Mısır'ın İlerlemecileri Neden Kazanıyor?

6 Şubat 2011 günü Mısır’ın alelacele atanan Başbakan Yardımcısı Ömer Süleyman, Müslüman Kardeşler’in İşadamı Kanadı da diyebileceğimiz aşırı tutucularla, Mübarek’in başbakanlık sarayındaki gülağacı kaplamalı bakanlar kurulu odasında gayet resmî bir şekilde toplandı. Bu çay partisinin amacı ulusal çaptaki ayaklanmayı sonlandırıp “normal” bir durumu yeniden yaratmanın yollarını tartışmaktı. Toplantı haberleri duyulduğunda blogosferi sevinç ve korku mesajları kapladı. Hem solun hem sağın kabus senaryosu gerçekleşmek üzere miydi? Amerika/İsrail vekili Süleyman, askerî-polis aygıtlarını eski İslamcı hareketin muhafazakar kanadının güçleriyle birleştirir miydi? Haberleri duyan İran Dinî Lideri hemen tebriklerini yolladı. Amerika’dan Glen Beck ve John McCain ise dünya savaşları ve Kozmik Hilafet’in önlenemez yükselişi hakkında hararetle atıp tuttular.

Aynı gün, ismi belirtilmeyen bir Beyaz Saray yetkilisi Associated Press’e dikkatini Müslüman Kardeşler’e yoğunlaştırmayan ve tüm bu hadise içersinde onları ana aktör olarak görmeyen her “akademik minvaldeki” yorumcunun “saçmaladığı”nı [“full of shit”] söyledi. Görünüşe göre Beyaz Saray, Mısır İstihbarat Servisi Şefi Süleyman’ın güvenebilecekleri bir beyin olduğunu düşünüyordu. Süleyman’la 3 Şubat’ta yapılan bir mülakatta, “istihbarat”ın damgası açık ediliyordu: Süleyman, Mısır’daki ayaklanmayı İsrail ile Hamas, El Kaide ile Anderson Cooper ortak cephelerinin geliştirdiği bir komploya bağlayabiliyordu. Süleyman’ın, The Simpsons dizisindeki C. Montgomery Burns karakterinin de tüm bu olaylarla nasıl bir ilişkisi olduğunu anlatan bir raporu olduğu da doğru mu peki?

Süleyman-Kardeşler çay partisinin gerçekte Nile TV News’un bir başka marifetinden fazla bir şey olmadığı ortaya çıktı. Bu ilginç kablolu televizyon kanalı geçen hafta, prodüksyonları Mübarek’in Başkanlık Ordusu’nun sanatsal dehası tarafından gerçekleştirilen oldukça Murdoch-vari bir propaganda birimine dönüştü. Süleyman’la Kardeşler’in baş başa görüntüleri tam da Mısır’da Süleyman’ın meşruluğu ve akli dengesinin sorgulandığı ve muhalefetin bir fraksyonunun bir fraksyonu olan bu grubun ihtimali pek yüksek olmayan bir dönüş yapmaya çabaladığı bir zamanda yayınlanıyordu. Süleyman’ın hangi Kardeş’le oturduğu konusunda kafa patlatan muhabirler ayaklanmayı başlatan hâlâ artmaya devam eden gücünü görmezden gelmeye ya da yanlış anlamaya devam etti. Çoğu ilerlemeci, Amerika’nın tüm umutları söndürmek için Süleyman’la planlar yaptığını düşünmeye devam etti – sanki Amerika’nın daha sonra tekrar Amerikan ordusundan yapılacak alımlar için kullanılarak geri döneceği belli olan 1.5 milyon dolarlık cılız yardımın; Rusya, Çin ve Brezilya gibi ülkelerle her ay milyon dolarlık anlaşmalar yapan ve Mübarek’in kişisel hesabına tahminî olarak 40-70 milyon dolar geçirmiş bir rejim üzerinde yaptırım gücü olabilirmiş gibi.

