Türkiye'de hafiften muhalif, demokrat bir gazete dahi çıkaracak olsanız, gayrıresmî resmî kuvvetlere bir kontenjan ayırmanız şarttır. Bu gayrıyasal yasal zorunluluk nedeniyle Gündüz Aktan ve Mehmet Ali Kışlalı Radikal'de yazıyorlar. Bir gazetenin, “dava” bellediği her mevzuda âdetâ kendisine karşı çalışan yazarları bünyesinde tutması, akıl-mantık ölçüleriyle normal karşılanacak bir durum değil. Ama burası Türkiye, buradan çıkış yok.
Bu, devletin sesi olmaya kendini adamış gazetelerde tek tük muhalif yazarlar bulunması gibi bir durum da değil üstelik.
Radikal'in bu ilginç kontenjan politikası daha da ilginç boyutlar kazanmaya başladı. Gazete, geçenlerde Hasan Celal Güzel'i yazarları arasına kattı. Özal'ın bakanı Güzel, sonraki siyasî hayatını Türkiye'de ne yazık ki henüz kurulmamış bir kulübün mensubu olarak geçirmişti: Demokrat sağcılar cemiyetinin başkanı ve biricik üyesi olmaya soyunmuştu. Olamadı haliyle. Yönetim kurulu için yeter sayıda eleman yok.
Hasan Celal Güzel, sivil toplum, demokrasi, vs. kavramlarla milliyetçi-muhafazakârlığı bağdaştırmaya çalışmasından ötürü bir tür "solcu olmayan demokrat" ihtiyacını gidereceği düşünülerek mi Radikal'e alındı acaba?
Eğer böyleyse, Radikal yönetimine şu soruları sormaya hakkımız vardır sanırım:
Radikal'in "çizgisi" diye bir şeyden sözedilebilir mi? (Edilebilir.) Radikal yönetiminin, olabildiğince doğru dürüst bir gazete çıkarmak gibi bir amacı var mıdır? (Var görünüyor.) Hasan Celal Güzel'in bu gazetede yazmasının ikisinden birine yararı var mı? (Cevap yok.)
Dediğimin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilmek için Hakkı Devrim ve Avni Özgürel örneklerini hatırlatayım. Hakkı Devrim istisnasız her gün çeşitli şekillerde, Avni Özgürel de siyasî angajmanların iğvasına kapılmayıp gazetecilik yaptığı zamanlarda, bu gazeteye katkıda bulunuyorlar.
(Belki birilerinin aklına takılır. Ekonomi yazarlarından sözetmiyoruz. Çünkü ekonomide solcu olmak, biliyorsunuz, anayasa düzeyinde yasak. Yoksa değil mi? Ne bileyim sanmıştım ki...)
Peki, Hasan Celal Güzel'in yazması, Radkal'e herhangi bir şey kazandırır mı? Okur mu getirir? Ne kadar, meselâ? Güzel'in başarısız siyasî faaliyetlerinde bulabildiği destek kadar mı? Perspektifi mi zenginleştirir, yelpazeyi mi genişletir? Ne kadar?
ARAZİ TAHSİSİNDE SIKI KAYIRMACILIK
Yazdığı köşeye ayrılan yere bakılırsa, Güzel'in oraya herhangi bir yazar olarak oturtulmadığı anlaşılıyor. "Fikir yelpazemizde bir ara devlete arayı bozmuş milliyetçi-muhafazakâr demokrat da bulunsun" denip de Güzel'e köşe verilmiş değil. Çünkü kimseye onca araziyi bu kadar sudan bir sebeple vermezler.
"Onca arazi"den kastımı açayım azıcık.
Güzel'in, aşağıda lafını edeceğim muhteşem yazısının yayımlandığı 15 Ocak 2006 pazar günü, meselâ, gazetedeki bazı köşeyazarlarının yazı uzunlukları (yuvarlayarak veriyorum) şöyleydi:
Türker Alkan: 3000 vuruş
Mahfi Eğilmez: 3300 vuruş
Murat Belge: 3600 vuruş
Gazetenin genel yayın yönetmeni İsmet Berkan da yaklaşık 2600 vuruş (hepsinden kısa) yazmıştı.
Bunlara karşılık, büyük Türk düşünürleri arasına girmiş olmasından şüphelendiğim Hasan Celal Güzel'in yazısı, 6400 (yazıyla: altı bin dört yüz) vuruştan fazlaydı! Kendisi, öteki köşeyazarlarından daha geniş tutulmuş bir sütunla, sekizinci sayfayı tepeden aşağı işgal ediyor.
Radikal bize şunu mu diyor: Güzel'in yazacakları, bizim bütün öteki köşeyazarlarımızın diyeceklerinden daha mühimdir.
Şimdi, şahsın 15 Ocak tarihli yazısıyla biraz ilgilenelim. Sonunda, Radikal yönetimine yine safça bir-iki soru sorarız.
MAZLUM VAKUR MİLLET
Güzel'in sözkonusu yazısı, "Bu mazlum ama vakur millet" başlığını taşıyor. İsteyen BURAYA TIKLAYARAK tamamına göz atabilir, burayı bununla şişirmenin âlemi yok.
