Afet dediğimiz şeyi afet yapan yıkıcılığı ve yol açtığı can ve mal kaybıdır. Bir deprem, sel veya kasırga sonrasında can ve mal kaybı yoksa bunlar afet değil, birer doğa olayıdır yalnızca. Bu tür doğa olaylarının olabileceğinin öngörüldüğü yerlerde insan aklının, örgütlenmesinin ve de teknolojinin sunduğu önlemleri alarak bu olayların afetleşme riskini olabildiğince azaltmak mümkündür. Sonunda yapabileceğiniz her şeyi yapmış ve yine de kayıp vermiş olabilirsiniz. Ancak o zaman bir 'doğal afet'ten bahsedebilirsiniz. İhmaller ya da bilinçli/bilinçsiz belli tercihler nedeniyle bir doğa olayı sonucu büyük kayıplar yaşanıyorsa, bunun adı 'doğal afet' değil, olsa olsa 'doğa olaylarının tetiklediği sosyo-politik afet'tir. Türkiye'de yaşadığımız Körfez Depremi de, New Orleans'taki kasırga da bu tür afetlerdendir; çünkü örneğin Japonya'da benzer şiddette depremler ya da Küba'da benzer şiddette kasırgalar bu denli ciddi kayıplara yol açmıyor.
Biyolojik, psikolojik ya da sosyo-politik, hangi düzeyde bakarsak bakalım, bir sistemin potansiyel (görünmez ya da az görünür ya da kolayca saklanır durumda) kalmış iç sorunlarının/çelişkilerinin yakıcı bir şekilde ortaya çıkması için çoğu zaman bir zorlanmaya, olağandışı bir etkiye gerek vardır. Sosyo-politik fay hatlarının daha derin olduğu sistemlerde de olağandışı bir zorlanma çatlakları daha da görünür kılar. New Orleans'ta da bu son kasırga sırasında ve sonrasında yaşananlar, ABD sistemindeki sosyo-politik çatlakları, şimdiye kadar görmek istemeyenler için bile görünür hale getirdi. 11 Eylül'de intihar saldırılarına maruz kalan ve yıkılan ikiz kuleler ABD'yi nasıl sarsmışsa, New Orleans'ta yaşananların da benzer bir sarsıntı yarattığını ve daha da yaratacağını söyleyebiliriz. ABD sistemi açısından New Orleans'ta büyük bir patlama oldu ve bu patlama sonucu etrafa saçılanları birkaç düzeyde özetleyebiliriz.
NEW ORLEANS PATLAMASI
İlk patlayan, 'önce ulusal gövenlik' diye diye yıllardır içimizi kıyan Bush yönetiminin güvenlik doktrini. Artık herkesçe malum nedenlerle, her tür yalanı söyleyerek, hemen hemen bütün dünyanın karşı çıktığı Irak operasyonunu gerçekleştirerek, ABD'nin kaynaklarını Irak'taki işgale kaydırdı, bu yüzden ABD kendi içinde kasırga gibi olayların etkilerinden korunma açısından çok daha çaresiz bir durumda kaldı. New Orleans'ın, bir kasırga durumunda, yer yer deniz seviyesi altında olduğu için, ciddi risk altında olduğu çoktandır biliniyordu ve alınabilecek önlemler de belliydi. Bu önlemler için harcanması gereken bütçeden Irak dolayısıyla ciddi kesintiler yapıldı, dolayısıyla uzun zamandır önerilen önlemler alınmadı. Ek olarak, bu tür doğa olaylarının bir afet halini almaması için olay sonrasında gerek kurtarma gerekse de yardım dağıtımı konusunda kritik rol oynayan 'ulusal muhafızlar'ın ve su basmış alanlarda çalışabilen yüksek askeri jiplerin yaklaşık yarısı yine Irak'a gönderildi.
İkinci patlayan, küresel ısınmayı kontrol altına almak için tasarlanan ve yine dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu tarafından imzalanan Kyoto Protokolü'ne Bush'un inatçı muhalefetidir. Küresel ısınmaya yol açan ve giderek büyüyen ozon deliğinin sorumlusu olan sera gazlarının yaklaşık yüzde 30'u sadece ABD'den salınıyor ve ABD, 'mali külfet' gerekçesiyle, Kyoto protokolünü imzalamayarak bu salınım payını tedricen azaltmayı reddediyor. Küresel ısınmanın birincil etkileri arasında da, yükselen deniz seviyeleri ve şiddeti artan kasırgalar sayılıyor.
Üçüncü patlayan, ABD'deki kadim ırksal/sınıfsal ayrımcılıktır. New Orleans, yoksul siyah ağırlıklı bir kent ve afetin mağdurları da çoğunlukla bu kesimdendir. ABD yönetiminin, bu afet sonrasında takındığı vurdumduymaz tavır ve önceliğin insanları kurtarmak ve beslemek yerine, 'kutsal mülkiyet hakkı'nı savunmak için yağmaların önlenmesine verilmesi (medyada bunun öne çıkarılması) gayet manidardır. Aynı afet, zengin beyazların ağırlıkta olduğu bir yerde olsaydı muamelenin oldukça farklı olacağından kimsenin bir kuşkusu yok.
Dördüncü patlayan da, bu ırksal/sınıfsal ayrımcılığa tepki olarak zaten potansiyel olarak hep var olan alttakilerin/dışlanmışların öfkesidir. Örgütsüzlük ve ufuksuzluk nedeniyle oldukça yıkıcı biçimlerde de ifade edilebilen bu öfke bir süre sonra polis/asker marifetiyle kontrol altına alınsa da, New Orleans'ta yaşananlar bu öfkeyi, daha sonra başka bir yerde ve olayda daha da şiddetli olarak patlaması için besledi.
Velhasıl, binlerce cana malolan New Orleans trajedisi, ABD sisteminin çeşitli çatlaklarını görünür kılan sosyo-politik bir afet olarak tarihe geçecek. Dünyada çoktan ipliği pazara çıkmış olan Bush yönetiminin balonu ABD içinde de epeyce söndü. Bu sönüşten nasiplenenlerin sistemin çatlaklarını görünmez kılmaktan başka bir ufukları olmayan Demokrat Parti'yle mi sınırlı kalacağı, yoksa ABD'de şimdiye kadar pek bereketli bir toprak bulamayan, daha radikal ve sistemik eleştiriye dayanan bir hareketin mi filizleneceği önümüzdeki yılların meraklı bir sorusu. ABD sisteminin moral düşüşünün sürdüğü kaydedilmeli. New Orleans'taki mağdurlarla ve de ABD'deki radikal muhaliflerle dayanışmak da boynumuzun borcu.