7 Şubat’ta 1.5 milyonun sokağa dökülmesi –ayaklanmanın şu ana kadar gördüğü en büyük hareketlilik– Nile TV ve pesimistleri haksız çıkardı. Kardeşler’e odaklanan yorumcular, geçen iki günün gerçek haberleri tamamen ıskaladırlar. İktidardaki Ulusal Demokrat Parti’nin liderliği içten çökertildi. Hayalî otoritesini umutsuzca kurtarmaya çabalayan Mübarek, oğlu Cemal ve Amerika ilişkili bir grup işadamını aslanlara yem olarak attı; istifa etmelerini zorladı ve tüm çıkarlarını dondurdu. Bir diğer yandan Mısır gazetesi El-Masry El-Yorum’un haberine göre, Müslüman Kardeşler’in gençlik ve kadın kolları gruptan koparak solcu 6 Nisan Hareketi’ne katıldı. Süleyman’ın masası etrafında toplananların arkalarında pek bir hareket kalmamıştı.

Aşağıda, Kardeşler’in “İşadamı Kanadı”nın ekonomik ve ahlaki siyasetinin azalan gücünü ele alacağım. İşadamları ve askerî girişimcilerin ulusal kalkınma odaklı bir koalisyonunun artan sosyo-siyasi gücünün yanında kadın ve gençlerden oluşan mikro-girişimci ve işçi örgütlerinin sesini duyuran güçlerinin de haritasını çıkartmayı amaçlıyorum. Sözünü ettiğim ikinci güç, Mısır’daki demokrasinin geleceği ve sosyo-ekonomik dahil etmeye işaret ediyor.

KARDEŞLER TAKIMI

Müslüman Kardeşler, Mısır’da marjinal bir güç değil. Her şehirde oldukça örgütlüler ve devlet tarafından ihmal edilmiş ya da yok sayılan birçok vatandaşa sağlık, hukuki yardım ve afet yardımında bulunuyorlar. Ancak Mısır’ın Hizbullah’ı ya da Hamas’ı sayılamazlar. Mona El Gobashy’nin de belirttiği gibi Müslüman Kardeşler 1990’da hiyerarşik, şeriat odaklı gizli bir devlet şeklinden ayrılan kesin bir çıkış yaptılar. Günümüzde Müslüman Kardeşler iyi örgütlenmiş, resmî olarak yasaklı ama yeri geldikçe müsamaha gösterilen bir siyasi parti konumunda. Son yirmi yıldır başka partilerle kurdukları yakınlık ve çıkardıkları bağımsız adaylarla ile parlementoda önemli bir yer edinmiş durumdalar. Kardeşler şu an siyasi çoğulculuk, kadın hakları, Hıristiyan ve komünistlerin tam vatandaşlık haklarını savunmaktalar. Buna rağmen, Kardeşler’in “yeni eski muhafızlar”ı olarak nitelendirilebilecek 1980’lerde ortaya çıkan kanadı, Mısır’da 2000’lerde ortaya çıkan diğer işçi, liberal ve insan hakları hareketlerinin karşısında kültürel, ahlaki ve kimlik politikalarına öncelik vermekten çekindi. Ahlaki-kültürel muhafazakarlık halen bu grup tarafından, Kardeşleri diğer partilerden ayıran önemli bir özellik olarak görülüyor ki bu durum 2010’da katı bir sosyal muhafazakar olan Muhammad Badeea’nın başkan konumuna getirilmesiyle tekrar doğrulanmış oldu. Bu dönüş, hareket içindeki kadınlar ve gençler tarafından reddedildi. Bu sosyal muhafazakar eğilim “yeni eski muhafızlar”ı, Mübarek’in ahlaki paternalist hükümetine biraz daha yaklaştırmış ve onları yeni gençlik, kadın ve işçi hareketlerine karşı konumlandırmış oldu. Özellikle gençlik ve kadın kollarının 6 Nisan Hareketi’ne yakınlıklarından dolayı bu örgütlenme içinde bölünme yahut Kardeşler’in heyecan verici yeniden canlanma ve yeniden yapılanma ihtimalleri doğdu. “Yeni eski muhafızlar”ın ahlaki-kültürel muhafazakar kanadı profesyonel sendika liderlerinden ve zengin işadamlarından oluşuyor. 1950’lerde ve 1980’lerde, hareketin yeniden toparlanarak ulusal burjuvazinin hüsrana uğramış bir kesimini temsil ettiğini görüyoruz. Ancak bu sınıfa mensup çoğu kişi yeni fırsatlardan faydalanarak örgütü terk etti. Kardeşler’in “yeni eski muhafızlar”ının işletmeci kanadı daha çok bir grup emekli Shriner’lara benzemeye başladı, tabii artık Ortadoğu’da Shriner’ların fes giymediğini unutmadan.

