Geçen gün Yasemin Çongar yazdı, Emre Aköz yazdı, herhalde başka yazanlar da var; Ermeniler’den kıyım için özür dileyen metni imzalama konusu. Bunu hazırlayan arkadaşlarla konuştum ve imzalayacağımı söyledim. Aslında, başta “özür dilemek”, metinde itiraz ettiğim noktalar var. Ama Yasemin Çongar gibi ben de konunun genel ağırlığı karşısında bunu çok önemli olmayan bir ayrıntı olarak görüyorum. Metin bu düşünceler doğrultusunda bir “revizyon”a tabi tutulursa (çünkü ayağı buraya basan birçok kişinin de benzer kaygılar taşıdığını görüyorum) şüphesiz daha mutlu olurum. Ama tutulmazsa da itiraz etmez, imzalarım.
“Özürle” ilgili herkes “Niye ben,” diye soruyor. Evet, niye ben, niye benim gibiler? Ermeni dinleyicilerin bulunduğu yerlerde ne zaman bu konuyu konuştumsa, bir “Türkiye yurttaşı” olduğum için, bu kıyımdan kişisel bir sorumluluk duygusu duymadığımı her zaman söylemişimdir. Kişisel sorumluluğum zaten fiilen mümkün değil, ama sorumlu olduğunu gördüğüm, bildiğim kişilere zaten en ufak bir yakınlık duymuyorum, hiçbir şekilde kendimi onlarla özdeşlemiyorum. Öyleyse niye özür dileyeyim.
Gene aynı toplantılarda, bu sorumluluğu duymamakla birlikte, yurttaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadar bu olayı inkâr etmesinden doğan durumdan, bütün Türkiye yurttaşlarıyla birlikte bana da sorumluluk düştüğünü hep söylerim. Gelgelelim, burada da kusurlu bir anlayışım olduğunu düşünmüyorum. Bunun olduğunu epey erken bir yaşta öğrendim ve o zamandan beri olayı saklamak üzere hiçbir şey yapmadığım gibi bu zorunlu cehalet perdesini yırtmak için de elimden geleni yaptım. Yazıyla, eylemle, her türlü. Dolayısıyla, bu perde kaldıkça bir tür sorumluluk devam etse de, bu “özür dileme”mi gerektiren bir şey.
Kıyım’ın kendisinden sorumlu kişilerle çocukken bile pek tanışmış olabileceğimi sanmıyorum. Kimbilir, olabilir de. Ama onlarla aynı dünya görüşünü paylaştıkları ölçüde Kıyım’ın vebalini de paylaşanlarla ömrüm boyunca mücadele ettim.
Bunlar, özür dilemeyi çok doğru bulmamamın bireysel nedenleri. “Bireysel nedenler, gerekçeler” önemlidir. Kendi başlarına yeterlidir. Ama burada daha genel, daha ilkesel, daha “teorik” bir itiraz gerekçesi de var: toplumları, ulusları homojen, uyumlu bütünler gibi ele almak sakıncalıdır.
Benim, onun, herhangi birinin “Türkler” adına “özür dileme”si anlamlı olmadığı gibi mümkün de değil. Ayrıca, “özür diliyor” ya da ne yapıyorsam bunu bütün Ermeniler karşısında yapmam da ne mümkün, ne anlamlı. Ermeni toplumunda, “anayurt”ta veya “diaspora”da, öyle kişiler vardır ki bırak özür dilemeyi, tanışmayı, selâm vermeyi istemeyebilirim. 1915 yılında bazı Türkler Ermeniler’e böyle bir şey yaptığı için ben bir Ermeni faşistinden niye özür dileyeyim.
“Türkler adına” konuşmak daha da absürd. Şimdi, yukarıda söyledim: bu olayı fiilen yapanlar, tarihte tiksinti duyduğum kişiler. Aynı fikirde olmayı sürdürenlerle mücadele halinde yaşadığımı da söyledim. Durum buysa, onlar adına mı özür dileyeceğim. Bu saçma olduğu gibi zaten onlar da bu davranışı kabul etmeyecek, kendi bildiklerini okuyacaklar. Böyle yapmalarının getireceği sonuçları da ayrıca konuşmamız gerekiyor.
Evet, sanırım bunlar ciddi itiraz noktaları. Ama öyle veya böyle, benim asıl sorun olarak kabul ettiğim öğrenme ve tanıma ve yüzleşmeye katkısı olacağını düşündüğüm her işe varım.
Belki metine böyle şeyler de eklenebilir: asıl kabul etme ve gereğinde özür dileme konumunda olanların esnemez tutumlarından ya da vakit kazanmak üzere top çevirmelerinden, onların bu tragedyaya olumlu bir katkıda bulunmaya yanaşmayacaklarını gören Türkiye yurttaşlarının bunu Ermeniler’e, yurttaştan yurttaşa bir el uzatma ve barışma jesti olarak yaptıklarını belirtecek bir iki cümle. Böyle bir şeyin herkesi rahatlatacağını düşünüyorum.
Taraf, 14.12.2008