Vatandaşın vizesiz seyahat hakkı, bir Türkiye dramı (II)

Avrupa Komisyonu’nun yol haritası izleme ikinci raporunda belirtildiği gibi 3. Bölüm'deki koşullar Türkiye’nin gayri-şeffaf yapısını tasvir ediyor ve yapılması gereken işleri sıralıyor.

http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/e-library/documents/policies/international-affairs/general/docs/turkey_second_progress_report_en.pdf 


• Organize Suçlarla Mücadeleye Yönelik 2016-2018 yılları arası geçerli bir Eylem Planının hazırlanması; başta uyuşturucu, insan, silah kaçakçılığı ve sahtecilik olmak üzere organize suçların her türüyle mücadelenin güçlendirilmesi;
• Türkiye’de bulunan ulusal ve ulusaşırı suç örgütlerine ve bu örgütlerle mücadele yöntemlerine ilişkin AB’ye bilgi sağlanması;
• 19 Şubat’ta onaylanan İnsan Ticaretine Karşı Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin uygulamaya koyulması ve bu alandaki ulusal mevzuatın Sözleşme’de ortaya koyulan standartlarla ve AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmesi;
• 19 Şubat’ta onaylanan Suç Gelirlerinin Aklanması, Araştırılması, El Konması ve Müsaderesi ile Terörün Finansmanı Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin uygulamaya koyulması ve Türk mevzuatının Sözleşmede ortaya koyulan standartlarla uyumlu hale getirilmesi;
• MASAK’ın kara para aklama ve terörün finansmanı vak’alarını ortaya çıkarma kapasitesini artırmaya devam edilmesi;
• Yolsuzlukla mücadeleye yönelik GRECO tavsiyeleriyle uyumlu mevzuatın düzenlenmesi ve sivil toplum ile yeterli oranda istişare edilerek hazırlanan ve etkin şekilde uygulandığını garanti altına alan şeffaf ve bağımsız bir denetim mekanizmasını da öngören yeni bir ulusal eylem planının oluşturulması;
• Sınır kontrolünden ve düzensiz göçün önlenmesinden sorumlu birimlere yolsuzlukla mücadele eğitiminin sağlanması ve etik kurallarının oluşturulması; kamu görevlilerinin yolsuzluk suçunun sistematik şekilde takibi için gerekli çabaların artırılması.

Aşikârdır ki bu koşullar yerine getirilse Türkiye yolsuzluk konusunda epey yol alır.

Tıpkı Kamu Düzeni ve Güvenliği gibi 72 kriter arasında, ilk bakışta “vize muafiyetiyle ne ilgisi var” denilebilecek ve birebir Temel Haklar ile ilgili bir bölüm var. Eğer bu koşullar yerine getirilebilse çok farklı bir siyasî manzara çıkar ortaya. Misâlen “terör” kavramının içeriği değiştiğinde, süren davaların çoğu düşer.

İkinci izleme raporuna göre bu çerçevede yapılması istenen reformlar şunlar:  

• Organize suç ve terörizme ilişkin yasal çerçevenin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM içtihatları, AB müktesebatı ve AB üyesi devletlerdeki uygulamalarla uyumlu olacak şekilde gözden geçirilip düzenlenmesi ve mahkeme, kolluk kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı; ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü ile uyumunun sağlanması;
• Irkı ya da etnik kökeni gözetilmeksizin herkese eşit muamele gösterilmesine ilişkin AB müktesebatı dikkate alınarak, ayrımcılığın önlenmesi alanında yasal mevzuat oluşturulması;
• AİHS İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı’nın uygulanmaya devam edilmesi ve “İnçal” grubu davalarda AİHS içtihadının dikkate alınması; (“İbrahim İnçal Türkiye’ye karşı” adlı dava başlığıyla bilinen 112 işkence ve hak ihlali davasının hukukî ve maddî tazmini) ;
• Emniyet mensuplarının, hâkim ve savcıların, hâlihazırda geçerli yasal mevzuatı yorumlarken AİHS ve AİHM içtihadının da göz önüne almalarını sağlamaya yönelik eğitim, destek ve talimatlar sağlamaya devam edilmesi;
• Kolluk kuvvetlerinin kişi haklarını olası ihlallerini gözetim altına alması öngörülen bağımsız bir komisyonun kurulmasına yönelik kanunun oluşturulması.