Son on yıldır Kardeşler’in bu kanadının siyasi gücü kısmen Mübarek’in hükümeti tarafından iki açıdan tayin edilmekte. İlk olarak, Kardeşler bağımsız adaylar olarak parlementoda yer alabildiler ve son zamanlarda yaşanan ekonomik ilerlemenin bir parçası olmalarına izin verildi. Kıdemli Kardeşler artık büyük cep telefonu şirketlerine sahipler, gayrımenkulcülükte önemli roller oynuyorlar ve Ulusal Demokrat Parti makinesi ve üst-orta sınıf içinde özümsenmiş durumdalar. İkinci olarak, devlet Kardeşler’in ahlaki söylemini tamamen kendine maletmiş durumdaydı. Son on-on beş yıldır Mübarek’in polis devleti, toplumda ahlaki bir huzursuluk yaratmak peşinde olduğundan çalışan bekar kadınlara, homoseksüellere, şeytana tapan internet kullanıcılarına, çöpleri geri dönüştüren domuz çiftçilere, gecekondularda yaşayanlara ve bunlara ek olarak Baha’i, Hıristiyan ve Şii azınlıklara İslam bayrağını sallayarak saldırdı.

Bu ahlaki “haçlı seferleri”nde Mübarek hükümeti kitapları yaktı, kadınları taciz etti ve üniversite profesörlerini uzaklaştırdı. Bu suretle, Mısır’ın zaten had safhada sıkı bir İslamî hükümet tarafından yönetilmenin ne demek olduğunu bildiğini söyleyebiliriz ki bu Mübarek hükümetinden başkası değil! Mısırlılar bu rejimi denediler, onu gayet iyi tanıyorlar ve ondan nefret ediyorlar.

Son yıllarda Saba Mahmood ve Asef Bayat’ın eserlerinde anlattıkları gibi insanlar Mübarek’in İslam’ı siyasi bir araca dönüştürmesinden iğreniyor duruma geldiler. Mısırlılar İslam’ı kişisel özyönetim, etik dindarlık ve toplumsal dayanışma adına bir proje olarak görmeye başladılar. Bu tutum açıkça İslam’ın siyasi uzanımlarını reddediyor ve kendini hem Kardeşler’in faaliyetlerinden hem de Mübarek’in ahlaki “haçlı seferleri”nden ayırıyordu.

POPÜLİST ORTA SINIF OLARAK ORDU

Bir zamanlar, Müslüman Kardeşler orta sınıfın marjinalize edilmiş, kızgın bir kesimini temsil etmekteydi. Ama bu hikaye 1986’da kaldı! Şimdilerde geniş bir yelpazeye yayılmış seküler (ama din karşıtı olmayan), ülkede gelişen yeni ekonomik düzenleri temsil eden gruplaşmalar mevcut. Hatta bu gruplar, yeni ya da yenilenmiş, dünyada belirli bir nüfuza sahip yahut yatırımcı konumunda olan, yarattıkları siyasi-ekonomik dinamizmle fırtınasının ortasında buldular kendilerini; bu dinamizmin aktörleri Rusya, Kazakistan, Azerbeycan, İsrail, Dubai, Çin, Türkiye ve Brezilya’ydı. Mısırlı profesyonellerse Emirlikler’deki inşaat ve kalkınma atağından ve Mısır’a dönen havale akışından etkileniyordu.

