Siyasal İslâmcı Tahayyülde İç Düşman/Hain Figürü
“Türkiye uluslararası bir komplo ile karşı karşıya…”

Abdurrahman Dilipak’ın 19 Aralık 2013 tarihli köşe yazısı bu cümle ile başlıyor. Türkiye’yi sarsan 17 Aralık yolsuzluk operasyonundan iki gün sonra kaleme alınan yazıya göre operasyonun arkasında uluslararası sistem vardı. “Terörün bitirilmesini istemeyen, yeni Anayasanın çıkmasına engel olan, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan” uluslararası sistem yolsuzluk operasyonu ile sadece AKP’ye değil, Türkiye’ye de ayar çekmek istiyordu.

Dilipak’a göre uluslararası sistemin amacı “İslam’ı ve müslümanları … Batı değerleri, çıkarları ve güvenliği için risk ve tehdit oluşturmayan bir İslam anlayışı” etrafında dönüştürmek. Dilipak adını da koyuyor bu İslâm anlayışının: “Euro İslam.” “Demokratik bir çeşni..” “Alameti farikaları yokedilmiş bir İslam anlayışı…”

Bu haliyle komplo sadece AKP’ye değil. “Bütün İslam dünyasına yönelik bir komplo”[1] bu.

Dilipak takip edilen gün ve haftalarda da yolsuzluk operasyonları üzerine birçok yazı kaleme aldı ve benzer iddiaları dile getirdi. Ama kirli oyun, bu kirli oyunun kurucuları ve bu oyun kurucuların yerel maşaları artık deşifre olmuştu.

Yerel maşa, Dilipak’a göre, Gülen Cemaati idi. Dilipak’a göre Cemaat sadece yolsuzluk operasyonlarını yürütmüyordu. Aynı zamanda Dilipak’ın iddia ettiği yeni ve ılımlı İslâm anlayışının da taşıyıcısıydı.

“Cemaat dediğiniz yapı devlet gibi bir organizasyon. 2500 okul, cami, dergah bilgi evi, dershane, yurttan ibaret değil. 25 yılda 25 milyar dolarlık mal varlığına sahip olmuş, bir o kadar da cari gideri olan bir organizasyon. Bunlar bu yeni dinin İslam coğrafyasındaki yeni misyoner merkezleri olacaktı.. Amerikano İslam’ın, hatta sadece İslam değil, Yahudilik ve Hıristiyan dünyadan katılımla yapılandırılacak yeni, dine karşı post modern bir dinin temelleri atılacaktı..”[2]

Dilipak’ın 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına getirdiği yorumun kendine has bir yönü elbette var. İslâmi olmayan bir İslâm anlayışının Batı tarafından Müslümanlar arasında yayılmaya çalışıldığı iddiası Dilipak’a has. Fakat yorum belli bir tahayyülü veya kozmolojiyi yansıtması itibarıyla son derece tipik.

Liderlik kadrosundan, sıradan seçmene, köşe yazarlarından üniversite hocalarına kadar geniş bir AKP’li kesimin paylaştığı bir tahayyülden bahsediyorum. Öyle bir tahayyül ki, söz konusu topluluğun sadece 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını değil, Gezi Parkı protestoları dahil AKP’nin aleyhine görülebilecek birçok gelişmeyi yorumlama veya açıklamalarında da gözlemlenebilir.

Adını siyasal İslâmcı tahayyül koyacağım bu tahayyülü ana hatlarıyla tasvir etmek mümkün. Hiyerarşik ve sömürüye dayalı bir dünya/uluslararası sistemi var. Bu sistemin en tepesinde Batı oturuyor. Batı aslında Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Ülkeleri ve elbette İsrail demek. Sistemin en tepesinde bulunması sebebiyle Batı sistemin sömürücüsü durumunda. Dünyanın geri kalanı ise sömürülen. Müslümanlar da bu sömürülenler arasında. Batı’nın amacı bu hiyerarşik ve sömürücü sistemi devam ettirmek. Bunun için sürekli Müslümanlara karşı bir komplo içerisinde. Komplolarını hayata geçirebilmek için çoğu zaman da yerel maşaları kullanıyor.

