İdeolojiden Arınmış Bir Marksizm Çabası

İlk olarak 1965’te yayımlanan Marx İçin ve Kapital’i Okumak, 1990’lı yıllara kadar dünya ölçeğinde hararetli tartışmalara yol açmış ve bazı çevrelerce “Marksizm’in yeni başlangıcı” olarak selamlanmıştı. Bu iki önemli kitap, Marx’ın yapıtında bir “epistemolojik kopuş” olduğunu ve tarihsel materyalizm ile felsefi hümanizmin bağdaşamaz olduğunu ileri sürerek Marksizm içinde yeni teorik tartışmalar başlatmış, aynı zamanda, “yapısalcı Marksizm”in kurucu metinleri haline gelmiştir. Sorunsal, semptomatik okuma, yapısal nedensellik, ideolojik imgelem, üstbelirleme gibi kavramlara Althusser tarafından, Marx’ın metinlerini yeni bir teorik bakışla okumak üzere işlerlik kazandırılmıştır. Özellikle Marx İçin ve Kapital’i Okumak’ta ele alınan söz konusu kavramların, Marksizm’in ve tarihsel maddeciliğin yeniden okunarak bilimselliklerinin ortaya çıkarılmasında önemli işlevleri vardır.[1]

Marx İçin ve Kapital’i Okumak ilk yayımlandıklarında, bakış açıları ve üsluplarıyla, 60’lı yıllara damgasını vuran bir akım olan yapısalcı bir yönteme göre uygulanmış Marx okuması adına bir manifesto olarak önem taşıyorlardı. “Tarihin sonu”ndan sonra, bugün, Marksizm’in ötesinde Marx’ı okumaya, incelemeye, tartışmaya ve güncellemeye dair bir çağrı olarak bu metinler önemlerini hâlâ korumaktadır.[2] Balibar’a göre, Marx İçin’de girişilmiş olan iş, Marksizm’e teorik bir çehre ve bir vücut verme yönünde yirminci yüzyılın en orijinal, en akıcı ve anlamlı, aynı zamanda en fazla kanıtlara dayalı çabalarından biridir. Bu kitap, Marx’ın düşünce tarzının hiçbir Marksizm’e indirgenemeyeceği gerçeğini ilan etmektedir. Nitekim “tarihin sonu”nda Marksizmler ölmüştür; ama Marx’ın hayaleti her zamankinden daha fazla “canlı”dır. Bu arada, Marx’ın devrimci ve eleştirel ruhuna bağlı bazı Marksizmler, az sayıda metnin temsil ettiği bazıları, hâlâ düşündürme ve harekete geçirme gücüne, dolayısıyla gerçek etkiler yaratma gücüne sahiptir. Althusser’in yapısalcı Marksizm’i bunlardan biridir.[3]

Althusser, Marx okumalarından çıkarsadığı varsayımlarını iki temel kavrama bağlar: sorunsal ve epistemolojik kopma. Althusser, genç Marx ile olgun Marx arasındaki kopuşu ya da Hegel’in idealizmi, Feuerbach’ın felsefi hümanizmi ve İngiliz politik ekonomisi gibi ideolojiler ile tarih bilimi arasındaki kopuşu ilk bakışta oldukça basit gibi görünen bu iki kavram aracılığıyla düşünür. Söz konusu kavramların başlangıç tanımları oldukça basittir. Teorik sorunsal, “teorik bir oluşumun (formasyonun) özgül bütünsel birliğidir”.[4] Althusser, bir örnekle teorik sorunsal kavramına şöyle açıklık kazandırır: Marx’ın herhangi bir önermesinin ne ölçüde Marksizm’le bağdaşabilir olduğunu belirlemek istiyorsak, bu önermenin Marksist teorik sorunsal içinde (yani, Marksist teorinin özgül bütünsel birliği içinde) yer alıp almadığına, bu sorunsalda nasıl bir yer işgal ettiğine bakmak gerekmektedir. Epistemolojik kopuşsa, bilimsel bir disiplinin temelinin eşzamanlı teorik sorunsalında meydana gelen bir mutasyondur.