Bu yeni çokboyutlu küreselleşme bağlamında, Doğu/Batı ayrımı ve sömürge sonrası düzenlerin kökünden yeniden yapılandırılmasıyla ordu, bu döneme ait ilginç bir ekonomik arabulucu görevini üstlenerek bir başarı hikayesine imza attı. Mısır ordusu ülkedeki en ilginç ve yanlış anlaşılan ekonomik aktörlerden biri. Ordunun ekonomik çıkarları ilgi çekici şekillerde bölünmüş durumda. Camp David Sözleşmesi ile savaş açması önlenen ordu, kendi egemenliğini, oldukça büyük çöl yollarında ve kıyı arazilerinde; zengin ve gösterişsiz Mısırlılar, yerli ve yabancı tüketici ve turistler için alışveriş merkezleri, kapalı şehir (gated cities) ve tatil köyleri yaparken kullandı.

Bu nedenden dolayı ordunun ayaklanma karşısındaki konumu anlamak oldukça güç. Mübarek’in etrafındaki, ulusal arazileri, malları ve kaynakları Amerika ve Avrupalı şirketlere satan açgözlü kapitalistlerden nefret ediyorlardı. Ancak bunun karşısında ordu da turistlerin, alışveriş meraklılarının ve yatırımcıların milyar dolarlık tatil köylerinde harcama yapmasını bekliyor. Ordu çok güçlü bir biçimde “halk”ı temsil ettiğine ve koruduğuna vurgu yapıyor ancak diğer yandan “halk”ın artık evine dönerek turistleri kaçırmayı bırakmasını istiyor. Ordu bu arada kalmış konumunu korumaya ve kullanmaya değişik ve ilginç şekillerde devam edecek.

Süleyman’ın Ulusal İstihbarat Birimi (Gihaz al-Mukhabarat al-Amma) ismen orduya mensup ancak kurumsal olarak ondan bağımsız. İstihbarat birimi yabancı hamislerine –özellikle İsrail ve Birleşik Devletler’e– bağlı ve Mısırlılar tarafından şüpheyle yaklaşılan bir kurum. Ancak asıl ordu ve hava kuvvetleri, ulusal ekonomik ve sosyal çıkarlara kendilerini bağlamış durumdalar. Ordunun Süleyman’ın baskı tutkusuna karşı oynadığı rol, ayaklanmanın ivme kaybetmemesi açısından çok önemliydi. 4 Şubat’ta –Tahrir Meydanı’nda yaşanan en korkunç polis/eşkiya vahşetinin yaşandığı gün– birçok yorumcunun da altını çizdiği gibi ordu, eşkiya saldırılarını önlemeye çalışmaktaydı ancak yeterince güç kullanmıyordu ve kesinlikle saldırgan değildi. Bu, ordunun protestocuların gerçekten eziyet görmesini istemesine mi işaret ediyordu? O günden beri ordunun meydanda cephanesiz bulunduğunu öğrendik. Ordu, polis/eşkiyalarla başa çıkmak için elinden geleni yapıyordu ancak Süleyman, ordunun protestocular tarafında yer alacağından ve gücünü onu iktidardan düşürmek için kullanılacağından korktuğu için orduyu cephanesiz bırakmıştı.