Vize siyasî pazarlığa kurban edildi

Diğer taraftan 16 Aralık 2013’te başlayan vize muafiyet süreci, mülteci meselesine endekslenince iş iyice çığırından çıktı. Hükümet başta Ekim 2016’da Türkiye vatandaşlarının Avrupa’ya vizesiz seyahat edeceğini müjdelerken, birdenbire ve mülteci kozunun verdiği heyecanla, bu tarihi Haziran/Temmuz 2016’ya çekti. Halk arasında bu konuda büyük bir beklenti oluştu. Gayet kesin ifadeler kullanan yetkililer, bu son derece çetin meseleyi bir oldubitti havasında dile getirdiler. Nitekim 29 Kasım 2015’te Türkiye’yi temsilen sabık Başbakan Ahmet Davutoğlu ile AB’li mevkidaşları arasında cereyan eden ve ilk “Mülteci Zirvesi” olarak bilinen toplantının sonuçlarından biri bu vizesiz seyahat olanağı idi.

Komisyon’un vize ile ilgili ilk izleme raporu 20 Ekim 2014’te yayımlandı. http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/elibrary/documents/policies/internationalaffairs/general/docs/turkey_first_progress_report_en.pdf 

Rapor daha çok uzun bir yol olduğunu açıkça gösteriyordu. 4 Mart 2016’da yayımlanan ikinci rapor daha iyi değildi ama iki rapor arasında mülteci pazarlığı yapılmaya başlanmıştı. Bu ikinci raporla, iki ay sonra 4 Mayıs 2016’da yayımlanan üçüncü rapor arasında vize muafiyetini hızlandıracak herhangi bir adım atılmamış olsa da, bu son rapor Ankara’ya övgüler düzen, yapılmamış işleri yapılmış gibi göstermeyi tercih eden, fahiş hatalarla dolu bir metindi. 

http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/what-we-do/policies/european-agenda-migration/proposal-implementation-package/docs/20160504/third_progress_report_on_turkey_visa_liberalisation_roadmap_swd_en.pdf

AB Komisyonu mülteci anlaşması uğruna vize muafiyeti için kendi getirdiği koşullardan vazgeçmeye hazır olduğu intibaını veriyordu. Ankara da yolsuzluk ve terör gibi konularda asla yerine getirmeyeceği kriterleri mülteci anlaşması sayesinde AB’ye kabul ettirebileceği hesabını yapıyordu. Sonuçta vize koşulları, Suriyelileri Türkiye’de zaptetme koşuluna bağlandığı anda çöktü.

Basında, konuya hâkim olmayan veya resmî kaynakların her dediğini doğru kabul eden haberciler geriye sadece beş kriter kaldığını, bunların da eli kulağında olduğunu yazmaktan çekinmediler. Sözkonusu beş kriter, yolsuzlukla mücadele konusunda GRECO tavsiyelerine uyulması, Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun 27 Nisan 2016 tarihli AB yönetmeliğine uygun olması, AB ülkeleri ile yargı alanında işbirliğine gidilmesi, polis teşkilatı Europol ile işbirliği ve terör tanımında Avrupa standartlarına uyum sağlaması için içeriğinin tekrar gözden geçirilmesidir.

