Geçenlerde Düşünbil dergisinde “İklim değişikliklerinin yaşandığı bu devirde çocuk sahibi olmak etik mi?” başlıklı bir yazı okumuştum ve bunu etik bir eylem sayarak çocuk doğurmaktan vazgeçenlerle neredeyse dalga geçen yazıyı okuyunca, “Bu, üzerinde bu kadar espri yapılacak bir şey değil,” dedim içimden. Çünkü durdurmadığımız iklim değişikliğinin yanı sıra bir de dünyanın her yanında yozlaşmaya sebep olan aynı sorunların olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmeme sebep bir iki örnek verebilirim; ilki, IŞİD’e katılanlar arasında gelişmiş denen ülkelerin vatandaşlarının da olduğunu gösteren haberler, ikincisi ise bir süre önce bir haber spikerinin, eşinin ölüm haberini canlı yayında almasına rağmen hiç etkilenmemiş gibi işine devam etmesi. Oysa o spikerin nutku tutulmalıydı, olan ise profesyonellik adı altında insanlıktan çıkma hali. Ülkelerin birbirinden farkının ise ancak şöyle olabileceğini düşünüyorum, bir ülkeden canını korumak için diğerine kaçarsın, artık canın kurtulmuş olur ama insansal yaşamını korumada diğer ihtiyaçlarının karşılanacağının garantisi yoktur. Dolayısıyla belki benim karamsar bakışımla belki dünyanın gerçek halinin bu oluşuyla çocuk doğurmak çok cesur bir eylem. Ama yazar şöyle diyordu:
“Geleceği tahmin etmek, kolay değildir. 1798’de Thomas Malthus; insan nüfusunun, besin tedariğinden kaçınılmaz derecede fazla olacağı tahmininde bulunmuştur. Böyle bir şey, büyük olasılıkla Malthus’un öngöremediği teknolojik gelişmeler sayesinde, gerçekleşmedi. O zamanlarda herkesin bu ‘kaçınılmaz’ kıtlığı engellemek için, çocuk sahibi olmayı bıraktığını hayal edin!
1890’larda, tüm dünyadaki şehirlerde üstesinden gelinemez bir problem vardı: sokaklar boyunca at dışkısı yığılmaktaydı. Hiç kimsenin, bunu nereye koyacağı ya da dışkının oluşumunu nasıl azaltacağı konusunda bir fikri yoktu. Herkes, dışkının tifo ve diğer hastalıkların yayılmasına sebep olacağı konusunda endişeliydi. The London Times, ‘50 yıl içinde, Londra 9 fit dışkıya gömülecek’ şeklinde bir tahminde bulunmuştu. İnsanların, bu pisliğin içinde bata çıka yürüyecek çocuklar dünyaya getirmenin yanlış olduğuna karar verdiğini hayal edin! Onlara, ‘Dışkısız otomobiller icat edilmek üzere’ demek isteyebilirsiniz. Arabalar! Kim bilebilirdi ki?”
Ömür Uzarsa Güzel Günler Uzar mı?
Bu yazıdan bir hafta sonra elime Gelecek Daha Güzel Günler Mi Getirecek? başlıklı bir kitap geçti. Ben de Domingo Yayınları’ndan çıkan Munk Münazaraları’ndan yazıya dökülmüş bu münazara konuşmalarını okumaya başladım. Münazaranın katılımcılarından Steven Pinker, Matt Ridley geleceğin daha güzel günler getireceğini savunurken Malcolm Gladwell ve Alain de Botton karşı görüş ileri sürerler.
Geleceğin daha güzel günler getireceğini savunanların gerekçeleri insan ömrünün uzaması, ömrün uzamasını sağlayan sağlık teknolojisindeki ilerlemeler, refah seviyesinin artması, bilgiye sahip olan insan sayısının artması gibi başlıklar altında toplanabilir. En azından buraya yazdığım başlıkları açarak savunulara baktığımda, daha güzel günlerin geliş sebebi genellikle teknolojik aletlerde ve bunların kullanımında artış –yaygınlık- gelişme ile ekonomik gelişmişlikle temellendiriliyor. Bilgi sahibi olan insan sayısındaki artış, teknolojik alet kullanan insan sayısındaki artışla ölçülüyor. Oysa bu ölçüm çağımız insanının yanılgısıdır, bilgiyi ölçme kriterlerinden kaynaklı bir yanılgısı. Çağımız insanı önceki yüzyıl insanlarına göre daha bilgili olduğunu savunuyor. Oysa gerçekten öyle midir?
Cahilliğin Ölçütü Nedir?
Ülkemizde son yıllarda her seçim öncesi -sonrası meşhur mankenin malum sözleri dönüp durur sosyal medyada. Peki, gerçekten de cahil-bilgili ayrımı bir okul bitirme, bir diploma sahibi olma gibi kriterlerle ölçülebilir mi? Okumanın cahilliği alamadığı durumlar yok mudur? Ya da hiç okuma yazma bilmeden ya da sadece harfleri öğrenmiş anca okuma yazma yapabilen, akademik belgelere sahip olmayan ama insanı, insan olmayı, gönülle görmeyi bilen yok mudur? Eğer öyle olmasaydı şu dizeler çıkar mıydı ortaya?
İnsancıl insanlar barıştan yana
Ancak zalim olan kıyar insana
Barış aşkı yayılmalı cihana
Barış güvercini uçsun dünyada
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin
Nesimi der ki ey füze yapanlar
Acımasız zalim cana kıyanlar
Bırak ey yaşasın bütün insanlar
Nesimi Çimen
Kitapta da karşıt savunuyu yapanlar benimle aynı yerden konuyu ele alıyor. Evet, refah seviyeleri artar, sağlık iyileşir, yollar daha iyi yapılır ama insanlaşılır mı? De Botton’ın şöyle bir çıkarımı var: “Bu noktada denilebilir ki makinelerle, akıllı telefonlarla, teknolojiyle, internetle, belki de öyle bir canlı meydana getireceğiz veya üreteceğiz ki müthiş akıllı, süper nazik, hatta ölümsüz olacak. Olabilir, ama o şey insan olmayacak.”
Belki de gelecek gerçekten güzel günler getirecek ama o güzel günler tek başına teknolojik gelişmelerle gelmeyecek. Teknolojiye dair artan bilgimiz insan olmaya dair artan bilgimizle birleştiğinde işlevli olacak. İnsanı bilerek yapılan ve insan için, insansal yaşam için kullanılan teknoloji güzel günlerin parçası olabilecek.
Alain de Botton, Steven Pinker, Matt Ridley ve Malcolm Gladwell (2017), Gelecek Daha Güzel Günler mi Getirecek?, Rudyard Griffiths (ed.), çev. Cem Duran, Domingo, İstanbul.