Bir ideoloji nasıl işler? İdeoloji tanımı itibarıyla bir şeyin nasıl en “ideal” şekilde yürüyeceğini söyler (her “ideal” farklı olsa da). Bu şey bir kişi (kişiler), nesne veya durum olabilir. Bir parça veya bir bütün olabilir, spesifik bir koşul veya koşullar bütünü olabilir. İdeoloji bütün bunların ne şekilde, hangi bağlamda, hangi doğrultuda ve hangi amaçlar çerçevesinde yürüyeceğini belirler. Bir yerde insanlara “şunu yap, şunu yapma” diyen bir şey varsa, orada ideoloji vardır. En nihayetinde ideoloji zamanın nasıl akacağını belirler.
İdeoloji bir bedenin anlamını saptayan şeydir: Kadın, erkek, çocuk, doğa, hayvan ve nesnenin ne anlama geldiğini belirler. O halde ideoloji daima bir beden pratiğiyle işler. Daima bedensel kullanımları hedefler, bedene yönelir. İnsan bedeninin nasıl işleyeceğine dair bir kullanım kılavuzudur. Karşımda bir insan var. Onunla ne yapacağım? Onu kendisi olmaya mı bırakacağım, yoksa onu bir Müslüman Türk mü yapacağım? İdeoloji bir “davranışlar kuramı” ve “yapmalar bilimidir”. İnsanın kulağının dibinde durup sürekli konuşan bir küçük adamdır. Kişiye sürekli bir şeyler telkin eder; onda bir davranış modeli geliştirmeyi hedefler ve bu modeli öteki insanlara, canlılara ve nesnelere uyarlamasını buyurur. Bu yönüyle ideoloji bir “bedensel rejimler toplamıdır”. Bedenin yönetimine dair yönergeler bütünüdür. Bu yönergeler siyasal, dinsel, ahlâki, ekonomik vesairedir.
Deleuze Vincennes'de verdiği derslerde beden, bedenin damgalanması, kolektif organ yatırımları gibi kavramlarla toplumsal mekanizmanın birey üzerindeki uygulamalarından söz eder. Onun düşüncelerini farklı bir bağlamda kullanarak, ideolojiyi insan, hayvan ve nesnelere yönelik bir müdahaleler toplamı olarak görebiliriz. İdeoloji birey üzerinde hareket ederken şu yolu izler: Toplumsal ortama adım atan her bireyin halihazırda sahip olduğu ve onun bir bedenin imkânları dahilinde her şeyi yapmasına imkân veren organlarını budar; ardından, budadığı bu organların yerine toplumsal organlar koyar; bu yeni organlar ideolojik yönergeleri takiben kodlanmıştır; nerede nasıl kullanılacakları, onlarla neler yapılacağı ve nelerin yapılmayacağı tanımlanmış ve belirlenmiştir. El, ayak, göz, ağız, beyin (düşünce ve duygular) ve öteki organlar kullanım kılavuzlarıyla birlikte toplumsal alana dahil olur. Bir Nazi olarak şunları yapacak, şunları söyleyecek, şu gözle bakacak, şöyle düşüneceksin.
İdeoloji, cinsel organların kullanım biçimini ise özel olarak tasarlar. Bunların işleyişine büyük bir özen gösterir ve katı yönergelerle sıkı biçimde kodlar. Bütün bu işlemler başta aile olmak üzere ideolojik aygıtlar tarafından her birey için tekrarlanır.
Fakat kişi ideolojik yönergeler karşısında tümüyle edilgen kalmaz; kendisine empoze edilen ideolojik varlığı toplumsal süreçler içerisinde benimser, sahiplenir ve savunucusu olur. Zamanla yönergeleri yeniden üreten ve ötekilere dayatan bir toplumsal ajana dönüşür. Nihayetinde ideolojinin sözcüsü, temsilcisi, yürütücüsü olur. Bu ideolojinin yaptığı bir büyüdür: Kişi kendisine dayatılan şeyi bizzat kendi eseri zanneder.