Cephaneli ya da cephanesiz, ordu, üniformalarını çıkarıp eşkiyalara karışan polisi yerinden etti. Kahire’de güvenlik ordunun kontrolü altına girdi; kamusal alanlarda ve yerleşim birimlerinde futuwwa gruplarının 21. yüzyıl versiyonlarına geri dönüşlerine tanık olduk. Wilson Jacobson’un ifade ettiği gibi, Mısır’da 19. yüzyılda futuwwalar işçi sınıfı ulusal kimliğini ve toplumsal dayanışmayı temsil eden ikonlar konumundaydı. Futuwwalar Kahire’de zanaat loncalarını ve işçi sınıfı mahallelerini koruyan genç erkeklerden oluşan gruplardı. Futuwwalar 1 Şubat 2011’de Halkın Komiteleri adıyla yeniden doğdu ve her sınıftan erkeği, hatta birkaç eli satırlı kadını da bünyelerinde barındırıyordu. Her köşede nöbet tutuyor, mahalle sakinlerini tutuklamaya çalışacak, onları korkutmaya çalışacak ya da evlerini yağmalayacak polis ya da devlet destekli eşkiyalar için tetikte bekliyorlardı. Mübarek’in polisi/eşkiyaları tarafından cinsel/fiziksel şiddet tehditi dikkate aldığımızda, bu ayaklanmadaki güvenlik ve askerî güçlerin yeniden şekillenmesi ve yeniden düşünülmesinin bir de cinsiyet boyutu olduğunu görüyoruz. Ayaklanmanın ilk birkaç gününde çok sayıda kadının da bu başkaldırıya katıldığını gördük. Sonrasında, polis/eşkiyalar kandıları korkunç bir biçimde taciz ederek, göz altına alarak ve onlara tecavüz ederek kadınları hedef aldılar. Ne zaman ki polis geri püskürtüldü, ordu ve futuwwa grupları alanı geri aldılar; halkı eşkiyalardan “korumak” adına kadınları ve çocukları Tahrir’den yavaşça uzaklaştırmak ve onların kamusal alandan dışlamak için ısrar ettiler. Yine de bu ayaklanmaya katılan kadınlar, kendilerinin korumaya muhtaç, mağdur konumunda değil bu hareketin ana karakterlerinden biri oldukları fikrini direttiler. Solcu 6 Nisan ulusal işçi hareketini, taciz karşıtlarını, yurttaşlık hakları gruplarını ve Kardeşler’in kadınlar kolunu da kapsayan kadın hareketi, 7 Şubat’ta Kahire şehir merkezine tüm güçleriyle, yüzbinlerce kişi halinde döküldüler.

CEMAL’İN KÜRESELLEŞMESİNİN İÇİNİ BOŞALTMAK

28 Ocak’ta Mübarek’in Ulusal Demokrat Parti binası tamamen yandı ve binayla beraber Mübarek’in otoritesi de kül oldu. 5 Şubat’ta ise yükselen ordu ve ulusal-sermaye çıkarları bu küllerin üzerine tükürdü. Aynı gün Cemal Mübarek’in Ulusal Demokrat Parti’deki siyasi konumundan istifa etmesi garanti altına alındı. Mübarek’ten sonra genel sekreterlik görevini Dr. Hosam Badrawy üstlendi. Badrawy’nin bu pozisyona getirilmesi rüzgarın şu an ne yönden estiğini gösteriyor. Badrawy 1989’da, Mısır’daki ilk özel sağlık hizmeti kuruluşunu kurmak gibi şüpheli bir şerefe sahip. Tüm Mısırlılar anayasal hak olarak herkesin yararlanabildiği bedava sağlık hizmetlerine sahipler. Ancak Mübarek, 1980’lerin başlarında kamu sağlık hizmetlerinden –IMF’den aldığı talimatlar doğrultusunda– merhametsiz kesintiler yapmaya başladı. Badrawy sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesine en büyük desteği verenlerden biriydi ve hatrı sayılır bir sermaye ve meşrulukla ulusal özel sağlık hizmeti endüstrisini kurdu. Bu endüstri küresel rekabet tarafından tehdit altında ve kendini daha milliyetçi, paternalist eğilimlerle tanımlıyor. Cemal Mübarek yabancı yatırımcılar için bir araç olarak görev yaparken, Badrawy gibi yerli işadamlarına karşı büyük bir tehlike arz ediyordu. Aynı zamanda, Badrawy Ulusal Demokrat Parti’nin insan hakları örgütünün başında bulunmuştu. Bu işin özellikle toplu baskı ve işkencelere denk gelen bir dönemde olması, işin doğasıyla çelişmekteydi.

