“Ve gitti! Şimdi n’olacak? Ordu hariç, herkes kaybetti!” Mısır tarihinin serbest seçimle işbaşına gelmiş ilk cumhurbaşkanının, seçildikten tam bir yıl sonra, askerî darbe ile devrilmesinin ardından dile getirilen bu serinkanlı gözleme bir şerh düşmek gerekiyor: evet bugün ordu kazandı ama yarın halkın memnuniyetsizliği, sokağın öfkesi bu sefer kimi hedef alacak? Müslüman Kardeşler yönetimini deviren Mısır ordusu, aslında Müslüman Kardeşleri uzun vadede kurtarmadı mı? Bir yıl içinde kendi partisi dışından gelen tüm desteği kaybeden, yönetme yetisinin sınırları hızla ortaya çıkan, toplumsal memnuniyetsizliğin paratoneri durumuna gelen Muhammed Mursi’nin şahsında yıpranan Müslüman Kardeşler tarikatı ve kurdukları siyasal partiye yeniden mağduriyet hırkası giydirip, bir tür meşruiyet tazeleme fırsatı yaratmadı mı Mısır ordusu? Müslüman Kardeşler Mısır toplumundan buharlaşmayacağına göre, bir yılda kifayetsiz muhteris imajıyla özdeşleşen yönetimlerinin başarısızlığı, onları birdenbire mağdura dönüştüren darbe sayesinde konuşulmaz hale gelmeyecek mi?
“Şimdi n’olacak?” sorusuna darbenin arkasında yer alan güçlerin de vereceği tatmin edici bir yanıt yok. Mübarek’in devrilmesini izleyen bir buçuk yıl boyunca yönetime el koyan Mısır Ordusu’nun bıraktığı bilanço, Mursi’nin bir yıllık yönetiminin bilançosundan daha iyi değildi. Sadece iktisadi açıdan değil, bireysel özgürlükler, özellikle kadın hakları açısından da. Mübarek sonrası geçiş döneminde, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi yönetimi sırasında tutuklanan aktivist kadınlara bekaret denetimi yapılmasını, bugün darbenin kilit adamı olan General El-Sissi savunmuştu. Bugün Mısır’ın en güçlü kişisi olan bu general, Muhammed Mursi’den daha az dindar ve muhafazakar değil. Ama başında bulunduğu kurumun çıkarları onu Müslüman Kardeşleri devirmeye yönelten esas neden oldu. Mursi aleyhtarları ve taraftarları arasında başlayan çatışmalar, çoğu ülkede olduğu gibi darbenin örtüsüydü. Darbe sonrasındaki dört günde aynı çatışmalardan ölen insan sayısı, darbe öncesi ölenlerle kıyas kabul edilemeyecek kadar yüksek! Ve Mısır hapishaneleri gene siyasal tutuklularla doluyor, gazeteler, televizyonlar kapatılıyor.
Muhammed Mursi yönetme meşruiyetini hızla kaybederken, Mısır Ordusu bu süreci yarıda keserek, aslında büyük bir zamanlama hatası yaptı. Müslüman Kardeşler yönetimi üç nedenden iflasa doğru gidiyordu: - sergiledikleri fahiş yönetme beceriksizliği ve basiretsizliği; - Mübarek rejimini temsil eden diğer aday seçilmesin diye Mursi’ye ikinci turda oy vermiş önemli bir seçmen kesiminin yeni iktidarın girdiği hegemonyacı ve otoriter yol karşısında hızla desteğini çekmesi; - Toplumu müminler cemaati olarak algılamanın ötesine gidemeyen, ataerkil bir toplum tasavvurunu koruyan Müslüman Kardeşlerin, yeni toplumsal dinamiği anlama kapasitelerinin olmaması.