Sayın Güzel (birden kendisine böyle demek içimden geldi, heves ettim herhalde), yazısına, "bir kısım aydımızda" bulunduğuna işaret ettiği "aşağılık kompleksi"nden sözederek başlıyor. Güzel'e göre bunun "tedavisi kabil" değilmiş.
Şuymuş olayımız:
"Bunlar, Türk Milleti'nin ve Türkler'in aleyhinde olmayı marifet sayarlar. Onlara göre, bizim milletimiz, medeniyetten uzak, kültürünü başkalarından almış, câhil, barbar, vahşî ve zâlim bir millettir. Batılı müsteşriklerin ve peşin hükümlü haçlı tâifesinin dahi Türkler aleyhinde söylemediklerini, bu sözde aydınlar, dağarcıklarındaki yalan yanlış tarih kırıntılarıyla yazıp çizmekten kendilerini alamazlar.
Bu şerefli millete ne kadar sövüp sayarlarsa, o kadar itibar kazandıklarını ve 'aydın' kabul edildiklerini zannederler.
Ermenileri nasıl kestiğimizi(!) ballandıra ballandıra anlatmaya bayılırlar. 'Ben Türküm' diyen milyonları ırkçılıkla itham eder; bölücülük yapan ırkçı Kürtçülere arka çıkarlar..."
Hasan Celal Bey (şimdi de böyle demek istedim, valla niyesini bilmiyorum, sanırım ismin sunduğu imkânlara kapılıyorum), "Hey gidi şanlı Osmanlı" arabaşlığını müteakiben aziz milletimize "mensubiyetiyle iftihar ettiğini" belirtiyor ve kendisinin, dağarcık mağarcık değil tabiî, muazzam hazinesinde bulunan değerli tarih bilgilerini büyük cömertlikle kucağımıza saçıyor:
"Nasıl etmeyeyim ki, bu millet, eski Yunan ve Roma, eski Mısır, Çin, Hint ve İran medeniyetleri gibi, tarihin en eski ve muhteşem medeniyetlerinden birini kurmuştur. M. Ö. 4000 yıllarına kadar inen Anav Kültürü'nde Proto-Türkler'in izleri vardır. Türkler, 6000 yıl boyunca beş kıtada, dünyanın en geniş coğrafyasında bulunmuşlar, asırlarca süren imparatorluklarıyla hüküm sürmüşlerdir."
Bunu, Osmanlı'nın ne kadar güçlü, ne kadar şahane olduğuna dair satırlar izliyor, sonra da "asıl mazlum biziz" kısmı başlıyor.
Türkler'in dünya nüfusu içindeki oranının fena halde düşmüş bulunmasına dikkat çeken Hasan Celal Bey, böylece, "her fırsatta katliam yapmakla suçlanan Türkler"in, "aslında dünyanın en büyük mazlumları ve mağdurları" olduklarını, "mâruz kaldıkları asimilasyon, tehcir, katliam, etnik temizlik ve soykırımlar neticesinde" dünya nüfusunun oransal olarak daha küçük bir bölümünü oluşturur hale geldiklerini -yiyene- kanıtlıyor. (Başka bir yazısında, "Bizde doğurganlık yüksektir, bu yüzden anca katliamlarla tırpanlanmış olabiliriz" görüşünü alenen de savunmuştur kendisi. Yani buna sahiden inanıyor sanırım. - TERCÜMAN'DAKİ YAZININ LİNKİ çalışmıyor, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi adlı pek saygın kuruluşun sitesinden, BURAYA TIKLAYARAK ulaşabilirsiniz çok gerekiyorsa.)
Ve başlıyor Türklerin uğradığı katliamları saymaya.
Eski Çin'in Hun Türklerine ettikleri ve "İskender mezalimi" ile "Moğollar'ın vahşi katliamları" arasına "Bulgar Türklerinin asimilasyonu"nu filan katarak, konuyu öyle uluorta değil, bilimsel disiplin içerisinde ele aldığını -buna "bumerang stili tarih anlatımı" denir- gösteren Güzel, Haçlı seferlerinde "Avrupalıların atalarının" "Müslüman çocukların etlerini nasıl pişirip yediklerini" de bilimsel amaçlarla ortaya koyuyor.
Sonra bulabildiği bilebildiği ne varsa sayıp döküyor: Kazan Türkleri, Şeyh Şamil, Doğu Anadolu'da Rus-Ermeni mezalimi, Stalin ve Sovyetler'in "jenositleri", Kırım Türkleri, Kalmuk Türkleri, Karaçay Türkleri, Ahıska Türkleri, Balkan mezalimi, Kıbrıs'ta girişilmiş "etnik temizlik", Azerbaycan'daki Hocalı katliamı, "geçtiğimiz yıl yanıbaşımızda Telafer'de yapılan katliam", Doğu Türkistan'da Müslüman Türklerin "nükleer denemelerde kobay olarak kullanılması"...