Her ideolojik kod mutlaka bir beden politikasına dayanır. Ama yalnızca insanın kendi bedeniyle değil, eşzamanlı olarak onun dışındaki canlı veya cansız bedenlerle ilgili yönergeler barındırır (Türkçedeki cisim sözcüğünün ya da Fransızcadaki corps sözcüğünün hem beden hem de nesne anlamına geldiğini hatırlayalım). Sözgelimi özel mülkiyeti öngören bir ideoloji, nelerin mülkiyet konusu olduğunu, bunların hangi koşullarda mülk olduğunu, hangi koşullarda elde edileceğini ve nasıl kullanılacağını belirler. Kişinin barınma veya beslenme ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı, kendi bedenini hangi koşullarda işletip bu nesne-bedenlere hangi koşullarda ulaşacağını tayin eder. Her ihtiyaç insanın ve nesnenin bedenine yönelik bir kullanım kılavuzuna işaret eder. İnsanın, hayvanın, nesnenin bedeni ideolojik yönergeler doğrultusunda işletilir.
Bu bedensel yönergeler nelerdir? İki büyük yönerge sistemi var diyebiliriz. Kendi bedenine ve başka bedenlere yönelik yönergeler. Bunlar eşit önemdedir ve ikisi de olmazsa olmazdır. İlk büyük yönerge bireysel bedene yöneliktir. Yalnızca bedenin somut eylemlerini değil, duygu ve düşünceleri de yönetir. Gene Deleuze'ü hatırlayarak söylersek, ideolojinin konuşma tarzı şudur: Bedenini şu şekilde, şu koşullarda, şu bağlamda, şu amaçla kullanacaksın. Şunları yapacak, şunları ve bunları ise yapmayacaksın. Şunları düşünecek, şunlardan kaçınacaksın, şunu savunacak, şuna karşı çıkacaksın. Şu şekilde giyinecek, şöyle konuşacak, evdeyken şunlara, çalışırken şunlara, sokaktayken şunlara şunlara dikkat edeceksin. Kişinin yönergelere uymaması halinde bedenine neler olacağı da tayin edilir; öyle bir bedene başka yönergeler uygulanır. Dinsel, ahlâki, siyasi, ekonomik vesaire; her ideolojik modelin benzer bir hedefi vardır: Biz insan-bedeni şu şekilde yöneteceğiz; ona şunu şunu yaptıracağız, şunları yapmasını yasaklayacağız. Kadınları şöyle, erkekleri şöyle, çocukları ise şöyle yöneteceğiz, vesaire. İnsanla birlikte doğanın, hayvanın ve nesnenin bedenini şu şekilde kullanacağız. Başka türlü kullanımları yasaklayacağız.
Bu ideolojik ortamda, kadını kadın haline getiren şey bedeni değil, o bedenin toplumsal tezahürleridir; yani o bedenle yaptıkları, düşündükleri, savundukları ve reddettikleridir. Toplumsal ortamda kadın ideolojik aygıtlardan geçerek kadın olur. Eylemleri ve düşünceleri onu, o da eylem ve düşüncelerini kadın yapar. İdeoloji ona şöyle der: Sendeki bu bedenle sen ancak bu şekilde var olabilirsin. Bu şekilde kadınsın, şu şekilde değilsin. Benzer ifadeler farklı yönergelerle erkek için de formüle edilir. O da ideolojik bir eser halinde toplumsal ortama katılır ve orada bu şekilde devinir. Erkeği “erkek” yapan yönergeler onun kadına yönelik tutumunu da belirler. O ancak kadının karşısında, kadına kıyasla ve kadınla zıtlaşarak erkek olur. Kadın ne yapmıyorsa onu yapacak, ne düşünmüyorsa onu düşünecektir; kadın ne değilse erkek bizzat o olacaktır. Bu karşıtlık erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün aktığı kanal olacaktır.