AKP iktidarının gayri resmî şeyhülislamı Hayrettin Karaman’dan yapacağım takip eden alıntı aslında bu tahayyülü özetliyor:

“Türkiye'nin ve diğer İslam ülkelerinin her yönden güçlü ve bağımsız birer ülke olmalarını, aralarında birlik kurup dayanışmalarını, İslam'a ve Müslümanlara karşı asırlardır savaşan güçlerin saldırı ve cesaretlerini kıracak 'caydırıcı güç' oluşturmalarını istemeyen, böyle bir gelişmeyi gayr-i meşru menfaatleri ve sömürülerinin devamı bakımından çok sakıncalı bulan ülkeler, kurum ve kuruluşlar gece gündüz Müslümanları bölüp parçalamak ve birbirine düşürmek için planlar yapıyor, tuzaklar kuruyorlar; içimize sızmış olan casuslarını ve işbirlikçilerini de bu amaçla kullanıyorlar."[3]

Bu siyasal İslâmcı tahayyülün tüm bileşenlerinin yapıbozumunu yapmak ve bütün kurgunun ortaya çıkışının tarihini yazmak bu boyutlarda bir yazının çapını fazlasıyla aşıyor. Yazının daha mütevazı bir hedefi var. O da, tahayyülün en temel öğesi içteki düşman/hain figürünün içini biraz olsun doldurmak.

Siyasal İslâmcı tahayyülde devletler ve insan grupları hiyerarşik ve sömürüye dayalı bir sistemin parçası. İşte bu sisteminin devamlılığının ve Batı’nın bu sistem içindeki yerinin garantisi bu figür. Zira siyasal İslâmcı tahayyülün sistem analizi yapısalcı değildir. Var olan hiyerarşik ve sömürücü dünya sistemi kapitalist ekonominin küreselleşmesinin doğal neticesi değildir. Daha çok iradidir ve ancak Batı’nın menfaatine hizmet eden içteki hainler sayesinde ayakta kalabilir.

Öncelikle not etmekte fayda var. İçteki düşman/hain figürü İslâm tarihinde yeni bir olgu değildir. Müslümanların kendi aralarında var olan ayrılıkları, bu ayrılıklara sebep olan yıkıcı ve bölücü fikirleri içteki düşman/hainlerle açıklaması yaygındır. Mükemmel dinin mükemmel takipçileri arasında, üstelik Kutsal Kitap kardeş olarak nitelemişken, ayrılık ve gayrılıklar olsa olsa bir düşmanın/hainin işi olabilirdi. Genellikle de bu içteki düşman/hain Yahudi’dir.[4]

Bu iddianın en meşhur tarihî örneği belki de Abdullah bin Sebe’dir. Şiiliğin orijini ve yayılmasında sıklıkla adı geçen bu ismin Yemenli bir Yahudi olduğu iddia edilir, ki böyle bir kişinin varlığı bile tartışmalıdır. Mesela ünlü Mısırlı düşünür Taha Hüseyin, Abdullah bin Sebe’nin gerçek bir şahıs olmadığını iddia eder.

Her fitne ve fesadı Yahudilerin komplosu olarak görme geleneği modern dönemde siyasal İslâmcılar ve diğer dinî cemaat mensupları tarafından devam ettirildi. Önemli bir farkla elbette: Yahudiler sadece Müslümanlar arasındaki fitne ve fesadın sorumlusu olarak kalmadı. Daha kapsamlı olarak her türlü politik, ekonomik ve sosyolojik sorunların kaynağı olarak da görülmeye başlandı. Ahlâksızlığın ve dinsizliğin yayılmasından, savaşlardaki yenilgilere... Her sorun Yahudi komplosuydu neredeyse.