Oldu olacak, Hasan Celal Bey'in yazısının son kısmını aynen aktarayım:
"Kin değil tarih şuuru - Allah aşkına, bütün bu zulüm karşısında bu aydın geçinenler bir tek lâf ettiler mi, tek satır yazdılar mı, söyler misiniz? Varsa yoksa Ermeni soykırımı iftirası ve peşmerge hayranlığı... Niyetimiz kin ve intikam hislerini tahrik etmek değil, genç nesillere tarih şuuru kazandırarak bilgilendirmektir. Bu mazlum lâkin vakur millet, kendisine yapılan zulüm ve haksızlıkları affetmiş; bütün insanlığa dostluk ve barış elini uzatmıştır."
E, tabiî, olabilir. Sadettin Teksoy da hayatın gerçeklerini açığa çıkaran bir kimse sayılabilir bir nevi. Veya şöyle de diyemez miyiz: Türkiye'nin en ciddiye alınabilir gazetesinin bir sayfasının yaklaşık yüzde 28'ini işgal eden şu yazıyı Mehmet Ali Erbil de yazabilirdi.
Yoksa, en azından son cümleyi yazmaz mıydı acaba?
Hunları da çağırıp Çin Seddi'nde toplanarak, "İskender mezalimi"ni tanımaları için Yunan ve Fransız parlamentolarına dilekçe kampanyası mı başlatsak..?
Fakat insan Sayın Güzel'in transandantal bilimselliğine kapılıp gidebiliyor resmen...
MİLLET MAZLUMSA SİZİN YÜZÜNÜZDEN
Bir noktada Sayın Güzel'e aynen katıldığımı belirtmek isterim: bu millet sahiden de kendisine yapılan zulüm ve haksızlıkları affetmiştir. Nitekim, milletin bir bölümünü sokaklara döküp ötekini kırdırtmış İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinin görevlisi, gözü dönmüşlüğe ve vicdansızlığa dayalı bir ekonomik düzen ile ahlâksızlığa dayalı bir sosyal hayat tasavvurunu bünyemize kazandıran muhterem merhum Özal'ın bakanı Sayın Güzel hâlâ siyasî görüşler beyan edebilmekte, gazetelerde köşeyazıları yazabilmekte ve millet, Allah için, kendisine ses çıkarmamaktadır. Ortalığa savurup üfürdükleri de (meselâ, 1968'lerde bir solcu öğrenci liderinin Polonyalı "spor takımı" sorumlusuna askerî tesislerin fotoğraflarını satmayı önerdiği iddiası -merak edenler BURAYA TIKLAYABİLİR) yanına kâr kalmaktadır. Kimse ona, "Ya, Hasan Bey, devletin bu kadar tepelerinde görev yapmış, memleketi yönetmiş adamsın, nasıl kalkar da Barzani ile Talabani için 'Ortadoğu'nun fahişeleri' diye yazı yazarsın?" dememektedir (madem bana inanmıyorsunuz, BUYURUN TIKLAYIN.)
Sayın Güzel'e denebilecek laf şudur: Evet, millet mazlum ama esas sizin gibiler yüzünden. Çünkü bu milletin geçmişindeki rahatsızlık, huzursuzluk kaynaklarıyla yüzleşmesini bu edebiyatla yıllardır önlediniz, hâlâ önlüyorsunuz, üstelik, kaçınılmaz olarak bütün faaliyetlerinize eşlik eden ırkçılık artık millete de sirayet etti. Gözünüz aydın.
RADİKAL’E SORULAR
Neyse, burada esas konumuz Hasan Celal Güzel değil. Onun ibretlik yazısından birşeyler aktarışım, Radikal 'in bize sunduğu şey hakkında azıcık fikir verebilmek için. Evet, Güzel niçin Radikal 'de yazıyor? Ya da: nasıl yazabiliyor? Ya da: Oraya nasıl, neden gelmiş?
Öyle anlaşılıyor ki, yılların politikacısı, iktidar partisi AKP ile dirsek temasını iyi kurmuş, bu da her türlü temastan fayda umanların gözünde onu istenir kılıyor.
Aslında Radikal okurları olarak, gazete yönetimine sadece şu basit soruyu sormalıyız: Özellikle, Hasan Celal Güzel'inki gibi cahilane hezeyanların envai çeşidi her taraftan üstümüze boca edildiği için, bunlar karşımıza çıkmaz umuduyla o gazeteyi alıyor, okuyoruz. Bu bir güven ilişkisidir. Bunlarla karşılaşmama hakkımız yok mu? Zaten görmezden gelmek için çabalamamız gereken Kışlalı ile Aktan var orada. Yetmiyor mu? Yoksullar yokmuş gibi, "piyasa" pek nesnel, hepimizin dışında ve asla denetlenemez bir kahramanmış gibi yapan ekonomi yazarları yetmiyor mu? Ne yapacağız, gazeteyi aldığımızda önce bazı sayfaları birbirine yapıştıracak, sonra mı okumaya başlayacağız?
Allah aşkına, ne öğrenebiliriz Hasan Celal Güzel'den, bir tek ihtimal söyleyin. Onu oraya yerleştirmenizin, gazeteyle kurduğumuz -zaten nazik- ilişkiyi bozmaya değecek bir sebebi var mı bari?