İdeoloji düşünce ve davranış tarzlarını belirlediği gibi, belli bir düzeye kadar, hangi duyguların nasıl biçimleneceğini, hangilerinin öne çıkacağını ve hangilerinin yasaklanacağını dahi belirler. Tüm insanların ortak olarak paylaştığı bir duygulanış kudreti vardır. Ancak bu kudretin ne şekillerde tezahür edeceği, sözgelimi kişinin neleri sevip nelerden nefret edeceği, neye aidiyet neye düşmanlık duyacağı, neyin karşısında üzülüp neyin karşısında öfkeleneceği koşullara bağlıdır; bu koşulları da kültürel ve dolayısıyla “ideolojik” durum belirler. Bu bağlamda, bir ölüme üzülüp başka bir ölüme sevinmenin ideolojik bir “ayarlama” olduğu açıktır. Özel mülkiyet koşullarında rekabet ve kıskançlık duygusunun gelişmesi “insan ruhunun” bir cilvesi değil, bizzat o koşulların ürünüdür. Kültürel bir aygıt olarak ideoloji duygulanış kapasitesinin yönünü tayin edecek kadar etkilidir.
İdeolojinin ikinci büyük yönerge sistemi ise başka bedenlere yöneliktir. Her şeyden önce, bütün bir yeryüzü kullanılacak bir nesne-beden olarak görülür. Ondaki bedenlerin her birinin nasıl “kullanılacağı” ayrıntılı olarak saptanır. İdeoloji bir insanın belli bir nesne karşısında nasıl davranacağını belirler. Karşımda bir ağaç var. Onu bir ağaç olarak mı bırakacağım, yoksa bir metaya mı dönüştüreceğim? İdeoloji düzeyinde toprağın, suyun, ağacın, maddenin vesairenin bedeni şu anlama gelir, şu değere sahiptir ve şu şu şekillerde kullanılır. Bunlar şu koşullarda ve şu amaçlarla hayata geçirilir. Kapitalizm koşullarında, doğanın kullanımı (ham maddeler, mamuller, materyaller, gerçek veya yapay ihtiyaç nesneleri) ideoloji için temel bir hedeftir. İnsan bedeni doğanın bedenine ulaşıp onu işlemek ve kullanmak için bir vasıtadır; insan, hedefi doğa olan bir işletim sistemidir (nihayetinde bir fabrika kurmanın ilk amacı insan çalıştırmak değil, doğayı kullanarak meta üretmektir; insan meta üretimi için kullanılır). Kapitalizmin doğadan anladığı şey onun insana yönelik muamelesini belirler.
İkinci büyük yönergenin en kritik ayağı başka insan bedenlerine ilişkindir. Kişinin öteki insanlarla olan ilişkilerini belirler. Kadının diğer kadınlar ve erkekler karşısında nasıl davranacağını söyler. Erkeğin kadınlar, diğer erkekler ve “öteki” cinsel kimliklere yönelik davranışını düzenler. Anne isen şöyle, baba isen böyle, çocuk isen şu şekilde davranacaksın. Yalnızca kendi bedenini değil, ötekilerin bedensel kullanımlarını da denetleyeceksin. Onların karşısında bana vekâlet edecek, benim adıma hareket edeceksin. Ötekilere yönelik yönergeler neredeyse sınırsızdır: Nazi isen Nazi olmayanlar, şu dine inanıyorsan o dine inanmayanlar, şu dili konuşuyorsan o dili konuşmayanlar, şu kimliğe sahipsen o kimliğe sahip olmayanlar, yöneten isen yönetilenler, patron isen işçiler karşısında şu şu şekilde davranacaksın. “Öteki” bedenlere yönelik kullanımların asıl önemi, insan-bedenlerin ancak başka insan-bedenler aracılığıyla kullanılmasıdır. İdeoloji kadını erkek, çocuğu ebeveyn, işçiyi patron, azınlığı çoğunluk aracılığıyla yönetir. Bu müttefik bedenlerle öteki bedenler üzerinde tasarrufta bulunur. Dahası, yukarıda söylediğimiz gibi, nesne-bedenler de ancak insan bedenleri aracılığıyla kullanılabilir; toprağın, suyun, maddenin bedeni ancak insan bedeni aracılığıyla kullanılabilir (ortada işleyen makineler olsa bile). Böylece tam bir bedensel rejimler toplamı ortaya çıkar.
