Memleketin kasvetli havası, yanı başımızda son hız devam eden vahşet, cesedi kıyıya vuran Aylan Kurdi'yle tescillenen insanlık ve mülteci krizi, insanı kaçınılmaz şekilde en felaketinden senaryolar çizmeye, akla en beterinden soruları sormaya sevk ediyor. Ortadoğu’yu kasıp kavuran yangın, kitlesel mülteci akımıyla birlikte Avrupa’yı da içine alır mı? sorusu bunlardan birisi mesela. Soru başka türlü de formüle edilebilir. Mülteci akımıyla birlikte Ortadoğu Avrupa mı taşınıyor? Yakın veya uzak gelecekte Avrupa’nın Ortadoğulaşma ihtimali var mı? vb.
Bu sorular yalnızca dünyada ve özellikle Ortadoğu’da yaşanan çatışmalardan dolayı insanın üzerine sinen kötümserlikten değil sadece, aynı zamanda olgusal bazı dinamikler sebebiyle de akla gelebilecek muhtemel sorulardan bazıları olarak değerlendirilebilir.
Şurası çok açık ki, Avrupa, sömürge tarihiyle birlikte kronikleşen İsrail-Filistin sorunu nedeniyle neredeyse ezeli bir istikrarsızlıkla muzdarip Ortadoğu coğrafyasının, “Arap Baharı” ve sonrasında bugün geldiği son durumun nihai olarak, kitlesel iltica hareketleri neticesinde bizzat kendisini de bu denli ve doğrudan etkileyebileceğini hesap etmedi. Etmedi, çünkü bugün AB ülkeleri arasında mültecilerin paylaşımı konusunda aylardır aşılamayan anlaşmazlık bunun en açık göstergesi. Üye ülkelere ilticalar hep vardı. AB'nin bu konuda geliştirdiği başlıca politika sınırları daha geçilmez hale getirecek yeni tedbirler almaktan ibaret oldu. Fakat bugün gelinen nokta gösteriyor ki, Avrupa aldığı bu tedbirlerin ölümden çaresizce kaçan bu insanların iradeleri karşısında aşılacağını öngöremedi. Bu anlamda hazırlıksız yakalandı. Bu sebepledir ki, başta Münih olmak üzere Almanya’nın çeşitli şehirlerinde gelen mültecileri acilen barındıracak geçici merkezler kuruldu.
Oysa bugün yaşanmakta olan mülteci krizi küreselleşme olgusu altında değerlendirilmelidir. Sorun küreseldir. Birleşmiş Milletler verilerine göre bugün dünyada 60 milyona yakın insan yerinden edilmiş durumda. Mülteci sorunu ama aynı zamanda siyasal sorunların coğrafyaları aşarak uzak yerleri de içine alabileceğinin kabulüyle ilişkilidir. İstikrarsız bir Ortadoğu'nun Avrupa ve diğer gelişmiş ülkeleri de istikrarsızlaştırabileceğinin bilinmesiyle alakalıdır.
Bu yüzden beklenmeyen bu mülteci akını Avrupa’yı her geçen gün daha derin bir krize, kendi iç ve dış politikalarıyla yüzleşmeye zorluyor. 2000’li yıllarda geçilen ortak para birimi sonrası federal bir devlet olma yolunda Avrupa Anayasasının referandumda reddedilmesi neticesinde Avrupa Birliğinin derinleşme sürecinin sekteye uğraması, üye ülkelerin yaşadığı ekonomik krizler nedeniyle sıkça gündeme gelen Avro krizi gibi olaylar, Avrupa’nın geleceğine dair sıklıkla kötümser senaryoların yazılması için yeterince malzeme sağladı. Bunun son halkası Avrupa ülkeleri arasında serbest dolaşımı sağlayan Shengen Anlaşmasının Macaristan’ın Sırbistan sınırına tel duvar örmesi ve ardından 14 Eylül 2015 tarihi itibariyle Almanya’nın sınır kontrolleri uygulamasını devreye koyarak bu anlaşmayı geçici olarak askıya alması oldu. Bunun bir sonraki adımı herhalde geçici olan bu durumun kalıcı hale gelmesi olabilir ki, bu AB'nin gerilemesinin başlangıcı olur.
