Raleigh’teki Kuzey Carolina Devlet Üniversitesi’nde Felsefe Profesörü olan Tom Regan, ABD’nin en tanınmış hayvan hakları savunucularından biridir. Regan bu metinde, hayvanlara kötü muameleyle suçlanan bir laboratuvara federal bütçeden fon ayrılmasını protesto etmek üzere yapılan bir oturma eylemiyle ilgili deneyimini anlatıyor. Regan, bu tarz sivil itaatsizlik eylemlerinin kamuoyuna güçlü bir mesaj ilettiğini savunuyor: Kendilerini davalarına adamış bir grup insanın, hayvanlara yönelik zulme son vermek için tutuklanmayı göze almış olması...
Gandhi’ye çok şey borçluyum. Onun düşüncesi ve hayatıyla teşkil ettiği örnek yaşamımı değiştirdi – şimdi bile, arzu ettiğim gibi bir insan olmaya çalışırken, beni değiştirmeye devam ediyor. Gandhi bugün yaşıyor olsaydı, benim adım da onun izleyicileri arasında olurdu. Kimbilir, belki de zaten öyledir.
Onun ideallerine kendimi adamam, vejetaryan olma kararımla başladı. Bu hep beni bir adım öteye, sonra bir adım daha öteye götürdü, götürüyor.
ULUSAL SAĞLIK ENSTİTÜLERİ PROTESTOSU
Haziran 1985’te Ulusal Sağlık Enstitüleri yerleşkesinin 39 numaralı binasının dokuzuncu katındaki idarî ofisler şiddet içermeyen yöntemlerle işgal edildi. Bu klasik oturma eylemini tetikleyen etken, Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin, Pennsylvania Üniversitesi’ndeki Kafa Yaralanmaları Laboratuvarı’na malî desteğini kesmeyi reddetmesiydi. Bu laboratuvarda “araştırma” adı altında yapılanlar, Unnecessary Fuss adlı filmde ifşa ediliyor. Orada gördükleriniz, bilime ve insanlığa kara bir leke sürüyor. Buna rağmen, Ulusal Sağlık Enstitüleri, protestoları geçiştirmeye karar vermişti. Laboratuvar işine devam ediyordu.
Ben Ulusal Sağlık Enstitüleri’ndeki oturma eyleminde yer alan yüz bir sivil itaatsizden biriydim. Orada dört gün kaldık. Eylem bittiğinde hiçbirimiz tutuklanmadık ve Ulusal Sağlık Enstitüleri, Penn Laboratuvarı’na ayrılan fonu bir sonraki soruşturmaya kadar askıya alma kararı aldı. Bu süre zarfında bütün fonlar durduruldu ve laboratuvar kapatıldı. Bu eylemin gerisinde, 13 aylık yoğun bir aktivizm ve o güne kadar yasayla başı derde girmemiş 100’den fazla insanın tutuklanma riskini göze alma kararı yatıyordu. Hepsi, küçük bir zafer içindi. Bir laboratuvarın kapatılması için ve bu, maymunların bilim bürokrasisine teslim edilmesi anlamına gelse bile... Şimdi onlar, şu ya da bu amaçla, şu ya da bu laboratuvarda tutuluyorlardır - muhtemelen çoktan ölmüşlerdir.
Bütün o çaba, zaman, para ve gerginlik: Buna değdi mi? Doğru cevabı kanıtlayabileceğimiz bir yol var mı, bilmiyorum. Belki de yapabileceğimiz en iyi şey, tarihin bu kesitinde rol oynamış insanlara, 39 numaralı binada yürüdükleri sırada Hayvan Hakları Hareketi Marşı’nı söylerken ne düşünüp ne hissettiklerini sormak olacaktır.
Biz hayvanlar adına konuşuyoruz,
Onların acısı bizimkiyle bir.
Biz hayvanlar için savaşacağız,
Onların hakları kazanılana kadar.
Hepimizin gözleri yaşlarla dolmuştu. Tesellinin ve gururun, umudun ve merhametin, sevginin ve dostluğun gözyaşları... Hayvan hakları davamızı kamuya duyurmak için birleşmiştik. Tutuklanma riskini göze almıştık. Herbirimiz, kendilerine seçme hakkı tanınmamış olanlar için acı çekmeye gönüllü olduğumuzu kanıtlamıştık. Eğer o gün önümüzde bir dağ olsaydı, onu bile yıkabilirdik!