Bu bedensel rejimlerin ana uygulayıcısı Devlet’tir. İdeoloji toplumsal kurumun işleyiş biçimidir ve bu toplumsal kurum tarihsel olarak Devlet biçiminde cisimleşmiştir. Devlet ideolojinin sahibi, koruyucusu, denetleyicisi ve uygulayıcısıdır. Bir yandan geçmişten gelen ideolojik yönergeleri uygularken, bir yandan da yeni yönergeler icat ederek ideolojik işleyişi sürdürür. Bireylerin her biri ise ideolojinin nihai uygulayıcılarıdır; hedef onlardır.
İnsanları ve nesneleri mekân olarak düşünürsek, ideoloji tüm bunların içine yerleştiği zamanı da yönetir. Zamanın nasıl akacağını belirler. Nasıl bölüneceğini, hangi biriminin nasıl kullanılacağını, nelerin ne zaman yapılacağını, hangi anların izinli hangi anların yasaklı olacağını belirler. İnsanın ve nesnelerin hangi zamanlarda nasıl devineceğine karar verir. Eğitim zamanı, çalışma zamanı, dinlenme zamanı, yatma ve uyanma zamanı, eğlence, gezi ve seyahat zamanı. Hatta belirli bir bağlamda, ideoloji çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık zamanlarını dahi belirler ve yönetir.
Bu bedensel rejimler toplamına dair söylediklerimizi bir sinema filmi üzerinden düşünebiliriz. Büyük ideolog olarak yönetmen, filmde ne tür karakterlerin bulunacağına, bunların kendi başlarına ve başkalarıyla birlikteyken nasıl davranacağına, neler yapacağına, ne düşünüp ne söyleyeceğine, hangi durumda hangi tepkileri vereceğine karar verir. Hangi mekânların, nesnelerin ve durumların hangi şekil ve koşullarda sahnede yer alacağını, bunların nasıl kullanılacağını, bunlara ne tür anlamlar verileceğini, insanların bunlarla nasıl ilişkiler kuracağını belirler. Kısacası zamanın ve mekânın hangi biçim ve koşullarda hayata geçirileceğine karar verir. Filmdeki insanlara ve şeylere belli bir “ideoloji” dayatır. Bunun için en ideal olanı seçer. Böyle düşünür.
Burada sözünü ettiğimiz ideolojinin belirli bir kültür ve uygarlık modeline özgü olduğunu söylemeye gerek yoktur. Ağırlıklı olarak özel mülkiyetin, sınıflı toplumların, patriyarkanın mevcut olduğu koşullarda hüküm sürer. Bu uygarlık modellerinden uzak kalan, şurada burada varlığını sürdüren farklı toplumsal yaşam tarzlarında işlerin başka türlü yürüdüğünü antropoloji bilimi açıkça gösteriyor (özellikle geçmiş çağlarda). Bununla birlikte, o farklı toplumlarda da şu veya bu şekilde birtakım yönergeler içeren farklı ideolojilerin olduğu açıktır. Bu konuda kısaca şunu söyleyelim: Her ideoloji farklı bir “ideali” izlediğinden ve farklı yönergeler uyguladığından, bizim bir ideolojiye “iyi” veya “kötü” dememize sebep olan şey, o ideolojinin insan, hayvan ve nesne-bedenlere yönelik müdahalelerinin şekliyle ve miktarıyla orantılıdır. Mesele bir olgu olarak ideolojinin varlığından ziyade, onun işleme biçimi ve düzeyiyle ilgilidir.
Resim: Paul Cézanne, The Card Players 1894–1895.