Muhammed Mursi konuşmalarında ılımlılık sınırlarında dolaşmaya dikkat ediyordu. “Mısır’ı Müslümanlaştırma” projesinin somut anlamlı adımlarını oluşturacak yasaların hemen hiçbirini hayata geçirmemişti. Ya da geçirmeye zamanı olmamıştı. Buna karşılık, kendisinin gayrıresmi sözcüsü konumunda olan bazı kişilerin Sünni Müslüman ve mümin olmayanlara yönelik nefret söylemlerini, açık hedef göstermelerini de engelleyecek hiçbir şey yapmadı. Bunların arasında, Selefi kökenli hatip Safvet Hegazi ön sırada geliyordu. “Hıristiyanlara, Şiilere ve laiklere” karşı yaptığı cihat çağrıları Müslüman Kardeşler arasında geniş bir yankı buluyordu. Müslüman Kardeşlerin televizyon kanallarından Mısr 25’de Müslüman Kardeşlerin üst düzey yöneticileri benzer değerlendirmeler yapıyor ve Aralık 2012’de Mursi taraftarları ve karşıtları ilk kez kitlesel olarak karşı karşıya geldiklerinde, Mursi karşıtlarının çoğunluğunun “laikler tarafından yollanmış Hıristiyanlar” olduğunu, bunun arkasında ABD’nin, Hıristiyan Batı’nın eli olduğunu iddia ediyorladı. Herhalde İsrail ve siyonist güçleri de saymayı ihmal etmemişlerdir. Safvet Hegazi, Temerrüd hareketi Mursi’ye karşı imza toplama kampanyası açıp, sokak gösterilerine başladığı sıralarda, bunun Hıristiyanların oyunu olduğunu iddia edip, “Hıristiyanlar ayağınızı denk alın. Doktor Mursi’nin meşruiyeti kırmızı çizgimizdir. Ona su atanın üzerine kan boşaltırız” diye her yerde bağırıyordu. Muhalafeti kana boğmakla tehdit eden sadece Hegazi değildi. Mursi, Haziran ortasında, Kahire stadında bu kişinin bu kez Şiileri açık biçimde tehdit etmesini sessizce izlemiş, bundan birkaç gün sonra Kahire’de dört Şii linç edilmişti.
Müslüman Kardeşler, yönetimdeki başarısızlıklarının, devlet içine hızla adam yerleştirme çabalarının halkta yarattığı tepkiyi, Sünni mümin ve düşmanları kutuplaşması yaratarak bastırmaya çalıştılar. El Ezher’in Mursi’nin devrilmesi ile ilgili fetva türü açıklamasında, sabık cumhurbaşkanına yöneltilen temel kabahatin “fitne”yi körüklemiş olması anlamlıydı. Ne var ki, Mursi’nin “artık cumhurbaşkanı olmadığını” ve anayasanın askıya alındığını ilan ettiği konuşmasında Mısır’ın kurumsal hükümdarı olan genelkurmay başkanı, Müslüman Kardeşleri “hainler” olarak tanımlayıp, fitneden geri kalmıyordu. Çünkü hükümdarın mülkü tehlikeye atılmıştı.
Bütün bunlara rağmen, Mısır ordusu darbe yaparak Müslüman Kardeşler’in iktidarda yıpranmalarına son vermiş oldu. Böylece bir müddet sonra, Müslüman Kardeşler’in tüm yönetim beceriksizliklerinin, kifayetsizliklerinin; emrivakiyle hazırlayıp, cılız bir halkoylamasına sundukları anayasanın; benzin kuyruklarının, artan yoksulluğun unutulup, çok uzak olmayan bir zamanda yeniden demokrasi mücahidi olarak boy göstermelerini mümkün kıldı. Askerî darbe, aynı zamanda, Mısır’da toplumsal hareketi de vesayetine alarak, bu açıdan “25 Ocak Devrimi”ne ikinci kez ihanet etti. Birinci ihaneti, Mübarek sonrası bir buçuk yıl yönetime el koyması ve içler acısı bir Mısır’ı daha sonra sivillerin kucağına bırakmasıydı. İkincisi de, Temerrüd hareketine, başına alelacele Baradey’in getirildiği Milli Selamet Cephesi’ne ve Müslüman Kardeşler’in rakipleri diğer İslami hareketlere darbeci gömleği giydirerek, onları suçuna ortak etmesi oldu.