Peki buna değdi mi? Bence cevap, o yüzü aşkın insanın haykırdığı bir “Evet!” O gün, hayvan hakları hareketinin görev anlamına geldiğini tüm dünyaya gösterdik. Savaş hatları daha önce hiç o kadar net çizilmemişti. Bizim içsavaşımız resmen ilan edilmişti. Sivil bir yolla yürüteceğimiz bir içsavaştı bu...
O savaş devam etmeli. Edecek de... Hayvan hakları mücadelesi yeni başladı - en güçlü silahımızın kullanılması da: Sivil itaatsizlik... Gandhi bizimle gurur duyardı.
Ancak, bir uyarı: Sivil itaatsizlik hassas bir silahtır. Yanlış bir yerde veya şiddet kullanmıyor gibi görünen şiddet yanlısı insanlar tarafından kullanılırsa, keskin ahlakî ucu körleşir ve kırılabilir...
SİVİL İTAATSİZLİĞE AKILLICA BAŞVURMA
Sivil itaatsizliğin güçlü bir destekçisiyim. Kendim de bu tarz eylemlere katılıyorum. Fakat sivil itaatsizlik akıllıca kullanılmalı. Hareketin tamamı bundan ibaret olamaz. Demek istediğim, hareket bundan fazlası olmalı, çeşitlilik içermeli. Sivil itaatsizlik temelde kamuoyunda ses getirme amacı taşır, kamuoyuna yönelik bir taktiktir....
Ben bir Gandhiciyim. Harekete de bu şekilde katıldım, Gandhi sayesinde. Toplumsal adalet için yola çıkan her harekette sivil itaatsizlik olmalı. Gandhi bunun ustasıydı. Ancak onunkisi, sivil itaatsizlikle ilgili keskin bir yaklaşım değildi. Böyle bir yaklaşım hiçbir şey kazandırmaz.
BİR KİTLE HAREKETİ
Hayvan hakları hareketine bir kurtuluş hareketi olarak kendini gerçek anlamda adamış insanlara giderek daha fazla para aktarıldıkça, hayvanlar için daha önemli zaferlere, acının ve katliamın azaldığına tanık olacağız. Ana-akım medyada, bir kitle hareketine özgü belirgin işaretler görmeye başlayacağız - bildiğimiz korumacı hayvan refahçısı bürokratlarınkinden farklı bir davaya yönelen binlerce, sonra milyonlarca insan, sokaklara çıkıp hayvanların sömürülmesine ve katledilmesine son verilmesini talep edecek, laboratuvarları ve mezbahaları işlemez hale getirecek, avcılığı ve rodeoları engelleyecek... O gün geldiğinde, hayvan kurtuluşu amacımız kelimenin tam anlamıyla gerçeğe dönüşmeye başlayacak.
Yani, sivil itaatsizliği savunuyorum dediğimde, akıllıca ve ustalıkla başvurulmuş sivil itaatsizliği savunuyorum demek istiyorum. Kazanım elde edilebilecek bir mesele söz konusu olmalı. Biz bu kazanım adına insanların tutuklunma riskini göze almaları gerektiğini söylüyoruz. Eğer biz sokağa çıkıp sadece belli bir laboratuvarda yapılan işleri protesto eder ve tutuklanırsak, kamuoyunun dikkatini biraz çekmiş oluruz ama hiçbir şeyi değiştirmemiş oluruz, çünkü hedef aldığımız bir odağımız yoktur.
Sivil itaatsizlik, bir kampanyada amaçladığımız şeye yönelik olmalı, ama kampanyanın kendisi bundan ibaret olmamalı. Diğer bir deyişle, bu gene, Gandhi’ce bir şey olmalı. Yapmaya çalıştığımız, muhalefetle işbirliği etmek. “Biz bunu yapmak istemiyoruz, istediğimizi buna başvurmadan elde etmenin yolunu bulmak istiyoruz,” vb. Ve ardından –hepsi başarısız olursa– o zaman sivil itaatsizliğe başvururuz. Kampanyada bu son seçenek olmalı, ilk değil. Her şeyden önce, bir kampanyamız olmalı. Yani bir stratejiye sahip olmak zorundayız, bir vizyona sahip olmak zorundayız, odaklanacağımız bir hedefe. Ne istediğimizi bilmek zorundayız...
KAMUOYUNDA SES GETİRMENİN ÖTESİNDE
Ancak, kamuoyunda ses getirmek uğruna keskin bir sivil itaatsizlik yaklaşımını benimsemek, kendimizi medyanın ellerine teslim etmek anlamına gelir. Halkın hareketi algılayışı, medyanın hareketi algılayışıdır. Bu nedenle, eğer biz sürekli sadece protesto etmek için sokağa çıkarsak ve bir avuç insan tutuklanırsa, bu aslında “tipik radikal hayvancı çatlaklar” olarak görülmemize yol açabilir, halk da bizde bunu görür.
