Çok değil çatışmasızlığın devam ettiği dönemde yani bundan yaklaşık dokuz ay önce yine burada “Ateşkes ve Düşük Yoğunluklu Müzakere” (yazının tümüne şuradan ulaşılabilir link) adlı makalemi şöyle bitirmişim,
“…Hükümet, A. Öcalan üzerinden elinden geldiğince örgütü etkilemeye çalışıyor. Bu çabanın sonuç alamayacak bir çaba olduğunu belirtmek isterim. A. Öcalan üzerinden PKK’yi etkileme, bitirme çabası 1999 yılında da denenmiş ama tutmamıştı. Hükümet gecikmeli olarak benzer şeyi deniyor. Buradan ötesi zaman kaybı. İşte bu zaman kaybı dediğim şeyi Hükümet daimi bir imkân olarak görüyor, her defasında acaba bir seçim daha götürebilir miyim hesabı içinde. Bu hesap, “düşük yoğunluklu müzakere” hesabıdır. Birilerinin bu politikanın uzun süre devam edemeyeceğini söylemesi gerekiyor. Son bir hatırlatma olarak şunu söylemek isterim ki ‘90’ lı yılların “düşük yoğunluklu savaşı” PKK’yi zayıflatıp dağıtamamış; aksine büyümesine, gelişmesine yol açmıştı. O nedenle her gün yeni bir cephenin açılıp kapandığı Ortadoğu coğrafyasında tarihin zamanı, “düşük yoğunluklu müzakere”den medet umanları beklemeyebilir.”
Peki, savaşın başlaması sürpriz oldu mu? Benim için olmadı. İki yıldır bağıra bağıra geliyorum demesine rağmen, Hükümet tarafından adı olan ama fiiliyatta hiçbir karşılığı olmayan “Barış süreci” filmi izletilmeye çalışılıyordu. Bize her defasında barış yola çıkmış geliyor diyenlere, yaklaşmakta olan şeyin savaş olduğunu söylediğimizde ise barış karşıtı ilan edildik. Keşke barış olsaydı da kötü olan, bu acı gerçeği söyleyen bizler olsaydık.
Eğer biraz aklımıza sahip çıkmazsak, ateşkesin, 22 Temmuz 2015 tarihinde Suruç’ta öldürülen iki polis yüzünden bozulduğuna inanmamızı istiyorlar bizden. Zaten ‘93’teki ateşkes de 33 asker, 2011’deki de Silvan’da öldürülen askerler nedeniyle bozulmuştu. Ortalık polisiye olayların sonuçlarıyla uğraşan uzmanlardan geçilmiyor. Ateşkes süreçlerinin bozulmasını bu olaylara bağlayan akıl, lise tarih kitaplarında I. Dünya Savaşı’nın başlamasını da Avusturya tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesine bağlayan akılla aynı akıldır. 30 yıllık bir savaşın nedenlerini halen daha polisiye yaklaşımlarla değerlendiren uzmanları bu iki yıllık süreçte de görmüş olduk. Bugünkü ateşkesi bozan şey, ne şu ne de budur. Kürt sorununu var eden şeylerin ortadan kalkmamış olması ve sorunun çözümüne dair projenin henüz görünür olmayışıdır.
Savaş Hazırlıkları…
Şimdi savaşa, yani bugünlere nasıl gelindi buna bir bakalım mı? 8 Mayıs 2013’te başlayan PKK gerillalarının geri çekilmesi kısa bir süre sonra durdu. Niye durduğunu merak edip izini sürdüğümüzde bakın karşımıza neler çıkıyor. Çok değil örgütün geri çekilme kararı aldığı günün bir gün sonrası yani 9 Mayıs 2013’te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, PKK'nın çekilme süreci ile ilgili konuşmuş. Arınç, örgütün bu kararına ilişkin, "Niye gidiyorsunuz daha karpuz kesecektik' deme imkânımız mı var? Cehennemin dibine gitsinler gidiyorlarsa…” deme zahmetinde bulunmuş.
Geri çekilme kararı almış KCK yöneticileri o gün Başbakan Yardımcısı B. Arınç’ın bu sözlerini duyduğunda adeta şok olurlar. Bu dilin barışa hizmet etmeyeceği, dışlayıcı provoke edici olduğu ortada. Bu dil çatışmasızlığın devam ettiği iki yıllık bir dönemde hep diri tutuldu. Barışa değil, savaşa hizmet eden bir dil tüm devlet erkânı tarafından sürekli güncellendi. Buna karşılık Eylül 2013’ten itibaren de KCK yöneticilerinin sert açıklamalarını iki yıl boyunca belli aralıklarla dinlemiş olduk.