Althusser epistemolojik kopuşu mutasyon kavramıyla düşünürken, biyolojiye örtük bir gönderme yapar. Böylece Althusser, epistemolojik kopmanın, teorik bir oluşumun teorik sorunsalında gerçekleşen yapısal bir değişime dayandığını anlatmak ister. Bir yapıyı meydana getiren şey, sadece öğeleri değil, öğelerinin birbirleri arasındaki ilişkidir. Althusser’e göre, genç Marx ile olgun Marx arasındaki epistemolojik kopmayı açıklamak açısından böyle bir yapı kavramı önemlidir. Buna göre, emek, sermaye, diyalektik, yabancılaşma gibi kavramların hem genç hem de olgun Marx’ta ortak olarak bulunması önemli değildir. Önemli olan, bunların nasıl bir yapısal ilişki içinde bulunduğudur. Çünkü sorunsalda meydana gelen değişiklik bütün bu ortak kavramların anlamını değiştirmiştir. Althusser’e göre, genç Marx’ın kullandığı kavramlar tamamen Hegelci-Feuerbachçı bir teorik sorunsalda anlam kazanır. Oysa olgun Marx’ın teorik sorunsalı farklıdır. Marx, Hegelci-Feuerbachçı sorunsalı terk ederek genç Marx’tan epistemolojik olarak kopmuştur. Dolayısıyla Althusser, epistemolojik kopma kavramını Marx’ın Hegel’den ve Feuerbach’tan ayrılması için kullanmaktadır.

Althusser, epistemolojik kopuş kavramını Gaston Bachelard’dan ödünç almıştır. Bachelard’ın çalışmalarında ilgilendiği epistemolojik kopuş, bilimsel zihniyet ile bilimsel olmayan zihniyet arasında meydana gelen bir olaydır. Bachelard’ı ilgilendiren, basit bir süreksizlik olgusu, yani bir zamanın anlamlı düşüncelerini başka bir zamanın anlamsız düşüncesi haline, bir zamanın hakikat söylemini, başka bir zamanın tamamen tutarsız ve çelişkili bir sözü haline getiren basit bir dil ya da gösterge değişimi değildir. Onu ilgilendiren, bu farklılığın, her zaman için birçok düzeyde, birçok etkinlik sistemi ve bunlara karşılık gelen entelektüel biçimler çerçevesinde yer alan karmaşık mekanizmasıdır.

Althusser, Bachelard’ın epistemolojik kopuş kavramını yeni bir alana, tarihsel maddeciliğe uygular. Ancak Althusser, epistemolojik kopuş kavramını zihniyet, objektif ve sübjektif gibi kısmen psikolojik anlamları olan Bachelard’ın kavramlarıyla düşünmez; sorunsal kavramıyla düşünür. Sorunsal, bir bilim dalının gelişmesinin belli bir aşamasında, sorunları ancak onun alanı içinde ve onun ufukları çerçevesinde koyduğu belli bir teorik yapıdır ve her sorunun ortaya konma biçimini bu teorik yapı belirler. Öyleyse Marx’ın yapıtını doğru okumak için onu önce ait olduğu sorunsal içine yerleştirmek gerekir. Sorunsal, bilim için mutlak bir zorunluluktur ve her bilim ancak belli bir sorunsal içinde sorgulamalarını yapar. Böylece bilim alanındaki köklü değişiklikler veya devrimci kopuşlar da sorunsal değişmeleriyle birlikte olmaktadır. Bu bağlamda Marx’taki kopuş, hümanist sorunsaldan bir kopuş olarak, ideoloji ile bilim arasındaki bir kopuştur. Althusser’e göre genç Marx’ın düşüncesi ideolojiyle yüklüdür; oysa Kapital’in yazarı olgun Marx bilimseldir.

Althusser’in bütün düşünce hayatı felsefe, ideoloji ve bilim kavramlarını açıklamaya ve bunlar arasındaki ilişkiyi kavramaya yönelik olmuştur. Başlarda diyalektik maddecilik, yani felsefe ve tarihsel maddecilik, yani bilim ikilisini teori başlığı altında toplayan Althusser, Marksizm’i bilimselliğini bozan ideolojilerden, özellikle hümanizmden arındırmaya çalışır.

Hümanizm, teorik bir açıklama temeli oluşturmayan soyut bir insan kavramından hareket ettiği için Althusser’e göre bir ideolojidir. Oysa Marx, “analiz yöntemim insandan hareket etmiyor; belli bir dönemden hareket ediyor” demiştir ve teorisini insandan değil, bir toplumsal formasyonu oluşturan üretim ilişkilerinden hareket ederek kurmuştur. Marx, insanı içinde yaşadığı toplum bağlamında ele alır. Zira insan, bağlı olduğu tarihsel dönemdeki toplum tarafından şekillendirilmektedir. İnsanın soyut, toplumsallığından ayrı bir özü yoktur. Marx’a göre insanın özü, toplum tarafından şekillendirilen tarihsel ve maddi özelliklerdir. Dolayısıyla insanın özü sabit değildir, değişir. Marx, insan doğasının ihtiyaca dayalı tanımına da karşı çıkar. Önemli olan ihtiyaçlar değil, belli bir tarihsel dönemde ihtiyaçların giderilişinin toplumsal içeriğidir. Bu bağlamda önemli olan açlık değil, açlığın doyurulma biçimleridir.