Kendini aday göstererek “Geçici Bilge Adamlar Konseyi”nin başına geçen Naguib Sawiris de bazı noktalarda Badrawy’e benziyor. Sawiris vatansever, başarılı ve milliyeçi bir işadamı. Sawiris Mısır’da özel sektördeki en büyük şirketin, Orascom’un başında. Bu şirket demiryolları, tatil köyleri, kapalı şehirler, telekomünkasyon sistemleri, rüzgar çiftlikleri, apartmanlar ve oteller yaptı. Kendisi, Arap dünyasında ve Akdeniz bölgesindeki önemli finansörlerden. Mısır içinse milliyetçi kalkınmacıların öncülerinden. 4 Şubat’ta Sawiris yayımladığı bir açıklamada bilge adamlar konseyinin Süleyman’ı ve polisi denetlemesini ve Mısır’a bu geçiş döneminde liderlik etmesini önerdi. Önerilen konsey sözde “tarafsız, teknokratik” bir oluşum olacak ve Sawiris, Müslüman Kardeşler’in ideolojik olmayan işadamı kanadından birkaç kişi, strateji araştırmaları uzmanları ve bir Nobel ödülü sahibini kapsayacaktı. Bu Nobel ödüllü kimse, barış ödülü sahibi ve muhalefet lideri Mohammed El Baradei olabilir miydi? Tabii ki hayır. Mısırlı, organik kimya dalında Nobel ödülü almış birini bulmuşlardı.

KADINLAR, MİKRO-İŞLETMELER VE İŞÇİLER

Yukarıda belirtilen ilişkiler kapsamında, Şubat 2011’in ilk haftasında tanık olduğumuz milliyetçi işadamları ve zaten kendileri milliyetçi orta sınıf işadamları gibi davranan ordu ittifakını daha iyi anlayabiliriz. Bu koalisyon Cemal Mübarek’in etrafındaki “kafadar küreselleşmeciler”i ve “özelleştirme baronları”nı ekarte etti. Peki öyleyse bu grup gücü eline alıp Süleyman’ı bir çekiç olarak kullanıp ülkeyi yönetebilir mi? Hayır. Başka muazzam toplumsal güçlerde bu işin içersinde. Bir hayli örgütlüler. Meşruiyet, düzen, yeni vizyon ve ekonomik güç onların elinde. Yeni milliyetçi işadamı-ordu bloğu, onların yardımı olmadan ülkeyi kalkındıramazlar.

Bu ayaklanmanın ne Müslüman Kardeşler’le ne de milliyetçi işadamlarıyla başlamadığını hatırlamakta yarar var. Bu başkaldırı iki gücün bir araya gelişiyle yavaş yavaş ortaya çıktı: Mısır’ın yeni endüstri şehirleri ve mikro-sweatshoplarındaki özellikle de son iki yılda ortaya çıkan işçi hakları hareketi ve son üç yılda toplumun her kesiminden insanı harekete geçiren polis istismarı ve işkence karşıtı hareket. Her iki hareketin hem başında hem de katılımcıları arasında kadınlar (tüm yaş grubundan) ve gençler (her iki cinsiyetten de) var. Bunun yapısal bir nedeni var.

