını özellikle sosyal medyadaki gözlemlerim sonucu anlayınca yazma gereği duymuştum o kısa deginiyi.
Başkent çok uzun süredir vejetaryen/vegan biri olarak bu çelişkinin kendisini yadsımıyor ve fakat yazımı çelişkileri kucaklamak yerine dışlayan, dogmatik, kendi tabiriyle “mantıkçı muhafazarlık”tan muzdarip bir tavır takındığı için eleştiriyor. Ve kendisi öyle demiyor ama sanırım benim tutumumu, Richard Dawkins ve Christopher Hitchens gibilerinin ateizm/din mevzuunda sergiledikleri türden indirgemeci yaklaşıma benzetiyor.
Söz konusu yazımın üslubunun didaktik olduğunu teslim etmekle birlikte Başkent’in bir çelişkiyi tespit etmeyi niye çelişkisiz bir dünyayı arzulamak, dayatmakla bir tuttuğunu anlamış değilim. Nitekim ortada (etoburlukla hayvan hakları savunuculuğu arasında) bir çelişki olduğunu Başkent de inkar ediyor değil zaten. Mesele o çelişkinin bilgisinin hayatımıza ve siyasetimize nasıl yansıyacağı, onu nasıl yönlendireceği. Ve ben bu çelişkiden, Başkent’in bana atfettiği türden Manikyan bir siyasi sonuç çıkartmış değilim. Zira balık için su ne ise (siyasi özne olarak) insan için de çelişki o.[3] Bizimle tıpatıp aynı dünya görüşüne sahip insanlarla sınırlandırılmış bir hareket Marx’ın ütopyan sosyalizme örnek verdiği Fourier, Saint-Simon ya da Owens akımlarındaki (veya günümüzün Amish’lerindeki) gibi bir içe kapanmadan öteye geçemez. Ama belirtmek isterim ki elimizdeki tek seçeneğin ne-olursan-ol-gelci pragmatik bir uzlaşmacılık olduğunu da düşünmüyorum.
Başkent, “asgari ücret ile insanlık dışı koşullarda çalışan proleterin acısına küçük burjuva ukalalığıyla” yaklaşma hatasına karşı ikazda bulunma gereği duymuş nedense. Halbuki benim asıl derdim eti zar zor tüketebilen dar gelirliyle değil, et tüketimine bir tercih olarak yaklaşabilecek gelir seviseyinde—yani “burjuva”—olup tercihini et tüketmekten yana kullanan ama bir yandan da hayvan hakları savunucusu geçinenlerle. Kaldı ki bu kesimle hayvan hakları mücadelesinde beraber saf tutmak ile onları etoburluklarıyla yüzleştirmek birbirini dışlayan iki seçenek değil, bağlamına göre kullanılabilecek iki farklı strateji. Diğer bir deyişle, hayvan hakları için örgütlenen, eylem yapan insanların her fırsatta etoburluklarını başlarına kakmak ne kadar yanlış bir siyaset tarzıysa bu insanları küstürmek endişesiyle onları bu çelişkiyle yüzleştirmekten kaçınmak, “vegan eylemine elde et dürümle” gelmediği sürece kimseye ilişmemek de o kadar yanlış bir tutum. [4] Kurban bayramında ortalığa saçılan “iğrenç” görüntülere tukaka diyen etobur burjuvalara bu manzaraların çok daha büyük ölçekte hergün gözden ırak köşelerde yaşandığını, onları vejetaryen/veganlıktan soğutmak çekincesiyle dile getiremeyeceksek siyaseten içe kapanmaya zaten razı olmuşuz demektir.
Mecburiyetten et tüket(e)meyenlere geri dönersek, bu insanları vejetaryen/veganlığa kazanma mücadelesinde sınıfsal farkındalık, kuşkusuz, çok önemli ama bu farkındalığın bizi paralize etmesine izin vermemek gerek. Zira sınıf söyleminin bizzat kendisi bile onlara kurtuluş vaadettiklerinde alerji yaratabilir, yaratmıştır. Üstelik yoksul kesimler için bu tür duyarlılıkların (örn. feminizm, çevrecilik) lüks olduğu fikri “burjuva ukalalığının” bir başka biçimi değil mi aslında?
Özetle, çelişkilerden korkmayalım derken çelişkilere teslim olmayalım.
[1] http://www.birikimdergisi.com/guncel/bir-yaman-celiski-vejetaryen-olmadan-hayvan-haklarini-savunmak
[2] http://www.birikimdergisi.com/guncel/celiskilerden-korkmamak-veganizm-ve-celiskiler
[3] Nitekim bir önceki yazımda, yazıyı çok sahsilestirmemek için dipnotta, veganizmi doğru bulduğum halde vegan olmadığımı belirterek o çelişkilerden kendimin de, tabii ki, muaf olmadığımı teslim etmiştim.
[4] Başkent’i tanımamakla birlikte ben onun hayvan hakları mücadelesinde bu iki uca savrulmayan bir siyasi çizgi tutturmaya çalıştığını tahmin ediyorum; ya da en azından bahsi geçen yazısında savunduğu kadar Mevlevî bir yaklaşım içerisinde olduğuna/olabileceğine çok ihtimal vermiyorum. Sanırım yanlış bulduğu (ve yanlışlıkla bana yakıştırdığı) uç bir yaklaşımı eleştirirken gayri-ihtiyari öteki uca savruldu.