Oysa rapor yakından incelendiğinde pekçok koşulda Türkiye’nin ve mültecilerin gerçekleriyle kat’iyen uyuşmayan birçok veri, bilgi ve görüş olduğu görülüyor. Özellikle 24., 26., 27., 32., 38., 39., 52., 57., 63. ve 64. kriterlerde fahiş hatalar ve abartılı güzellemeler mevcut. Bir iki örnekle yetinelim. Zikredilen maddelerdeki ifadelere göre Türkiye’nin iltica mevzuatı her ne kadar coğrafi çekinceyle malul ise de, yeni yasa ve yönetmelikler Suriyelilere “çok tatmin edici ve uluslararası standartlarda bir koruma” sağlıyormuş. Mültecilerin “çalışma, barınma, eğitim, sağlık ve istedikleri yere yerleşme hakları” varmış. “Avrupa Konseyi Karapara Aklama Sözleşmesi kuralları ve OECD’nin Malî Eylem Gücü FATF’nin tavsiyeleri yerine getirilmek üzere” imiş. “MASAK güçlendirilmiş”. “Bütün vatandaşların seyahat ve yerleşme özgürlüğü tam” imiş. Türkiye’de “Roman hakları mükemmel gözetiliyor” imiş. “Kolluk kuvvetlerinin görevlerini ifa ederken olası hak ihlallerini izleyen ve başında İçişleri Bakanlığı müsteşarının bulunduğu komisyon tam bağımsız değil” imiş ama “yakında bağımsız olabilir” imiş.

Almanya Şansölyesi ve mülteci anlaşmasının mimarı Angela Merkel’in o vakitler muazzam baskısı altındaki Avrupa Komisyonu, bir ay gibi çok kısa bir zaman içerisinde, alelacele torbalara doldurularak çıkartılan yasalar ve kurulan kurumları “başarı” olarak nitelemek istedi. Sorun şu ki AB’nin “iyi polisi” Komisyon aslında muafiyetle ilgili olumlu kararın Konsey’den çıkamayacağını bile bile, tüm AB adına Suriyeli mültecilerin olabildiğince engellenmeye devam edilmesi için zaman kazanmaya ve yaz aylarını çıkarmaya çalışıyordu. Hesap muhtemelen, yakında Suriye’de sağlanacak kalıcı ateşkesin içsavaş tanımını değiştirmesi vasıtasıyla Suriyelilere otomatik mülteci statüsünün verilmesini sonlandırmaktı.

Bundan sonra ne olur?

Evde yapılan yanlış hesaplar çarşıya uymadı. Birkaç hususun altını çizelim.

Birincisi, hukuk devleti olmaktan çıkmış bir Türkiye’de çıkarılan yasaların hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Mesele yasa çıkarmak değil, o yasaları uygulamak. Dolayısıyla 72 kriterin tam anlamıyla yerine getirilmesi bile bir şey ifade etmeyebilir.

İkincisi, hükümetin terör yasaları uyumuna karşı verdiği beyanlar gidişata ket vurma potansiyeli taşıyor. İşin başından itibaren 72 kriter arasında yolsuzlukla mücadele ve terör tanımının daraltılması konularının sorun yaratacağını söylememizin nedeni buydu ve geldik o kapıya dayandık. İktidar ve yurtdışında kulis yapan taraftarları özellikle terör tanımı konusunun Türkiye için çok zor olduğunu vurgulamaya devam ettiler. Ne var ki bu koşulun sulandırılması mümkün değil, üstelik hükümet varolan tanımı “silahsız terör örgütü” ve “bireysel terör” ifadeleriyle fiiliyatta genişletmişken. Israrın nedeni ise AB’nin, Türkiye’deki demokrasinin bekası endişesi değil; vize kalkarsa “kaşının altında gözü olanın” terörist sayıldığı bir ülkeden gelecek Türkiyeli mülteciler. 

Bu şartlarda günün birinde Komisyon’un tavsiyesi olumlu olsa dahi, tasarı Avrupa Parlamentosunun önüne gelemez. AB Konseyi ve üye devletlerin ulusal parlamentolarına hiç intikal edemez. Yani, iş başlamadan biter. İktidar ve yurtdışında yazan taraftarlarının açıkça veya üstü kapalı, “siz mültecileri yeniden üstünüze salıverdiğimizde görürsünüz” yollu şantaj mesajlarının da bir şeye yaramadığı açık.
AB kamuoyları, vize muafiyeti meselesini 4 Mayıs 2016’da öğrendi ve cevapları gayet olumsuzdu. Almanya’da, hükümetin mahcup güzellemelerine rağmen, muafiyete karşı olanlar ilk yoklamalardan itibaren yüzde 60’lar seviyesinin altına inmedi. Yine bir mucize oldu ve karar nitelikli çoğunlukla Konsey’den geçti varsayalım: Fransa başta olmak üzere muafiyete karşı olan pekçok AB ülkesi Schengen bölgesine katılımlarının askıya alınmasını (opt-out) isteyecektir. Bu kriz olasılığını küçümsememek lazım. 