Ulusal Sağlık Enstitüleri’ndeki sivil itaatsizlik eylemi, sivil itaatsizlikten nasıl yararlanacağımız hakkında bir reçete olmalı. Hayvan hakları hareketi söz konusu olduğunda, yerleşik araştırma kurumu ve kamuoyu üzerinde bunun kadar ciddi bir etki yaratmış başka bir sivil itaatsizlik vakası aklıma gelmiyor.
Sivil itaatsizliğin kamuoyunda ses getirmekten öte bir şeyler başarması için, halkın sempatisini, empatisini ve moral desteğini kazanmak zorundayız. Bizi izleyen insanlar sonunda şunu diyebilmeli: “Bence bu insanlar haklı.” Bu da, Martin Luther King Jr.’ın çok iyi becerdiği, Gandhi’nin de özellikle usta olduğu bir şey. Nihayet, politikacılar, iktidara sahip insanlar, halkın çoğunluğu, protestocuların haklı olduğuna inanır. O zaman biz konuşuruz, o zaman biz güce sahip oluruz...
VANDALİZME KARŞI
Ben vandalizme birçok nedenle karşıyım; bunlardan biri de, bunun kötü bir strateji olması. Bir laboratuvarı tahrip ettiğinizde, kamuoyuna yansıyan hikâye bu olur. Bu hikâyeye, laboratuvarda ne olduğu veya hayvanların ne durumda olduğu yansımaz; bu, “vandallar içeri girdi ve hayvanları çaldı” hikâyesidir. Bu da, araştırma kurumlarının eline koz verir. Biz Ulusal Sağlık Enstitüleri’ni terk etmeden önce yerleri süpürdük, camları sildik, her yeri cilaladık. Orayı olabileceği kadar temiz bıraktık. Bütün afişlerimizi vs. indirdik, sprey boya kullanmadık. Bu tarz şeyler sadece zarar verirdi. Biz, oturma eylemi yapan sıradan Amerikalılardık - böyle bir görüntü arz etmek ve böyle olmak çok önemlidir.
Bununla birlikte, bence hayvanları özgürleştiren insanlar için en doğru strateji ve psikoloji, bunu yapan insanlar olarak ortaya çıkmaları ve kendilerini göstermeleridir. Bu, gerçekten zor bir şey ve biliyorum, birçok insan benden bu noktada ayrılacak.
Ancak, bunun stratejik ve psikolojik açıdan doğru olmasının nedeni şu: bunu yapan insanlar, bir laboratuvara girdiklerinde kendilerine güvenlerinin tam olduğu, ifşa edecekleri şeyin kamuoyunun fikrini değiştirmek bakımından çok etkili olacağını bildikleri ve halkın onlara sempati besleyeceğinden emin oldukları mesajını verirler. Ortaya çıkıp “Bunu yapan bizdik,” demeleri, işte gerçek sivil itaatsizlik budur. Ortaya çıkıp “Bizi cezalandırın,” demeleri… Ortada, sistemin inkar ettiği, örtbas ettiği korkunç bir durum var ve bu insanlar tutuklanmayı, yargılanmayı ve hapse girmeyi göze alıyorlar. Bence bu, bu tarz aktivistlerin yüzleşmek zorunda oldukları bir bedel.
HAPSE GİRMEYE HAZIR OLMAK
Aktivistler gerçekten hareket için en önemli işlevi yerine getirecekse, yani hikâyenin devam etmesini sağlayacaklarsa, bu tarz sivil itaatsizlik en doğru stratejidir. Şimdi olduğu gibi, birileri bir yere izinsiz girer, orada yapılanlar ifşa edilir, yayılır, sonra unutulur. Peki hikâye nasıl devam edecek? Hikâyeyi sürdürecek olan, birinin cezalandırılmasıdır. Hikâye böyle canlı kalır. Doğru strateji budur. Ve bu hikâye halka şöyle der: “Devlete güvenemezsiniz. Araştırmacılara güvenemezsiniz. İşte biz buradayız, sisteme karşı ayaktayız. Araştırma kurumları hayvanlara o kadar kötü şeyler yapıyor ki, biz buna karşı çıkmak uğruna hapse girmeye hazırız.”
Janelle Rohr, Animal Rights, Greenhaven Press , San Diego, 1989