İktidarın kanaat distribütörleri, Gezi isyanını ve devamındaki protestoları 27 Mayıs heyûlasıyla açıklıyorlar. 27 Mayıs öncesinin darbeye meşruiyet zemini hazırlayan gösterilerinin yeni zamanlardaki kopyasını görüyorlar bu protestolarda. Başbakan, 12 Eylül yıldönümündeki konuşmasında, “darbe” vesilesiyle yine sözü buraya getirdi: “Bugün yaşananlarla o gün yaşananlar birbine tıpatıp benziyor”du. Gazetelerin başlıkları, köşe yazıları, her şey tıpatıp aynı idi ona göre. “Bana her şey seni hatırlatıyor…”
İnsanların gaz fişeğiyle öldürüldüğü, polis-halk işbirliğiyle linç edildiği somut vakaları, 27 Mayıs atmosferinde “düşükleri” itibarsızlaştırmak için ortaya salınan dehşetengiz “kıyma yaptılar, köpeklere yedirdiler” rivayetlerine benzetmenin ahlâkı hakkında konuşmak zuldür. Sokağa çıkan her muhalefeti darbecilikle damgalayan müstebit akıl hakkında da konuşmayacağım. “Masum öğrenci olaylarını” eskiden komünizmin nüvesi diye karalarken şimdi darbe provokasyonuna hamletmekteki ezelî devamlılıktan söz etmeyeceğim. Bunlar gayet açık seçik.
27 Mayıs benzetmesine saplanması (“tıpatıp benziyor… tıpatıp aynı”), AKP iktidarının meşruiyet algısını temsil ediyor: Askerî vesayete karşı seçimle gelen iktidarın meşruiyetine indirgenmiş, muhalefeti ve aslında politikayı men eden bir çoğunlukçuluğa dönüştürülmüş bir demokratizm… Buna bağlı olarak, sahici bir tehdit algısını da temsil ediyor bu saplantı. Defalarca yasaklanmış, partisi kapatılmış bir siyasî gelenekten gelen kadroların tehdit algısı, elbette sahicidir. Kısacası, “Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, [Erdoğan’ı] yedirtmeyiz” sloganında patetik doruğuna varan 27 Mayıs benzetmesinin temsil ettiği tehdit algısı, bir realitedir ve ‘samimidir’[1]. Mısır’daki darbe de bu ‘27 Mayıs efektini’ kuvvetlendirmiş, kuvvetlendirmeye yaramıştır. Ama 27 Mayıs heyûlası, bu tehdit algısını sadece yansıtarak değil, bir meşruiyet kozuna dönüştürerek de temsil ediyor.
Gezi isyanı tecrübesinde, 27 Mayıs tehdidinin, ders çıkartılacak bir tecrübe olarak da temsil yeteneği kazandığını düşünüyorum. Zira 27 Mayıs’a, sadece Orduyu da içeren –veya Ordunun müdahil olduğu- muhalefeti ve işin darbeye varmış olmasını sorunlaştırarak değil, Demokrat Parti iktidarının zaafını da sorunlaştırarak bakıyorlar. Sanırım, AKP’nin iktidara yerleşme sürecinde kazandığı göreli özgüvene bağlı olarak, daha çok bu yanından bakıyorlar. Menderes’in zaafına bakıyorlar. Menderes’in muhalefeti yeterince ezmemiş, sahiden ezmemiş olmasındaki gafleti görüyor ve “işte!” diyorlar.
Geçen hafta başlayan bir televizyon dizisi, opera sanatçısı Ayhan Aydan’la Adnan Menderes’in aşkını anlatıyor: Ben Onu Çok Sevdim. Milyonlarca insanın yanında, İslamcılar da Menderes’i çok sevmişlerdi. Büyük mürşitleri Necip Fazıl, Benim Gözümde Menderes kitabında[2], ilan-ı aşk, ağıt ve sitem arasında gidip gelerek yâd eder onu. Sitemi: Sağlam durmadığı, “abes derecesine kanuna bağlı kaldığı”, bu yüzden “demokrasinin saldığı mikrop” dediği muhalefeti yok etmediği içindir. Menderes, iktidara gelir gelmez devr-i sabık ilan etmeli ve öç almalıydı Üstad’a göre; sonra da muhalefet kıpırtılarını haşarat gibi ezmeliydi. Kendisine aktif destek verecek, gerekirse sokakta güç oluşturacak milliyetçi-muhafazakâr örgütleri kayırmalıydı; oysa o tersine onları yıldırmıştır (milliyetçi-muhafazakar çatı örgütü Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasından yakınılır hep)… İktidarsızlık meselesinden konuşulup da lâfın erkekliğe gelmemesi mümkün mü? Necip Fazıl, iktidarsızlığına can-ı gönülden üzülürken bir yerde “hünsâ”[3] da der Menderes’e.