Diğer taraftan, paradigmalarını özellikle göçmen karşıtlığı üzerine inşa etmiş aşırı sağ partilerin tüm Avrupa ülkelerinde bulunuyor olması ve kimi yerlerde bazılarının seçimlerde %20’lere varan destek almaları, Avrupa’nın sosyal düzen ve istikrar anlamında kırılganlaşmasına yol açabilecek başlıca etkenlerden biri olarak değerlendirilebilir. Medyada sıkça bu gibi partilerin düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlere ilişkin haberler yer alıyor. Bu konuda en son gelişme Almanya’nın Dresden şehrinde göçmen karşıtı mitingler organize etmekle tanınan Pegida hareketinin partileşme kararı almasıyla yaşandı.
Son birkaç ay içerisinde çoğunluğunun Suriyeli olduğu yüz binlerce insan (son altı ayda 315.000, yalnızca Ağustos ayında 156.000) alınan onca sınır tedbirlerine rağmen Avrupa'ya ulaştı. Şurası açık ki, Avrupa'ya ulaşan bu insanlar Avrupa ülkelerinde geçici olmayacak. Bu sav, hem geldikleri bölgelerdeki mevcut durum, hem de Avrupa'ya dağılacak bu insanların sürek avıyla toplanıp geri gönderimlerinin teknik olarak neredeyse imkansız olması nedeniyle ileri sürülebilir. Artan sayıdaki yabancıya karşın, ihtimal odur ki, paradigmalarını göçmen karşıtlığı üzerine inşa etmiş aşırı sağ hareketler arasındaki gerilim her geçen gün daha da artabilir.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres Euronews’te yer alan bir mülakatında; “yaşanan göçmen krizinin Avrupa’yı felakete sürükleyebileceğini” iddia etti. Bu noktada, yaşanan bu krizin felaketle sonuçlanmasını önlemenin entegrasyon politikalarında kazanılacak başarıyla doğru orantılı olduğu iddia edilebilir. Ancak bu durum bugüne kadar Avrupa’nın tam anlamıyla başarabildiği bir husus olmadı. Belki de problemin esası yapısal birtakım engellerde aranabilir. Bir yanda yabancıları görmek istemeyen, onlara daha fazla tahammül edemeyen zenofobik ve aşırı sağ gruplar, öte yandan yıllardır Avrupa ülkelerinde yaşayıp entegrasyona inatla direnen, kendisinin değil, Avrupa’nın kendilerine uyarlanmasını bekleyen bazı göçmen grupları. Toplumsal ayrışmanın cisimleşmiş halini ifade eden bu durumun Avro bölgesinde derinleşecek ekonomik krizle birlikte AB yurttaşları ile yabacılar arasında bu kez toplumsal kutuplaşma yönünde evrilmesi pekala bir ihtimal olarak sayılabilir.
Göç teorilerinde geçen temel önermelerden birisidir; "göç hareketlerinde insanlarla birlikte kültürler de taşınır". Kültür kelimesini her tür alışkanlık, gelenek, inanç, kimlik, ideolojilerle doldurmak mümkün. Avrupa'ya iltica eden bu insanlar kalplerinde anlatılmayı bekleyen sayısız acıyla birlikte Avrupa'da huzuru bulacaklarına ilişkin biraz da ütopik sayılabilecek bir umutla gidiyorlar. Geçen süreyle birlikte bunun hayal kırıklığıyla sonuçlanması muhtemel bir durumdur. Yine Bodrum kıyılarına vurmuş fotoğrafıyla Aylan bebeğin Avrupa kamuoyunda ve özellikle Almanya'nın devlet politikalarında sığınmacılara yönelik oluşan hoşgörünün geçen süreyle birlikte yok olması bir diğer ihtimali oluşturmaktadır. Avrupalı insanın gelen bu sığınmacıların refah devleti aşındırdıkları, işlerini elinden aldıklarına dair marazi bir konsensüse varması halinde ise yabancı düşmanlığı Avrupa kimliğinin bir öğesi haline gelebilecektir. Böyle bir senaryoda aşırı sağ partilerin iktidara gelebileceğinin kaçınılmaz olacağını söylemeye bile gerek yok herhalde. İşte o zaman belki de, bir diğer felaket senaryosu olabilecek, Avrupa'nın Ortadoğulaşmasından söz etmeye başlayacağız.