İsrail’in 1967 savaşı sonrasında Gazze’yi işgal etmesinden beri bölgede yaptığı insani bilançosu en ağır olan askeri operasyon, 2007’den beri Gazze’de yarı-devlet konumuna geçen Hamas’ın silahlı gücünü yok etmekten ziyade kurumsal varlığına büyük bir darbe vurdu. Ölenlerin dörtte birinin Hamas’la herhangi bir ilgisi olmayan sivil olmasının yanında, ölen Hamas görevlilerinin çok büyük bölümü de Hamas’ın askeri kanadında çalışmıyordu.
Saldırının ilk anında ölen yüzü aşkın stajyer polis, mezuniyet törenleri için yapılan tören için toplanmıştı. Havadan, karadan ve denizden yapılan roket ve top atışlarının yıktığı binaların büyük çoğunluğu Hamas yarı-devletinin binalarıydı. Ama 362 kilometrekarede 1,5 milyon kişinin yaşadığı, dünyada en büyük nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerden biri olan, herşeyin üst üste yaşandığı Gazze’de, birkaç istisna dışında, hedefler arasında resmî ve sivil ayrımı yapmak zaten mümkün olamazdı.
Bir kara harekatına alelacele girişme konusunda temkinli olduğu görülen ve bu hava operasyonunu beş-altı aydan beri çok deyatlı biçimde planladığı anlaşılan İsrail hükümeti için zamanlama mükemmeldi. İsrail’de milletvekili seçimlerine çok az bir zaman kala, ABD’de yönetim devri nedeniyle yaşanan kısmi boşluğu fırsat bilerek ve uluslararası kamuoyunun Noel ve yeni yıl rehavetini değerlendirerek yapılan hava saldırısı, insani boyutu çok daha ağır olmakla beraber, ikinci İntifada’dan Arafat’ın 2004’de ölümüne kadar İsrail’in Gazze’de Filistin yönetimine karşı yürütttüğü imha politikasının daha kapsamlı bir tekrarı gibiydi. Arafat’ın aylarca yaşadığı binada ablukaya alındığı, hükümet binalarının tek tek dinamitlendiği dönemden bugünün farkı, 2005’de İsrail’in Gazze’den çekilmiş olması, dolayısıyla kendisi açısından insani bedeli neredeyse sıfır olan hava saldırılarıyla yetinebilmesi.
Birinci İntifada’dan sonra, Mısır’lı Müslüman Biraderler teşkilatının bir uzantısı olarak Gazze’de 1987’de kurulan Hamas, uzun bir dönem İsrail hükümeti için, El Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne rakip bir ehveni şer olarak görülüp, desteklendi. FKÖ yönetiminin yolsuzluklarına, vahim idari beceriksizlerine karşı çıkan Hamas, esas olarak Gazze’de olmak üzere, işgal edilmiş topraklarda hızla güçlendi. 1993’de Oslo antlaşmalarına şiddetle karşı çıkması, onu Arafat’ın başında olduğu Filistin yönetimiyle karşı karşıya getirdi. Hamas, Şaron’un provokasyonuyla 2000’de başlayan ikinci İntifada’dan sonra Filistinliler arasında etkisini hızla güçlendirdi.
Barış görüşmelerinin sonuçsuz kalması nedeniyle prestiji iyice sarsılan ve İsrail hükümetinin ağır saldırısına maruz kalan FKÖ karşısında Hamas, radikal bir duruşu ve toplumsal örgütlenme itibarıyla daha başarılı uygulamaları temsil ediyordu. 2004’de Arafat’ı tecrit ederek, FKÖ’yü etkisiz bırakan İsrail hükümeti, bunun ardından silahlarını Hamas’a doğru çevirdi. Mart 2004’de Hamas’ın kurucusu Şeyh Yasin’i öldüren İsrail güçleri, Yasin’in yerini alan Abdülaziz El Rantisi’yi de birkaç gün sonra öldürmekten kaçınmadı.
İsrail’in 2005’de Gazze’den çekilmesinin ardından, bu kez FKÖ ve Hamas bir ölüm kalım mücadelesine girdi. Arafat’ın yerini alan Mahmut Abbas’ın otoritesini tanımayı reddeden Hamas, 2006 seçimlerinde El Fetih örgütünün yıllardır sürdürdüğü hakimiyeti kırarak, işgal edilmiş topraklarda yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Bunu onbeş ay süren FKÖ-Hamas koalisyonu ve 2007 Haziranında Hamas’ın Mahmut Abbas yönetimini Gazze’den kovması izledi. Bu kovma kansız olamazdı. İki taraf arasındaki çatışmalarda yüzlerce Filistinli öldü. Sonunda Batı Şeria’da Mahmut Abbas’ın başkanlığında bir resmi ve tanınmış yönetim, Gazze’de Hasan Nasrallah’ın başında olduğu tanınmayan, fiili bir yönetim ortaya çıktı.