Öncellikle, işçilerin hareketliliğinin kaynağı marjinalleşmeleri ya da yoksulluklarından değil, yeni değişim süreç ve dinamiklerindeki merkezî rolleri. Mısır çok yakın bir geçmişte –oldukça stresli ve dinamik şartlarda da olsa– imalatçı bir ülke konumuna geldi. Mısır işçileri harekete geçmiş durumda çünkü rekabetin çok kızıştığı bir küresel yatırım ortamında birçok yeni fabrika açılıyor. Birkaç Rus serbest ticaret bölgesi ve fabrikanın yanında Çin de Mısır ekonomisinin her alanında yatırımlar yaptı. Brezilya, Türkiye, Orta Asya cumhuriyetleri ve Körfez emirlikleri yatırımlarını çeşitlendiriyorlar. Petrol ve gayrımenkül sektöründen imalat, parça, bilişim, altyapı vs. sektörlerine geçiyorlar. Mısır’ın her bölgesinden fabrikalar kapatılıp yeniden açılıyor ya da baştan yapılıyorlar. Ve tüm bu alışveriş merkezleri, kapalı şehirler, otoban ve tatil köyleri birileri tarafından yapılıp, birilerinin çalıştırılması gerekiyor. Körfez’de Bangladeşli, Filipinli ve diğer göçmen işçiler kullanılıyor ama Mısır kendi işçilerini kullanıyor genellikle. Mısır’da yeniden canlanan tekstil endüstrisi ve parça dükkanlarında büyük oranda kadılar çalışıyor. Kahire’nin eteklerindeki büyük orta sınıf apartmanlar ya da köylerdeki beton yapılardan birine girdiğinizde Avrupa, Ortadoğu ve Körfez’de satılmak üzere yapılan çanta ve ayakkabıları üreten, bilgisayar parçaları ve oyuncakları biraraya getiren birçok kadınla karşılaşırsınız. Bu işçilerle fabrika işçileri 2008’de birleşerek 6 Nisan Hareketi’ni oluşturdular. İşte bu işçiler; Asmaa Mahfouz’un dolaşan YouTube videosu ve 24 Ocak’ta Kahire’nin varoşlarında elden onbinlerce dağatılan broşürün tetiklediği 2011’deki ayaklanmayla sonuçlanan hareketliliğin ve örgütlenmenin başlatıcılarıydılar. Kahire Üniversitesi’nden MBA’i olan örgütçü Mahfouz, insanları bir sonraki gün ayaklanmaya davet ediyordu. Gerisini zaten tarih yazıyor.

Mısır’daki mikro-işletmelerin cinsiyet ve sınıf cephesinden manzarası, yine önemli cinsiyetle ilgili ve cinsel boyutlarla birlikte politize oldu ve hareketlendi. 1990’ların başından beri Mısır, işçi ve alt-orta sınıf Mısırlıların sosyal hizmetlerini bir hayli kıstı. Julia Elyachar’ın da gösterdiği gibi yemek ödenekleri ve iş yerine, borçlar sunuldu. IMF ve Dünya Bankası’nın hevesli rızalarıyla, girişimciliği ve kendi kendine yeterliliği teşvik etmek için mikrokrediler verildi. Bu krediler genellikle kadınları ve gençliği hedef alıyordu. Başvuranlardan ekonomik açıdan parlak olmayanlarının bu kredileri ödeyecek kefilleri olmadığı için ödemeler medeni kanuna göre değil, ceza kanununa göre garanti altına alınıyorlar. Bu şu anlama geliyor: Kefilin bedenindir. Borcunu ödemezsen polis acı vermek ve utanç hissettirmek için orada olacaktır. Dolayısıyla mikro-işletme sistemi tamamiyle polis zoru ve “tefecilik” işlemlerine dönüştü. Polisin gençlere ve kadınlara karşı cinsel anlamda vahşileşmesi bu devasa küçük-esnaf ekonomisinin “düzenlemeleri”nde merkezî bir rol oynadı. Bu bağlamda mikro-işletme ekonomisi içinde bulunması oldukça güç bir sektör, ancak kadınları ve gençleri kendilerini polis-devlete karşı örgütlü bir güç olarak görecekleri şekilde şekillendirdiği de doğru. Kimse piyasanın görünmez elinin hikmetleri hakkında zırvalar saçmıyor. Dolayısıyla mikro-girişimcilerden meydana gelen bu kitle sınıfın ekonomik çıkarları, polis şiddeti karşıtı güçlü ve heyecanlı hareketin temellerini oluşturuyor. Hareketin iki yıl önce, kısmen sahibi olduğu küçük bir internet caféde bilgisayar başında bir genç olan Halid Saeed’in polis tarafından öldürülmesiyle ulusal bir güç haline gelmesi bir raslantı değil. Polis kimlik ve rüşvet istemişti; Halid reddetti ve polisler Halid’i tüm topluluğun önünde kafatasını parçalara ayırana kadar dövdü.

