Seymour Hersh ve Amerikan Beyni
Susie Day (çev: Emrah Göker)
Sevgili New Yorker Dergisi,
Seymour Hersh’in “İran Planları: Başkan Bush Tahran’ı Engellemek İçin Savaşa Gider mi?” başlıklı makalesini basmaya cüret ettiniz. Az önce şu paçavranızın 17 Nisan nüshasını karşı duvara fırlatmış bulunuyorum. Sizin yüzünüzden Hummel koleksiyonumdaki çoban biblosunu kırdım – bana bunu ve dergi abonelik bedelini borçlusunuz, kafasız dangalaklar sizi.
Konuya döneyim. Seymour Hersh yazısında Beyaz Saray’ın zenginleştirilmiş uranyum depolarını vurmak için nükleer sığınak avcısı bombaları kullanarak İran’a karşı bir başka savaş açmayı planladığını söyleyen bazı kaynakları aktarıyor. Çok öfkelendim. Bunun “deneyimli”, “cesur” bir “gazeteci” tarafından barış hareketini canlandırmak için tezgahlanan bir numara olduğunu görmüyor musunuz?
New Yorker, nerede kaldı gazeteci etiğiniz? “Karşı taraf”ı da dinlemek için didinen dengeli, nesnel haberciliğe ne oldu? Eyvallah, savaş berbat bir şey. Tamam, bir ülkeyi daha bombalayacak olursak ABD uzun vahşetler listesine bir tanesini daha eklemiş olacak. Ama “nükleer” silahlar diyorsunuz? Lütfen. Hersh’in gizli kaynaklarından biri “mantar bulutları, radyasyon, kitlesel ölümler ve uzun yıllar sürecek kirlenme” gibi şeyler gevelediği zaman çığlık atmak istiyorum: NÜKLEER SİLAHLAR YERYÜZÜNDE HAYATIN SONA ERMESİNE SEBEP OLMAZLAR. Nükleer reaktörler de öyle.
Aynen “HIV AIDS’e neden olmaz” kadar basit, sevgili New Yorker. Başka faktörler de var. Yüz binlerce masum insanın ölümü pek çok şeye bağlanabilir: gıda zehirlenmesi, yaşlılık, toplu bir sağlık planının olmayışı, kitlesel intihar, Mahşer, ya da başka bir gezegenden gelip insanların diz kapaklarını kemiren istilacı, kana susamış tarla fareleri olabilir. Ama nükleer felaket? Hah, hah.
Tamam, 1960’larda ve 70’lerde büyük bir nükleer karşıtı hareket varken silahlanma yarışına, kanser ve lökemiye, genetik mutasyona ve dünyayı harabeye çevirecek, dev, geri dönüşsüz bir “nükleer kış”a karşı isyan etmek “gerekli” idi, bunu teslim edebilirim. Toplumsal Sorumluluk Yanlısı Doktorlar’ın kurucusu Helen Caldicott bize ABD’nin ve diğer büyük-bilimci ülkelerin dünyayı birkaç defa yok edebilecek binlerce atom bombası yaptıklarını; her bir 1000-megawatt’lık nükleer santralin 1000 tane Hiroşima boyutunda bombanın toplamı kadar radyoaktif serpinti ihtiva ettiğini; bu serpintinin temizlenmesinin 5 milyon yıl süreceğini anlattığında haliyle endişeleniyorduk.[1] Hâttâ TV talk show’larında barış yanlısı bir anne olarak çıkıp bizi bebeklerin dişlerindeki strontium 90 hakkında uyaran Sally Field’ın şirin gözüktüğünü bile düşünüyorduk.
Ama o dönem geride kaldı. Bugün geriye bakıp hayli yol katettiğimizi görebiliriz. Meselâ 1961’de Başkan Kennedy şöyle demişti: “bu gezegenin her sâkini, gezegenin yaşanamaz hale gelebileceği bir zamanı düşünmek zorundadır. Her erkek, kadın ve çocuk Demokles’in nükleer kılıcı altında yaşamaktadır.” Şimdi, Başkan Bush’un böyle bir şey söyleyebileceğini tahayyül edebilir misiniz? Hayır! Gördüğünüz gibi, bayağı yol katetmişiz.