Marx “ihtiyaçları”yla tanımlanan insanın temel bir veri olarak alındığı politik ekonomiye de karşı gelerek, ekonomik olayların belirlenmesinde ve oluşmasında üretim tarzı ile belirlenen temel bir yapının varlığını öne sürmüştür. Bu yapı üretim ilişkileri ile üretim güçlerinin birliğinden oluşur. Marx, tarihsel maddeciliğin orijinal bakış açısından yola çıkarak, insanların üretimin temel özneleri olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla tarihi yapanlar insanlar değildir. Bu yüzden tarihsel materyalizm tarihi öznesiz bir süreç olarak ele alır. Bunun devrimci sonucu insan fetişizminden kurtulmuş bir bilim kurmaktır. Marx’ın düşüncesindeki epistemolojik kopuş işte böyle başlamıştır. Bu kopuş, temelinde Feuerbach’tan miras alınan felsefeye özgü hümanizmden ve bu hümanizmin başvurduğu soyut insan kavramından kopuştur. Marx’a göre, Feuerbachçı anlayışta kalırsak, insanları belirli toplumsal ilişkileri içerisinde, onları oldukları şeye dönüştüren maddi hayat koşulları içerisinde ele almazsak tarihsel olayları ve toplumsal olguları anlayamayız. Bu bağlamda hümanizm bilimsel gerçeği perdeleyen bir ideolojidir ve tarih biliminden temizlenmelidir.

Althusser’e göre, Marx yeni bir bilim kurmuştur: “toplumsal oluşumlar”ın tarihinin bilimi. Bu bir bilimsel devrimdir. Thales’in matematiği kurmasının Platoncu felsefenin doğuşuna yol açması gibi, Galileo’nun fiziği kurmasının Kartezyen felsefenin doğuşuna yol açması gibi, Marx’ın tarih bilimini ya da tarihsel maddeciliği kurması da teorik ve pratik anlamda devrimci yeni bir felsefenin, diyalektik maddeciliğin doğuşuna yol açmıştır. Nitekim büyük felsefi devrimlerden önce her zaman büyük bilimsel devrimler gelir.[5]

Althusser’in Marx okuması Marksizm’i metafizik düşünceden bir arındırma girişimi olarak da okunabilir. Nitekim onun çalışmaları, Batı metafiziğine karşı güçlü bir eleştirinin imkânlarını araştırır. Balibar’ın Marx İçin’e “Önsöz”ündeki yerinde tespitiyle, Althusser’in düşüncesi sonuçları itibarıyla Marksizm’in yapıçözümüne kadar götürülebilir.[6] En basitinden, bir bilim olarak Marksizm’i kavrama girişiminde semptomatik okuma, bir eleştiri olarak Marksizm’i kavrama girişimi bağlamında düşünüldüğünde yapıçözümcü okumayla arasında bir ilişki aranabilir.

Semptomatik okuma ile yapıçözümcü okuma arasındaki ilişkiye dair en güçlü vurgu Derrida’nın kendisinden gelmektedir. Derrida bir söyleşisinde, “Marx’ın Hayaletleri, eğer istenirse, gerçekten bir tür Louis Althusser’e saygı olarak okunabilir. (…) –ve hiç şüphesiz, ona atfedilmiş bir söz olarak, onunla yaşadıklarımın bir tür ‘ölümsüzleştirilme’si olarak okunabilir,” derken[7] âdeta Balibar’ın yaptığı tespiti doğrulamaktadır.



[1] Pascale Gillot, Althusser ve Psikanaliz, çev. Nami Başer, Epos Yayınları, 2009, s. 11.

[2] Etienne Balibar, “Önsöz”, Marx İçin içinde, çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, 2002, s. 6. 

[3] Etienne Balibar, “Önsöz”, s. 7.

[4] Louis Althusser, Marx İçin, çev. Işık Ergüden, İthaki Yayınları, 2002, s. 25.

[5] Louis Althusser, Marx İçin, s. 314-315.

[6] Etienne Balibar, “Önsöz”, s. 18.

[7] Jacques Derrida, Gün Doğmadan, çev. Kenan Sarıalioğlu, Dharma Yayınları, 2006, s. 141.