“Dik dur eğilme” sloganını çıkartan zihnin gerisinde, Necip Fazıl’ın bu Menderes siteminden çıkartılan dersi görmek zor değil. İktidarın kahhar ve müntekim yüzünü göstermek, beka davasıdır böyle bakınca. Şiddet, daha çok şiddet, iktidarsızlık korkusunun ilacıdır. Menderes’in durumuna düşmemek demek, başka her şeyden önce, muhalefeti ezerken elini ürkek alıştırmamak, “sokağa pabuç bırakmamak” adına sokakta kıpırdayan her şeyi gaza, tazyikli suya boğmak demek olur.
Necip Fazıl’ın Menderes’e siteminin önemli bir kalemi de, kayıtsız şartsız arkasında duracak, kavgacı, hakikati gün be gün yeniden inşa edecek bir basın kuvveti oluşturmaktaki ihmalineydi. Kendisine bir türlü kâfi miktarda ödenek tahsis edilmediğini kast ediyordu. Bugünleri görse, sevinçten “cinnet mustatiline” girerdi. Artık ödenek yardımları falan değil, tam teşekküllü medya kompleksleri emre amâdedir.
Sevilen, özdeşleşilen, kaderinden ürperilen kişi Menderes’tir ama 27 Mayıs korkusunda, AKP iktidarının gönlü aslında belki farkında bile olmadan DP’nin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’a kaymıyor mu aslında? DP’nin devletlû yüzünü temsil eden, “masonların, dönmelerin” başı diye, “komitacı” diye karalanan Celâl Bayar’a? Meşhur anekdottur: 27 Mayıs arefesinde protesto gösterileri karşısında ne yapmak gerektiğini danışmak üzere huzura çağırılan Prof. Başgil’in seçime gitme telkininde bulunmasına ve Menderes’in de buna yatkın görünmesine Bayar “tenkil”[4] diyerek karşı çıkmıştır. Protestoları kimsenin gözünün yaşına bakmadan bastırmak, devletin sert yüzünü göstermek gerektir Cumhurbaşkanına göre. Yani o vakit “Dik dur eğilme”ci olan, Bayar’dır. Bugünkü iktidarın kışkırttığı polis şiddeti, Menderes’in kötü kaderinin karanlığını, Bayar celâliyle dağıtma gayretidir.
AKP, kendini “yeni” olarak gördüğü ve göstermeyi istediği sıralar, muktedir bir hükümet olma gayretinde iken, DP’nin “Yeter, Söz Milletin” sloganının, mazlumluğun ve “demokrasi kahramanları” silsilesinin ilk halkası saydığı Menderes’in romantizmini yapıyordu. Şimdi, kendini iktidara yerleşmiş sayar ve ona sıkı sıkı sarılırken, -Menderes’i yâd ededursun-, aklı Celâl Bayar’ın, devletin esas sahibinin aklıdır.
27 Mayıs iltibâsının[5] tekinsizliği, sadece darbe çağrıştırmasından değildir.
[1] Samimi kelimesini tırnak içine almamın manasını, Birikim’in 293. Sayısındaki “Bu ne samimiyet?” başlıklı yazımdan çıkarabilirsiniz.
[2] Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Menderes, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1970.
[3] Çift cinsiyetli, er-dişi. Necip Fazıl, agk., s. 414.
[4] Topyekûn yok etme veya ibret olacak şekilde sert cezalandırma.
[5] Fazla benzerlikten ya da başka türlü bir anlamlandırmanın mümkün olmasından ötürü doğan muğlaklığa veya başka bir şey benzetilmekten doğan şüpheye, tereddüde iltibâs deniyor. Bkz. Daryush Shayegan, Melez Bilinç, çev. Haldun Bayrı, Metis Yayınları, İstanbul 2013, s. 21.