Daha da önemlisi, var olan hiyerarşik ve sömürücü dünya sisteminin kuruluşundan bugüne kadar birçok aşamasında Yahudiler kritik roller oynadı. Hatta sistemin kendisi Yahudilerin çıkarlarına hizmet etsin diye vardı. Batı’nın arkasındaki görünmeyen güçtü Yahudi. Müslümanlar arasındaki Batı işbirlikçileri ise ya gizli Yahudi idiler yahut Yahudi çıkarlarına hizmet eden hainler, ajanlar.

Bütün dünya sistemini avcunda tutan ve kuklaları ile dünyayı sömüren Yahudi figürünün ilham kaynağı, paradoksal olsa da, aslında Batı’nın kendisiydi. Zira söz konusu figür Batı menşeli antisemitist yazının da ana temasıydı.

Aşağıdaki satırlar 1920 yılında İngiliz Illustrated Sunday Herald gazetesinde çıkan bir yazıdan. Yazar ise tanıdık bir isim: Winston Churchill.

“Mensupları daha çok Yahudilerden olan bu hareket yeni değil. Spartacus-Weishaupt’un zamanından, Karl Marx’ın yaşadığı döneme, oradan Trostky (Rusya), Bela Kun (Macaristan) Rosa Luxemburg (Almanya) ve Emma Goldman’a (Birleşik Devletler) uzanan dünya çapında bir komplo bu. Var olan medeniyeti yıkma ve onun yerine yeni bir toplum inşası komplosu. Artık gelişmesini durdurmuş, kıskançlık dolu bir art niyet ve imkânsız bir eşitsizlik temeli üzerine kurulmak istenen bir toplum komplosu… Fransız Devrimi trajedisinde de kesinlikle rolü olan bir hareket. 19. yüzyıl boyunca da her yıkıcı hareketin baş sebebi. Şimdi de, … Rus halkını saçlarından yakaladılar ve böylece büyük bir imparatorluğun tartışmasız sahipleri oldular.”[5]

Her yerde ve her şeyin arkasında var olan kurnaz ve komplocu Yahudi, yine bir İngiliz’in tahayyülünde, 1908 Genç Türkler Devrimi’nin de arkasındaki güçtü. Söz konusu İngiliz hiç de önemsiz bir isim değildi. 1909’dan 1913’e kadar İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’ni yapan Sir Gerard Lowther. 1910 yılında dönemin İngiltere Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı, aynı yıl Hindistan Valisi olarak atanan Sir Charles Hardinge’e yazdığı bir mektupta Lowther, İttihat ve Terakki’nin Selanikli Yahudiler, Dönmeler (Sabetaycılar) ve Yahudilerin kurduğu ve kontrol ettiği bir örgüt olduğunu iddia ediyordu.[6]

Sadece İngilizler değil, Ruslar da benzer bir Yahudi tahayyülüne sahipti, ki gelmiş geçmiş belki de en popüler antisemitist eser, Siyon Yaşlılarının Protokolleri’nden (Protocols of the Elders of Zion) bölümler ilk olarak bir Rus gazetesi, Znamya’da dizi halinde 1903 yılında yayımlandı. İki yıl sonra da ilk baskısı yine Rusya’da bir kitaba ek olarak yayımlandı. Eklendiği kitabın adını not etmekte fayda var: Küçük İçinde Büyük: Deccal’in Gelişi ve Dünya Üzerine Şeytan’ın Hakimiyeti.

Siyon Yaşlılarının Protokolleri 1897 yılında Basel’de toplanan ilk Siyonist kongresinde gizli bir toplantı yapan Yahudi ileri gelenlerinin dünyayı hakimiyet altına almak için, Yahudi olmayan toplumların ahlâkını çökertmekten, Yahudi bankerler eliyle dünya ekonomisini kontrol etmeye kadar aldıkları birtakım kararları tartışır.

1917 Devrimi ertesinde Rusya’dan göç eden Rus elitleriyle birlikte Siyon Yaşlılarının Protokolleri de Batı’ya göç etti. Avrupa’nın birçok ülkesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde ve hatta Japonya’da bile yayımlandı.