Mısır’da Mübarek devrilene kadar üç büyük örgütlü güç vardı: Devleti bütünüyle, iktisadı büyük ölçüde elinde tutan, dev bir devlet işletmesi gibi çalışan ve Mısır’da verilen emirlerin harfiyen yerine getirildiği yegane kurum olan Ordu; 80 yıldır siyasal ve sosyal bir örgüt olarak, Sünni Müslümanlar arasında çok geniş bir ağ oluşturmuş olan Müslüman Kardeşler; ve sadece bir ilahiyat fakültesi olmayan, geniş bir camii ve okul ağıyla günlük yaşamı denetleyen ve yönlendiren El Ezher.
Mübarek’in devrilmesine yol açan Arap İsyanları dalgası bu üçlüye örgütsüz ama etkili gücü yüksek bir dördüncüyü kattı: sokak. Bugün ordu, El Ezher ve sokak, Müslüman Kardeşler cephesine karşı yanyana duruyor. Ama yarın sokağın kime karşı olacağını kestirmek güç. Bundan sonra sokağın memnuniyetsizliğinin, hayal kırıklığının, iktidara karşı çıkışının hedefinin bu darbeci koalisyonun üyeleri olması ihtimali çok yüksek. Bu durumda, Tahrir Meydanı’nda toplanacak olanlar, 2011’de olduğundan çok daha açık ve güçlü biçimde aralarında Müslüman Kardeşler’i bulacaklar. Mısır sokağı, önce bir diktatörü, sonra seçimle gelmiş bir otokratı devirmiş olduğu inancıyla ve bunun verdiği özgüvenle, önümüzdeki dönemde devlet aygıtını elinde tutmakla yetinmeyen, ülkenin iktisadi kaynaklarına el koyan, en büyük işveren ve kapitalist konumunda olan asıl hükümdarına karşı da isyan etme potansiyeli taşıyor. Unutmamak gerekir ki, Mübarek’in devrilmesi sırasında haykırılan, “Ordu ve halk elele!” sloganı, birkaç ay içinde “Asker takımının iktidarına son!” sloganına dönmüş ve seçimlerin askerlerin tasarladığından çok daha çabuk ve hazırlıksız yapılmasına yol açmıştı.
Darbenin üzerinden geçen dört günün sonunda, Mısır Ordusu’nun arkasında yer alan koalisyonun önde gelen siması El Baradey, birbiriyle kan davalı, düşman iki Mısır’ı temsil eden iki cephe, Milli Selamet Cephesi ve Meşruiyeti Savunma Milli Cephesi ile hep birlikte kaosa gidileceğinin bilincinde olmalı ki, oluşacak geçiş dönemi yönetiminde Müslüman Kardeşler’in de yer alması konusunda ısrarcı olduğunu belirtiyordu. “Eski cumhurbaşkanına suçlu muamelesi yapılmaması”nın, onur ve haysiyetinin bütünüyle korunmasının elzem olduğunu, gerçekten inandırıcı bir gerekçe olmaksızın kimsenin mahkeme önüne çıkarılmaması gerektiğini, kendisinin bu ilkelere ilaveten hoşgörü ve demokrasiyi kabul etmeyen hiç kimseyle çalışmamak konusunda kesin kararlı olduğunu vurguluyordu. Diğer taraftan yapılanı darbe olarak tanımlamayı kesinlikle reddedip, “bu durumun böyle gitmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle 20 milyon insanın sokağa döküldüğünü” ilave ediyordu. Kısacası Muhammed Mursi, darbeyle devrilmemişti. Suçlu da değildi. Ayrıca kendisi de istifa etmediğine göre, geriye hükümdarın, sokağın talebi üzerine, sadrazamı azlettiği açıklaması kalıyordu.
El Baradey’in durumu mazur göstermek için, “uzun bir diktatörlükten çıkışın her yerde çok zor” olduğunu hatırlatması ve Müslüman Kardeşler’in de dahil olmasını temenni ettiği geçiş dönemi için en fazla bir yıl süre istemesi, darbe olup bittikten sonra, ehveni şer olarak gösterilebilir. Doğrudur, mutlakiyetçi monarşilerden, diktatörlüklerden, totaliter rejimlerden radikal biçimde çıkışa, bir iktisadi-sosyal rejimin sona erip, yenisinin başlamasına devrim denir. Mısır’da devrim anı devam ediyor. Bu devrimin nihai adımı gerçek hükümdarın alaşağı edilmesi olacaktır.