Gitmek/Burada Kalmak

Ülkede sıklıkla yaşanan patlamalardan sonra insanların özellikle sosyal medya üzerinden “Artık patlamalara alıştık,” ya da “Ölümler bile sıradan gelmeye başladı,” şeklindeki paylaşımlarına alıştık. Bu cümleler, daha en başından bir teslimiyeti açığa çıkarıyor. Aksi tarafta, insanlar yas tutmanın önemine vurgu yapıyor, anmalar düzenliyor, dolayısıyla ve oldukça anlaşılır biçimde ölümlere politik bir anlam atfediyor. Ölümün ardından toplanan bu kalabalık “büyük, uzun yasın görkemli başlangıcı” (Barthes, 2009: 20) olarak görülebilir. Bahsedilen başlangıç için ise “gitmek/yola çıkış” elzemdir.

***

Fransız düşünür Jean-Luc Nancy’nin Gitmek/Yola Çıkış adlı kitabı aslında doğrudan, aklımıza ilk gelen şekliyle “gitmek” fiilini ve “yola çıkış”ı irdeler. Fakat bilhassa “gitmek” fiili çok açık bir biçimde ölümü çağrıştırır (örneğin, İngilizcede “gitmek” anlamına gelen fiil “to go”, “He/she has gone,” biçiminde kullanılırsa doğrudan öznenin öldüğünü belirtir). “Gitmek” ölüm anlamında kullanılıyorsa bile bir “bölünme” içerir (Nancy, 2012: 18). Eğer bölünme varsa, ardımızda bir şeyler de bırakıyoruz demektir ve her gidişin ardından kalan bir şeyler de oluyorsa, bir kümülatiflik ortaya çıkması muhtemeldir. Bu sebeple “yas aşınmaz, aşınmaya, zamana boyun eğmez” (Barthes, 80). Geçmişten günümüze taşınmıştır ve şimdiden de geleceğe aktarılacaktır. Yasın dalgalanması, şiddetlenip hafiflemesi muhtemeldir. Fakat bu dalgalanma bir olumsuzluk teşkil etmekten ziyade bir dönüşüm potansiyeli sunar. Çünkü “gitmek sadece ayrıldığımız yer ile gittiğimiz yer arasındaki bölünme değil[dir], bizzat biz de bölünürüz, parçalara ayrılırız” (Nancy, 19). Yani, geride kalanlar olarak bizler, gitmeyi -ama bu kez ölüm anlamındaki “gitmek” değil, yaşam anlamındaki “gitmek”; giderek yaşamaya devam etmek- sürdürürüz. Ölen dar, hayatta kalan geniş bir alanda gider ama ikisi de gider; ikisi de bölünür. Ölen âdeta bir bitki gibidir. Toprakla bağını sürdürür: Kökü topraktadır ama dikey bir gidiş içerisindedirler. Hayatta kalan ise avare çalı[1] gibidir. Nereden savrulduğu, nereye savrulacağı belirsizdir. Süregelen kaotik hal sonucunda, kendini bir anda başka bir mekânda bulabilir. Fakat zamansal açıdan bir kopuş gerçekleşmez asla. Geçmişleri de onlarla birlikte gelir, şimdinin içerisinde yer alır. Ölenlerin ardından bir parça orada kalır, ki bu hayatta kalanların zamanını, geleceğini şekillendirir. Sonuç olarak, daima gidildiği kesindir ama varıldığı kesin değildir (28-29). Bu kesinlik yoksunluğu bir nevi “umut” olarak adlandırılabilir.

Kendisi de bir otelin lobisine bırakılan bombanın patlatılması sonucunda ölen Onat Kutlar’ın “Dördüncü” isimli bir öyküsü vardır. Dört adam bir kahvehanede oturup kumar oynarlar. Buna sinirlenen kahveci, kâğıtları geri alır. Ne yapsak ne etsek diye düşünen karakterler, ellerinde kartlar olduğunu hayal etmeye başlar. Asıl kâğıtlar gitmiştir ama zihinlerde hâlâ kâğıtlar vardır. Kesinlik yoksunluğuna rağmen bir şeyler akmaya devam etmektedir ve masaya düşülen papazlar, valeler yalnızca “kral çıplak” diyebilmek içindir. İskambil kâğıtlarıyla araya fiziksel bir mesafe girmiştir ama bu mesafe ve kişilerin arası farklı bir yolla kapanmıştır.

***

Hissedişimizin, duygulanımlarımızın mekânsal mesafelere bağlı olarak değiştiği bir gerçek. Yanı başımızda patlayan bir bombayla, kilometrelerce uzağımızda gerçekleşenin aynı şeyler olduğunu savunmak pek doğru olmayacaktır. Fakat mesafelere rağmen unutmamak, alışmamak için bir belleğimiz var. Çünkü “saf bellek her şeyi, geçmiş deneyimimizin her ayrıntısını saklar, ama beynin hafızası sansürlenir” (Kolakowski, 2016: 208). Dolayısıyla, sansürlenmemiş olana, çıkarlar doğrultusunda manipüle edilmemiş olana güvenmekten ve bunun sonucunda eyleme geçmekten, yani “yola çıkış”tan daha sağlam bir yöntem görünmüyor. Bir imge için -yani ölüm için, konumuz gereği toplu olarak katliama maruz kalmak için- “var olmak yada bilinçli olarak algılanmış olmak” (Bergson, 2007: 30) arasında büyük bir fark var. Olayları yalnızca var olan şeyler olarak görenler için alışmak, unutmak kolay olan yol; fakat onu bilinçli olarak algılayanlar yas tutmayı ve bu yası bir “yola çıkış”a evriltmeyi seçerek tepeden aşağı yuvarlanan taşı etekten yukarıya doğru tekrar sürükleyecektir.


Kaynaklar

Barthes, R. (2009). Yas Günlüğü, çev. Mehmet Rifat ve Sema Rifat, İstanbul: YKY.

Bergson, H. (2007). Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Ankara: Dost.

Kolakowski, L. (2016). Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var? çev. Suat Kemal Angı, İstanbul: Jaguar.

Nancy, J-L. (2012). Gitmek/Yola Çıkış, çev. Murat Erşen, İstanbul: Monokl.



[1]Peretaki-pole diye bilinen pütürüklü avare bir çalı, rüzgârın yardımına gereksinim duymadan yürüyor, tozlara bulana bulana geçip gidiyordu önünden yuvarlanarak” (Andrey Platonov’un Can adlı romanından): Rüzgâra rağmen, rüzgârdan medet ummadan, kendi yolunda gidebilmenin önemi.