Rüşvet isteyen, küçük mikro-işletmeleri rahatsız eden, baş eğmeyenleri döven polisler, Mısır’ın standart uygulamaları arasında sayılıyordu artık. Internet cafeler, küçük atölyeler, çağrı merkezleri, oyun salonları, minibüsler, çamaşır/ütücüler, ufak spor salonları Mısır’ın alt-orta sınıfının iş alanlarını ve sosyal dünyalarını oluşturuyor. Sözde “Facebook devrimi” sanal bir mekanda harekete geçen insanlar hakkında değil; Mısır’ın internet cafeleri ve siberalanı ayaklanmalarına yardımcı olacak şekilde geliştirip kullanan, bu internet cafelerin temsil ettiği, gerçek toplumsal alandaki kadınlar ve gençlik hakkındadır.

MISIR FARKI

1970’lerdeki İran Devrimi örneğinde “Tehran pazarcıları”, son derece önemli “savrulma oyu”nu kullanarak İran Devrimi’ni soldan sağa, sosyalist bir ayaklanmadan İslami Cumhuriyet’e çeken güç olmuştu. Mısır örneğinde kadın ve genç mikro-girişimcilerin toplumsal ve siyasi güçleri, tarihe aksi yönde bir yol çizecek. Bu gruplar, bazı İslamcıların sahip olduğu oldukça gelişmiş ve detaylı ahlaki tutumlarını paylaşıyor ve Kardeşler’in gençlik kanadına hitabeden çok açık bir sosyo-ekonomik programları var. İlerlemeci gruplar yatırımlardan, fabrikalardan, kimliklerden ve tutkulardan meydana gelen bir ağa sahip. Geçmiş nesilden kalma ahlaki ikiyüzlülüğün ve polis şiddetinin yeniden canlanmaması için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu mikro-işletmelerdeki kadın ve gençler ile Rus, Çin, Brezilya, Körfez ve Mısır tarafından finanse edilen fabrikalardaki işçiler birleşmiş gibi görünüyor. Ve sayıları her geçen gün artıyor.

Mikro-girişimciler, yeni işçi grupları ve devasa polis şiddeti karştı kuruluşlar tabii ki de Sawiris, Badrawi ve “Bilge Adamlar Konseyi”ndeki zengin adamlarla aynı sınıfsal konumu taşımıyorlar. Ancak yine de ulusalcı kalkınma odaklı grupların, kısa zaman önce girişimciliğe soyunan ordunun ve oldukça iyi örgütlenmiş gençlik ve kadınların toplumsal hareketinin çıkar ve siyaseti açısından birçok çakışma ve yakınlık söz konusu. Toplumsal, tarihî ve ekonomik dinamiklerin toplamı, bu ayaklanmanın Süleyman ve birkaç kankası için bir fotoğraf çekme fırsatına indirgenmeyeceğinin kanıtı olabilir.

Cheshire Kedisi Süleyman’ın çay partisini izliyor gibi.

http://www.jadaliyya.com/pages/index/586/why-egypts-progressives-win