Bugün endişelerden uzak olmamızın bir nedeni de şu bilimsel keşiftir: Tipik bir Amerikan beyninin, tamamen devre dışı kalmadan önce, toplu imha felâketi hakkındaki algısı sadece 2.06 saniye sürer, hemen sonra da beyin, güvenilir Marka İsimleri olan kitlesel tüketim ürünlerine kolay erişim yoluyla üretilen endorfinler salgılamaya başlar. Bu tepki, Amerikan beyninin “felâket”, “çılgınlık” ve “telafi edilemez” gibi saçmasapan barışsever sözcükler duyduğunda kendi kendini topyekün iyileştirebilmek için geliştirdiği evrimsel bir özelliktir. Bu özellik ayrıca ağırlıkla bilinçdışında işleyen, adına “Nükleer İnkârcılık” diyebileceğimiz geniş bir harekete de zemin hazırlamıştır. Nükleer İnkârcılık, solcu aydınların hiç bir şey yapmazsak kaçınılmaz olacağını söyledikleri felâketten biz Amerikalıların kendimizi korumak için bulduğumuz tek yoldur.
Sevgili New Yorker, Nükleer İnkârcılık işe yarıyor. Yüreklerinde Tanrı korkusu olan Amerikalılar kapı gibi sağlam bir toplumsal sözleşme yarattılar: Bu sözleşmeye göre, ABD’nin nükleer bombalar kullanmasını – ve böylece diğer katil ruhlu manyakları da aynısını yapmaya teşvik etmesini – görmezden gelerek nükleer savaşı GERÇEKTEN önleyebileceğimize inanıyoruz!!! Buna karşı Helen Caldicott, E. P. Thompson, Jonathan Schell, ve evet, Seymour Hersh gibileri nükleer savaşı, hakkında carcar konuşarak teşvik ediyorlar!
Aslında benim gibi, Tahran’ın veya New York’un radyoaktif kirlenmeye, ısısı 900 dereceye, rüzgar hızları saatte 200 km’ye varan yangın fırtınalarına [2] gömülmüş hallerini tahayyül etme kabiliyeti olmayan insanlar olmasaydı, Bay Hersh büyük ihtimalle bir daktiloyu kaldırmaktan bile aciz bir şekilde bütün vücudunda radyasyon yanıklarıyla bir hastane yatağında yatıyor olurdu.
Bir kez olsun, New Yorker, gerçek bir araştırmacı habercilik örneği sergileyin: Siz bu mektubu okurken herhangi bir yerde nükleer bir patlama OLDU MU? Etrafınızdaki insanlarda iyileştirilemez organ hasarı ya da genetik hasar meydana GELDİ Mİ? Hayır. Bunun sebebi herhangi bir nükleer kaza olmamış olması değil. Ortadan hiç uranyum kaybolmamış olmaması da değil. Bunun sebebi sizin Amerikan beyninizin ortada yaşam diye bir şey kalmadığı bir vaziyeti tahayyül edebilmesinin imkânsız olması. İpso facto, böylece: “Düşünmüyorum, öyleyse vuku bulamaz.” Buna Descartes derler, sizi aptal kazmalar.
Kısacası size önerim, Seymour Hersh’i, dünya üzerindeki yaşamın en az bir on yıl daha süreceğini varsayan herhangi bir konuya, meselâ refah sistemi reformu veya eşcinsel evliliği gibi daha insansever davalara yönlendirin. Bilgisayarı başında bir başka savaşı önlemek için reçeteler yazan Hersh manzarası, az önce belirttiğim gibi, akıllara ziyandır. Ayrıca Hummel koleksiyonumu da tehlikeye atıyor.
NOTLAR
[1] Helen Caldicott, Nuclear Madness, 1978, yeni baskı 1994, WW Norton & Company, Inc., New York, NY, s. 29, 30.
[2] Marc Pilisuk, Nuclear Madness, Common Dreams.
[Bu yazı MRZine web sitesinde 2 Mayıs 2006’da yayımlanmıştır.]