Sadece dille kalınsa iyi idi. Hem devletin hem de örgütün eli de boş durmadı. Sanki barış süreci değil de savaş sürecine hazırlanırcasına bölgede yeni karakol yapımlarına ve yeni korucu alımlarına hız verilirken, örgüt de Kürt gençlerini dağa çağırdı. İHD’nin bu konuda hazırladığı raporlar var. O raporlara göre, son bir yıl içerisinde bölge genelinde 341 yeni karakol yapımı ihale edilmiş, bunların bir bölümünün yapımı tamamlanmıştır. 341 adet karakoldan 102 adedinin inşaatları tamamlanarak, teslim edildiğini anlıyoruz. Yine yeni korucu alımı yapıldığını görüyoruz. Şırnak, Van, Bitlis, Siirt, Bingöl ve Muş illeri ve bağlı ilçelerde toplamda 2000 civarında korucu kadrosu açıldığı ve bu kadronun bir bölümünün alımının tamamlandığını görüyoruz. Gerek yeni karakol yapımlarının gerekse de yeni korucu alımları çatışmasızlık sürecine hizmet eden adımlar değildi. Bu adımlar örgüte güven vermediği için de geri çekilme durdu.
Örgüt Savaşa Hazırlandı…
PKK ‘93’teki ilk ateşkesten bugüne yapmış olduğu tüm açıklamalarda, “PKK savaşa da barışa da hazırdır” diyen bir örgüttür. 30 yıllık bir savaş süresi boyunca devletle birbirlerini iyi tanıdılar. 8 Mayıs 2013’te geri çekilme kararı alan örgüt bir süre sonra geri çekilmeyi durdurdu. 1 Ekim 2013’ten itibaren ise, artık AKP hükümetinden bir beklentilerinin olmadığını açıkladılar. Bu açıklamayla birlikte Kürt gençlerini dağa, gerilla ordusuna çağırdılar. Bu aynı zamanda yeni bir savaşa hazırlık yapmaktı.
Şöyle dönüp iki yıllık ateşkes sürecine baktığımızda aslında devletin başından beri operasyonların durdurulması dışında ne Kürt sorununun çözümüne ilişkin, ne de PKK’nin silahsızlandırılmasını ilişkin bir projesinin olmadığı anlaşıldı. Bir proje geliştirmek yerine, daha öncekilerin yaptığı ama başarılı olamadıkları bir şeyi denedi. İmralı’da Abdullah Öcalan üzerinden PKK’yi etkisizleştirme ve zaman kazanma yolunu seçti. Bu yol çıkmaz, başarılı olmayacak bir yoldu. Abdullah Öcalan’ı severken örgütü dışlamak çözümsüzlüktü.
İmralı Seferleri…
Üzerinde konuşulması gereken bir husus da iki yıl boyunca İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme yapan HDP heyetinin durumudur. HDP, bugüne kadar tek taraflı ateşkesi bu açıklıkta talep eden tek legal Kürt partisi olsa da HDP heyeti bu süreci iyi yürütememiştir. İmralı’ya her gidiş sonrası yaptıkları açıklamalar dikkate alınırsa biz şimdi savaşı değil barışı konuşuyor olmalıydık. İmralı’daki görüşme masasında ateşkesin sürüyor olmasının dışında bir şey olmamasına rağmen bir şeyler oluyormuş gibi her defasında ‘Yeni bir aşamaya geçtik’ türünden açıklamalar abartılı şeylerdi. Kusura bakmasınlar, süreci iyi yönetememişlerdir. Başka talepleri geçtik. Hapishanelerdeki ölümcül hasta mahpusları bile tahliye edememiş bir sürecin aktörleridirler. İki yılın sonunda gördük ki, İmralı seferleri, “selamünaleyküm, aleykümselam” olmuş. İki yıl bol bol selam götürülüp selam getirilmiş. Şimdi diyeceksiniz ki on maddelik mutabakat metni hazırlanmıştı. Hükümet kabul etmedi. HDP heyeti ne yapsın? İşte tam da bunu eleştiriyorum. Devlet bir insan değildir, insanlar tarafından işletilen ve kurumlardan oluşan büyük bir kurumdur. Devletlerin sözleri yasa ve kanunlarıdır. Çözüm sürecinde yasalar ve kanunlar çıkarılmamışsa söz de verilmemiştir. İmralı masasında belki birçok konu konuşulmuş olabilir, ama herhangi bir yerde konuşulduğu gibi konuşulmuştur.