Adolf Hitler de Protokoller’le bu dönemde tanıştı. Takip eden yıllarda da Yahudilerin dünyayı kontrol etmek için büyük bir komplo içinde olduğu inancından ve iddiasından hiç vazgeçmedi.

Aslında Protokoller’in tamamen uydurma olduğu Avrupa’ya intikalinden çok kısa süre sonra ispatlanmıştı. 1921 yılında İrlandalı Gazeteci Philip Graves, The Times’ta yayımladığı yazı dizisinde Protokoller’in Fransız siyasi hiciv yazarı Maurice Joly’nin Machiavelli ile Montesquieu arasında Cehennemde Geçen Bir Diyalog isimli çalışmasından intihal olduğunu gösterdi. Daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar Protokoller’in başka eserlerden de intihaller yaptığını gösterdi. 2000’li yılların ortasında ise, Norman Cohn, Protokoller’in zamanın Rus İstihbarat Şefi, Peter Ivanoniç Raçovski’nin emri ile Paris’teki Rus ajanlar tarafından uydurulduğunu gösterdi. Cohn’a göre, Raçovski’nin amacı, dönemin muhalif ideolojisi liberalizmi Yahudi hareketi olarak göstererek gözden düşürmekti.[7]

Osmanlı’nın son dönem İslâmcılarının Avrupa’da gelişen antisemitist yazına ne kadar vâkıf oldukları ve bu yazından ne kadar etkilendikleri ayrı bir çalışma konusu. Ama Marc David Baer’in gösterdiği gibi, Derviş Vahdeti’nin 1908 Devrimi ile alakalı görüşleri ile yukarıda bahsettiğim İngiltere Büyükelçisi Lowther’in görüşleri arasında önemli paralellikler vardı. Her ikisi için de İttihat ve Terakki’nin arkasında Yahudiler, Dönmeler ve Masonlar vardı. Aralarındaki fark, Vahdeti’nin görüşlerini çıkardığı gazete Volkan ile yayabiliyor olmasıydı.[8]

Takip eden yıllarda Osmanlı devletinin yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu süreci ile beraber gelen laikleşme sürecine İslâmcıların tepkisi belki yüksek sesten olmadı ama yargılamaları ağırdı. Gerçekleşen dinsizliğin ve ateistliğin yayılması idi. Said Nursi’nin bu süreci yürütenlere taktığı isimlere Mustafa Armağan örnek verir: dinsizlik, zındıklık, Deccaliyet, Süfyaniyet, Mason komitesi.[9]

Süreci yürütenlere farklı isimler taksa da, Said Nursi’nin Yahudilerin bu süreçte başat rol oynadığına inandığını söylemek mümkün.

Konu ile alakalı kaleme aldığı 5. Şua isimli risalesinde buna dair önemli ipuçları verir. Bu risalede Said Nursi kıyamet alametlerine dair İslâm Peygamber’inin verdiği haberleri yorumlar. Yorumladığı hadislerden birisinde, Peygamber bir Yahudi çocuğunu Ömer’e gösterir ve “İşte sureti bu,” der. Said Nursi’ye göre, hadis Deccal’in Yahudiler içinden çıkacağını haber verir.

Aynı risalede hem Deccal’in hem de Süfyan’ın “İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen” gizli bir Yahudi komitesinin de yardımını alacağını iddia eder. Son olarak, Said Nursi aynı risalede sahih olarak kabul edilen “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tabi olurlar,” hadisini yorumlar.

Şöyle der Nursi:

“Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.”[10]

Bu yorumla Said Nursi, Rus Devrimi’ni Yahudi komplosu olarak gören dönemin yazınının farkında olduğunu gösterir.