Uluslararası yardımı alamayan, İsrail’in başlattığı abluka nedeniyle dış dünya ile ilişkisi Mısır sınırında kazılan yüzlerce gizli tünele bağlı kalan Hamas yönetimi, iddia edilenin aksine Gazze’de bir şeriat devleti kurmadı. Çarşaf gibi islami simgelerin daha fazla görünür olduğu, yasak olmamasına rağmen içki bulmanın artık neredeyse imkansız olduğu Gazze’nin, herşeye rağmen Taliban çağrışımlı bir “Hamastan” nitelendirmesini hak etmediğini bazı İsrailli gözlemciler başta olmak üzere, Gazze ile ilişki kurabilen, bölgeye girebilmiş tüm gözlemciler dile getiriyor. Son yirmi yılda bölgede hızla artan muhafazakarlıkla, katı ataerkil ve otoriter geleneklerin Hamas’ta yoğunlaştığını söylemek daha doğru. Hamas için hala geçerli olan önce siyasetin gerekleri, sonra dinin. Bu siyaset gereklerini, FKÖ’de olduğu gibi, son derece otoriter bir zihniyet belirliyor. FKÖ’den çok daha etkili bir kamu hizmeti anlayışı sergileyen Hamas da, halefinden devraldığı yandaş –aile, klan, siyasal sempatizan- gözetme politikasını aynı hızla sürdürüyor. Buna çok daha açık ve güçlü bir muhafazakar değer dünyası eşlik ediyor.
Hamas, Haziran 2008’de Mısır’ın aracılığıyla varılan “karşılıklı saldırmazlık” anlaşmasını neden bozdu? Aslında anlaşmayı ilk Hamas’ın bozduğu söylenemez. 5 Kasım’da İsrail, Batı Şeria’ya yönelik “saldırgan amaçlı” bir tüneli imha etme gerekçesiyle yaptığı saldırıda 5 Hamas askerini öldürdü. Hamas bunun ardından İsrail’in 26 Aralık saldırısına kadar, sınırın biraz ötesindeki yerleşimleri hedefleyen 200 civarında füze yolladı. Bu füzelerin çok azı hedefini vurmasına ve bir kişinin ölmesi ve birkaç kişinin yaralanmasına rağmen, füzelerin tehdidi altındaki İsrailliler için bu kabul edilir bir durum değildi. Yarım milyon civarında İsrailli Hamas füzelerinin doğrudan tehdidi altındaydı.
Mahmut Abbas’ın belirttiği gibi, Hamas İsrail’in saldırısına füze sağanağı ile cevap verirken, bunun İsrail’in çok daha büyük bir saldırısına meşruiyet tazelemekten başka bir anlamı olmadığını biliyordu. Herhalde İsrail de 5 Kasım saldırısını yaparken, bunun Hamas’ın ev yapımı füzelerini ateşleyeceğinden emindi. Dolayısıyla İsrail hükümeti ve Hamas yönetiminin, savaşın getirisinin barıştan daha yüksek olduğu konusunda zimni görüş birliği içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Hamas’ın en büyük korkusu, başta Mısır olmak üzere Arap devletleri ve uluslararası güçlerin desteğiyle Gazze’ye Mahmud Abbas yönetiminin geri gelmesiydi. Son İsrail saldırısı bu korkuyu defetti. İsrail saldırısının esas kaybedeni Mahmud Abbas ve Mısır devlet başkanı Mübarek oldu. Bundan sonra FKÖ’nün Hamas’ın yerini almak için Gazze’ye dönmesinin Filistin ve Arap halkları nezdindeki anlamı, “İsrail tanklarının gölgesinde bölgeye girmek” olacak.
Hamas, hemen bütün idari binalarının yıkılmasına karşılık, askeri operasyon gücünden pek bir şey kaybetmedi. Son bir buçuk yılda Filistinliler nezdinde aşınan popülaritesini saldırı sonrası yeniden kazandı. Bir tür vicdani dokunulmazlık elde etti.
Ne var ki, bugün artık Hamas da endişeli. FKÖ’den daha çok, onu çok daha radikal ve köktendinci bir pozisyondan eleştiren İslami Cihad örgütünden kaygı duyuyor. Son bir yıl zarfında, Hamas’ın El Fetih’e fatura ettiği ama bir çoğunun İslami Cihad tarafından yapıldığı bilinen Gazze’de patlayan bombalar ve bazı suikastler, Filistin sorununda üçüncü bir aktörün sahneye çıkmaya başladığına işaret ediyor. Hamas’ı, “eldeki ucube idareyi yönetme kaygısıyla asli amaç olan direnişi ikinci plana atmakla” suçlayan İslami Cihad örgütünün Filistin uzantıları, son İsrail saldırısının ardından, İsrail’in varlığını tanıyan herhangi bir barış görüşmesinin ihanet olduğunu ilan eden söylemlerine daha fazla kulak kabartacak bir kitlenin var olduğunu biliyorlar. Filistin sorununu evrensel bir İslami direniş hattına yerleştirirken, Hamas’ın dış destekleyecilerinin de kendilerine daha sıcak bakacaklarını kestiriyorlar.
Böylece Filistin sorununda İsrail, belki de üçüncü bir aktörle oynayacağı yeni bir sahneye hazırlanıyor. Önce laik ama otoriter FKÖ’ye saldırıp, onu büyük ölçüde etkisizleştirip Hamas’ın önünü açan, sonra muhafazakar ve otoriter Hamas’a saldıran İsrail, belki önümüzdeki dönemde Filistin cephesinde en güçlü aktörün Batı dünyasında hiçbir sempati kırıntısı bulamayacak olan İslami Cihad türünden bir örgüt olmasını arzuluyor. Bu durumda olağanüstü güvenlik devleti olarak varlığını ve işgal politikasını pek karışanı görüşeni olmadan devam ettirebileceğini kestirebiliyor.
İsrail hükümetleri, Filistin’de insanlığa karşı yıllardır işledikleri ağır suçların bahanesi olarak kullanabilecekleri umacılar bulmaya devam ettikçe bu kanlı oyun sürüp gidecek.
Radikal İki, 4.1.2009