Üçüncüsü, vize muafiyetinin önünde üç temel sorun duruyor. Bunlar Türkiyeli IŞİD’çiler, Türkiyeli işsizler ve Türkiyeli mülteciler. 

Emniyet Genel Müdürlüğü'nün ilk ve sanırım son kez 2015’te açıkladığı 8500’e ulaşmış Türkiyeli IŞİD’çinin vizesiz seyahat edebilecek olması, Avrupa ülkelerinde ardı arkası kesilmeyen saldırılarla oluşan psikozu görünce, vize muafiyetinin önünde ciddî bir engel olarak duruyor. Türkiye muazzam bir işsiz ordusu barındırıyor. Önümüzdeki dönemde işsizliği azaltacak hiçbir ciddî uzun erimli program ufukta görünür değil. AB ülkeleri işsizlerin akın etmesi olasılığının farkında. Tamamen yok edilen hak ve özgürlüklerin yarattığı Türkiyeli mülteci potansiyeli üçüncü sorun. Şimdiden AB ülkelerinde özellikle Kürd kökenli vatandaşlarımızın gözle görülür bir iltica talebi artışı var. Bugünkü sayılar, AB ülkeleri açısından bakıldığında vizesiz seyahatle çok artabilir. AB’nin münferit ülkeleri bu veriler ışığında Türkiyelilere vizeyi neden kaldıracaklarını kamuoylarına anlatamazlar. 

Dördüncü olarak bu kadar olumsuzluğa rağmen hem vize hem mülteci meselesi konusunda mâkul olan nedir diye düşünmek lazım? Vize konusunda AB derhal belli gruplara, işinsanları, akademi dünyası, Schengen ülkelerinde akrabası olan vatandaşlara vize kolaylığı getirmelidir. Türkiye’nin önümüzdeki aylarda “müzakere eden aday” statüsünden düşürülecek olması paradoksal şekilde bu çeşit bir kararın çıkmasını kolaylaştırabilir.

Mülteci konusunda ise Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere, Türkiye ve Yunanistan’dan Avrupa ve diğer kıtalara doğrudan iskân (resettlement) yegâne ciddî, gerçekçi, yapılabilir ve sürdürülebilir çaredir. Uluslararası uzmanlığın diğer iltica ülkelerinde olduğu gibi burada da mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere icraatta bulunabilmesi, verilecek malî desteğin tek koşulu olmalıdır. Bunlardan fazlasını beklemek veya istemek ham hayaldir. Zira aksi halde Suriyelilerin Türkiye’deki istikbalsizliği ve AB’nin Türkiye’nin gayridemokratik gidişatına gösterdiği sinik müsamaha sonucunda AB, Suriyelilerin gelmesini durduramayacağı gibi, Türkiyeli mültecilere de kapı açmak durumunda kalacaktır. Vizeyle veya vizesiz…

Son olarak 2018 yılı başı itibariyle bütün Türkiyelilerin vizesiz seyahat macerası öngörülebilir bir gelecekte bir daha indirilmemek üzere rafa kaldırılmıştır. Unutmayalım ki Komisyon’un vize ile ilgili son raporunun tarihi Mayıs 2016’dır ve 5 Ocak 2018’te Paris’te yapılan Erdoğan-Macron ikili görüşmelerinde, Ankara’nın çok üstünde durduğu vize muafiyeti konusu kat’iyen konuşulmamıştır. Hükümetin Şubat başında yeniden gündeme getirdiği “vize masalını” bu gözle okumakta fayda var.