Said Nursi’nin yaşanan süreci, tarihi aşan bir süreç olarak okuduğuna şüphe yok. Deccal ve Süfyan’ın çıkışı ve ikilinin yapacakları iddia edilen yıkım bizatihi İslâm Peygamberi tarafından haber verilmiştir. Bu ikiliye Yahudilerin doğal olarak destek vereceklerini iddia ederek, Said Nursi Türkiye’de gelişen ve bugün her muhalifi Batı ve/veya İsrail ajanlığı ile suçlayan siyasal İslâmcı tahayyülün gelişmesine katkı sağladı.

Öte yandan söz konusu tahayyüle en önemli katkıyı Said Nursi’nin yaptığını iddia etmek mümkün değil. Said Nursi o dönemde zaten dolaşımda olan bir kısım iddiaları dile getiriyordu, o kadar.

Bugünün siyasal İslâmcı tahayyülüne aynı dönemde daha önemli bir katkı yapan başka bir isim vardı: Cevat Rıfat Atilhan. I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na da katılan asker emeklisi Atilhan emekliliğinde yazarlık yapmış ve birçok kitap kaleme almıştır. Atilhan’ın kitaplarındaki “değişmez iki önemli tema, ‘farmason-Dönme-Yahudi güçbirliğinin ihanetleri sayesinde dağılan Osmanlı Devleti’ ile ‘dünya devleti kurmak isteyen Yahudi ve Siyonistler’dir.”[11]

Atilhan Yahudilerin dünya hakimiyeti peşinde koştuğunu 1930’lu yıllarda kaleme aldığı Sina Cephesinde Yahudi Casuslar isimli kitabında ve Suzi Liberman isimli romanında dile getirdi. Aynı yıllarda Atilhan, yayımladığı dergide Siyon Yaşlılarının Protokolleri’nden parçaları dizi halinde yayımladı. Yaklaşık on yıl sonra, 1943 yılında ise, Protokoller’in tamamını Türkçeye çevirdi.

Atilhan, Nazi Almanya’sına hayrandı ve aynı zamanda İslâmcı bir kimliği de vardı. Nitekim 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren yayımlanmaya başlayan Eşref Edib’in Sebilürreşad ve Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunda da yazılar yazacaktı. Gerek Sebilürreşad gerekse Büyük Doğu’daki yazılarıyla Atilhan siyasal İslâmcı tahayyüldeki her yerde ve her şeye hakim Yahudi figürünün oluşmasına ve popülerleşmesine katkıda bulundu.

Söz konusu figürün popülerleşmesine Atilhan kadar, hatta daha fazla katkıyı Necip Fazıl yaptı. Bugün iktidarda olan siyasal İslâmcı neslin de kafa yapıcısı bu isme göre, İslâm’daki bütün batıl mezheplerin kurucuları Yahudi idi. Daha da ileri gider Necip Fazıl: “Osmanlı tarihi boyunca yeniçeri fesadının baş âmili ‘züyûf akçe-hileli para’ marifetini yürüten” Yahudi, “Fransız ihtilâlinde, perde arkası en büyük rolü oynayan” Yahudi, İkinci Abdülhamîd’i “İttihat ve Terakki komitecilerine düşürten” Yahudi, “kapitalizm’i de, onun düşmanı Marksizm’i ve komünizm’i de çıkaran” Yahudi, Kurtuluş Savaşı ertesinde “Batı ülkelerinin üzerimize saldırmasını önlemek ve göstermelik istiklâlimizi sağlamak şartını İslâmdan ayrılmamıza ve mukaddesatımızı feda etmemize bağlayan ve bunda muvaffak olan” da Yahudiydi.

“Türkiye’de dilediği fuhuş, ahlâksızlık ve iktisadî çöküş iklimini tutturan,” “İsrail devletini kuran,” ve onunla “Arap âlemini iflâsa uğratan,” “Rus-Amerikan rekabetini kızıştıran ve türeme-üreme yatağı emperiyalizmayı besleyen, kısacası topyekûn medeniyetleri eritme yolunda büyücü kazanını durmadan karıştıran,” da Yahudi.