İkili yönetim…
Bazıları diyor ki AKP seçimi kaybedince saray savaş çıkardı. Eğer böyle bir hesap yapıldıysa yanlış bir hesap olduğunu söylemem gerekiyor. 30 yıllık dönemde PKK ile savaşarak oyunu artıran bir parti hatırlamıyorum. Ama bu 30 yıllık dönemde PKK’nin 16 hükümet eskittiğini biliyorum. Geçmişte PKK’yle savaşan hükümet ve partiler kaybetti. Arşivimizde böyle bir bagaj varken, aksine inanmamız için biraz zorlamamız gerekiyor. Oysa hiç zorlamaya gerek yok kanımca. İki yıl ertelenmiş bir savaş düşük yoğunlukta bir müzakere ile çözümlenemezdi. Hemen şunu da söylemem gerekir ki PKK gerillaları Eylül 2013’ten beri bölgede yapmaları gerekeni yapıyordu. Fiili durumda adı konulmamış çifte yönetim durumu yaşandığını bölgeyi tanıyan herkes biliyordu. Bu ikili yönetim durumu varken, devlet açısından sürdürülebilir olmadığı için uzatılmış çatışmasızlık durumu Kandil’in bombalanmasıyla birlikte bozulmuş oldu.
HDP’nin Çağrıları…
HDP’nin silahların susmasına yönelik yapmış olduğu her çağrı kuşkusuz ki kıymetli bir çağrıdır. Fakat şunu da biliyoruz ki geçmişte Kürt legal partilerinin bu gibi girişimleri çok olmuş ve her defasında tek taraflı kaldığı için de amacına ulaşmamıştır. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra legal Kürt siyasi hareketi için yeni bir durum oluşmuştur. 80 milletvekili ile mecliste temsil edilen bir parti PKK üzerinde daha etkili olabilirdi. HDP seçimden hemen sonra PKK’ye yeni durumun oluştuğunu bugün olmazsa bile belki bir sonraki seçimde hükümet ortağı konumuna geldiklerini bu yüzden de sivil siyasete şans verilmesi gerektiğini söyleyebilmeliydiler. PKK’ye devlet şimdilik adım atmamış olsa bile silahlı güçlerini geri çekmesini isteyebilirdi. Gerekirse HDP bu konuda Kandil’le kavga etmeyi göze almalıydı. Eğer seçimden hemen sonra bu yapılmış olsaydı, yani PKK geri çekilme kararı almış olsaydı bugün bu çatışmaları yaşamıyor olabilirdik. Geri çekilme kararı almış bir Kandil’i bombalamak hükümet için kolay olmayabilirdi.
Savaşı Projesizlik Başlattı…
Savaşı başlatan şey hükümetin çözüm projesinden yoksun oluşudur. Samimi ve gerçek anlamda hükümetin Kürt sorununa ilişkin bir çözüm projesi olmadı. Sadece Kürt sorununa ilişkin değil, başka sorunlara ilişkin de yoktu. Aleviler silahlı mücadele vermiyorlar, peki sorunları çözüldü mü? 12 Eylül’le yüzleşildi mi? ‘90’lardaki faili meçhul cinayetler açığa çıkartılabildi mi? 13 yıllık AKP hükümeti buralarda sınıfta kaldı. Sadece kalmadı, ‘90’lardaki cinayet dosyaları zaman aşımından bir bir üstü kapatılıp düşürüldü. Özgürlükler söz konusu olduğunda, Kürt sorunu söz konusu olduğunda hiçbir yasa çıkaramayan hükümet, anti-demokratik dediğimiz “Güvenlik paketi” gibi yasaları çıkartabilmiştir.
Hapishanelerde ölümcül hasta durumundaki mahpusları tahliye edemeyen bir hükümet, yüz yıllık devasa bir sorunu çözemezdi. Elindeki hasta mahpusu çıkartamayanlar, dağdaki PKK’liyi hiçbir şekilde indiremezdi. Gezi’de İstanbulluyu gaza boğanlar, Diyarbakır’a özgürlük veremezdi. Bunlar hep bir özgürlük projesi gerektiren şeylerdir. İnsan şöyle bir şey düşünmüyor da değil, AKP’den AKP’de olmayan bir şeyi isteyerek acaba haksızlık mı yaptık.
Ateşkes süresi boyunca beni hayretlere düşüren şey ise maaşlı uzmanların iyimserlikleriydi. İnsan bu uzmanları okuyup dinleyince sanıyordu ki savaş sona eriyor, barış geliyor. Oysa yukarıda aktardığım somut verilere bakılırsa bize doğru yaklaşan şeyin barış değil savaş olduğu gerçeğiydi. Sanıyorum bu sürecin en öğretici yanlarından biri de eğer bir gün gerçek anlamda barış gelecek olursa öncelikle bu uzmanlardan kurtulmamız gerekir.