Kısaca, “Yine o, hep o, yalnız o, daima o…”[12]

Yahudi, Dönme veya Yahudi hizmetkârı iç düşman/hain figürü Necip Fazıl ile birlikte siyasal İslâmcı tahayyülün en temel öğesi olarak yerini sağlamlaştırdı. Necip Fazıl’ın ardından da bir daha ciddi bir şekilde sorgulanmadı.

Takip eden yıllarda siyasal İslâmcı tahayyül elbette gelişmeye devam etti. Yahudilerin dünyaya nasıl hakim oldukları büyük bir soruydu ve detaylandırılması gerekiyordu. İslâmcılar bu detaylandırmayı da dünyayı yönettiği iddia edilen gizli örgütler üzerine özellikle ABD’de gelişen bir yazından istifade ederek yaptı. Mesela, Jim Marrs’ın Rule by Secrecy isimli kitabı Gizli Dünya Devleti adıyla Türkçeye çevrildi. Kitabın önsözünü ise Necmettin Erbakan yazdı. Masonlar veya İlluminatiler üzerine yazılan kitaplar da aynı şekilde Türkçeye çevrildi ve siyasal İslâmcı tahayyül gelişti.

AKP’yi kuran kadrolar içinde neşet ettikleri siyasal İslâmcı partiden kopup başka bir parti altında yollarına devam ettiler belki ama taşıyageldikleri siyasal İslâmcı tahayyülü pek de sorgulamadıklarını Gezi protestolarından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına verdikleri tepkilere bakarak söylemek mümkün.

Kısaca, hâlâ o, hep o, yalnız o, daima o.
[1] Abdurrahman Dilipak, “Cemaat yanlış yapıyor!” ve “Tetikçileri de vururlar!”, Akit, 19 Aralık 2013.

[2] Abdurrahman Dilipak, “Haşa sümme haşa!”, Akit, 10 Mart 2014.

[3] Hayrettin Karaman, “Şimdi de ses kaydı mı?”, Yeni Şafak, 20 Mart 2014.

[4] Bu konuda temel kaynak: Bernard Lewis, The Jews of Islam, Princeton University Press, 1984.

[5] Winston Churchill’in yazısına şu bağlantıdan ulaşılabilir: http://www.fpp.co.uk/bookchapters/WSC/WSCwrote1920.html

[6] Mektubun İngilizcesi: Elie Kedourie, “Young Turks, Freemasons and Jews”, Middle Eastern Studies, 7(1), Ocak 1971.

[7] Norman Cohn, Warrant for Genocide, Serif Publishing, 2006.

[8] Marc David Baer, The Dönme: Jewish Converts, Muslim Revolutionaries and Secular Turks, Stanford UP, 2009. Takip eden tartışmalarda Baer’in başka bir çalışmasından daha yararlandım. Marc David Baer, “An Enemy Old and New: The Dönme, Anti-Semitism and Conspiracy Theories in the Ottoman Empire and Turkish Republic”, Jewish Quarterly Review, 103(4), Sonbahar 2013.

[9] “Said Nursi’nin ‘gizli-mahrem’ Risalesini niye yayınladık?”, Risale Haber, 11 Ocak 2016. http://www.risalehaber.com/said-nursinin-gizli-mahrem-risalesini-niye-yayinladik-257484h.htm

[10]. Said Nursi’nin 5. Şua’sına şu bağlantıdan erişmek mümkün: http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/index.php?tid=102

[11] Rıfat Bali, “Cevat Rıfat Atilhan”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakârlık, 3. Baskı, İletişim Yayınları, 2006, s. 405.

[12] Necip Fazıl Kısakürek, “İç ve Dış Düşman- Yahudi”, İdeolocya Örgüsü içinde, Büyük Doğu Yayınları. Söz konusu yazıya erişim için: http://www.yeniakademya.org/yazarkonu-59-__necib_fazil__-298-ideolocya_orgusu__10__bolum__hal_ve_manzara_.html