Türkiye toplumunun “çatışma halkaları” ve “uzlaşı halkaları” neler? Çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik mümkün mü? Başka bir ifadeyle, hem toplumsal çatışmaları görüp, tanıyıp hem de bu çatışmaları düşmanlık düzlemine taşımadan muhalefet ilişkisi içerisinde tutabilir miyiz? Ötesi, çatışmaları muhalefet düzleminde tutarken, ayrıca uzlaşı alanlarında birliktelikleri, biraradalıkları büyütebilir miyiz?
Çatışma halkalarını bizi farklı mahallelere hapseden toplumsal fay hatlarının derinleştiği ve genişlediği, farklı toplumsal grupların çatışan çıkarlara ve pozisyonlara sahip olduğu alanlar olarak tanımlayabiliriz. Uzlaşı haklarını ise toplumun büyük çoğunluğunun üstünde mutabakat inşa ettiği veya inşa etme potansiyeli büyük olan alanlar olarak değerlendirebiliriz.
Çatışma Halkaları
Çatışma halkalarımız çok fazla. Türkiye toplumunun üzerinde uzlaşamadığı, farklı grupların çatışan pozisyonlara sahip olduğu, toplumsal kutuplaşmaların ve karşı karşıya gelme hallerinin yoğun olduğu çok fazla meselemiz var.
Tarihsel bir perspektifle, geniş bir zaman aralığını düşünerek toplumsal fay hatlarına baktığımızda Türkiye’de kronikleşen çatışma halkaları var. Kürtlük/Türklük üzerinden sembolize olan etnik/ulusal meselelerimiz, Aleviler/Sünniler, Müslüman çoğunluk ile gayrimüslim azınlıklar üzerinden şekillenen dini/mezhepsel sorunlarımız tarihsel olarak herhalde toplumsal fay hatlarının derinleştiği ve genişlediği temel alanlar. Bu alanlara yaşam tarzı, dindarlık/sekülerlik üzerinden yansıyan sorun alanını da eklemek mümkün.
Son yıllarda özellikle Suriyeliler üzerinden yürüyen ama Afganlar, Pakistanlılar gibi diğer vatandaş olmayan grupları da kapsayan sığınmacılar meselesi bir diğer temel çatışma halkamızı oluşturuyor. Bu alanlarda Türkiye toplumu bir uzlaşı inşa edebilecek mi? Başka bir ifadeyle bu çatışma halkalarını uzlaşı halkalarına dönüştürebilecek mi? Bu mümkün mü ve nasıl?
Uzlaşı Halkalarımız
Yukarıdaki sorulara dönük cevaplara geçmeden önce kısaca da olsa uzlaşı halkalarımızı hatırlatmakta fayda var. İkili cinsiyet ayrımından öteye bir alan açan toplumsal cinsiyet eşitliği alanında olmasa da kadın-erkek eşitliği konusunda geniş kesimleri içeren bir uzlaşı halkası bulunuyor. Kadınlara yönelik doğrudan/fiziki, sembolik ve yapısal şiddet Türkiye’de göz ardı edilmeyecek seviyede olsa da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması konusunda farklı siyasi mahalleleri aşan bir düzlemde geniş bir toplumsal uzlaşı sağlanmış durumda. Bugün hem Kürt sokağında hem de Türk sokağında hem dindar hem de seküler mahallede bu uzlaşıyı görmek mümkün ve bu uzlaşı büyüme potansiyeli taşıyor.
Sınıf, mülkiyet ilişkileri meselesinde olmasa bile daha adil bir kaynak bölüşümü konusunda da benzer bir toplumsal uzlaşı potansiyelinin olduğunu iddia edebiliriz. Son yıllarda dramatik bir hal alan eşitsiz kaynak bölüşümü ve kitlesel yoksullaşma karşısında bu alanda büyük bir toplumsal uzlaşı halkası kurma zemini oluştu. En azından normlar/değerler düzleminde oluşan bu uzlaşıyı gündelik hayata taşımak mümkün görünüyor.
Son olarak, çevre/ekoloji meselesinde uzlaşı zemininin güçlü olduğunu iddia edebiliriz. Son yıllarda yaşanan kuraklık, temiz suya erişim hakkı, herkes için ucuz ve sağlıklı gıda temini gibi meselelerde toplumsal farkındalık dikkate değer oranda arttı. Ayrıca bu meselelerin dokunduğu ve zarar verdiği aktör kümesi de geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde genişlemiş durumda. Bu mesele artık sınırlı sayıda çevreci/ekolojist aktivistin sorunu değil. Farklı siyasi mahallelerin aktörlerinin bu meseleler etrafında bir araya gelme ve ortak hareket etme imkanları göz ardı edilmeyecek düzeyde artmış durumda.
Nasıl Bir Yol?
Kuşkusuz çatışma halkaları ile uzlaşı halkalarının ilişkisel olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Bir analiz öğesi olarak kategoriler oluşturup bu sorunları öğelere ayırsak da gerçek hayatta bu sorunlar sadece iç içe değil, aynı zamanda birbirini kuruyor. Örneğin birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de çoğu işte kadın emeği erkek emeğine göre daha ucuz. Öte yandan sığınmacıların emeği vatandaş olan kadınların emeğinden de ucuz. Bununla birlikte kadın sığınmacıların emeği herkesin emeğinden ucuz.
Sorunların içiçeliği, başka bir ifadeyle kesişimselliği birçok örnekle açıklanabilir. Burada temel mesele keşisimsel sorunların çözümlerini de kesişimsel düşünmek. Çatışma halkalarını yok sayıp sadece uzlaşı halkalarını büyütmek mümkün mü? Örneğin sınıf siyasetini merkeze alıp kimlik siyasetini yok sayabilir miyiz? Yoksa çatışma halkaları ile uzlaşı halkaları arasında köprüler mi kurmak gerekir?
Sorunlar ve çözümleri kesişimsel olsa da yöntemsel açıdan iki çatışan yolun olduğunu söyleyebiliriz. İlki ve kolay olanı uzlaşı halkalarına odaklanarak çatışma halkalarını uzlaşı halkalarıyla ilişkisi içerisinde konuşmak. Örneğin sığınmacılar meselesi gibi bir çatışma halkasını doğrudan konuşmak yerine bir uzlaşı halkası olan kadın-erkek eşitliği meselesi bağlamında değerlendirmek ve bu ilişkisellik içinde meseleyi ve çözümleri ele almak yol açıcı olabilir. Ya da Türkiye’nin su havzalarının yönetimi, gıda ve kuraklık meselesi üzerinden yerelleşmeyi konuşmak; buradan Kürt meselesi gibi çatışma halkalarına değmek daha fazla yol açıcı olabilir.
Öte yandan, ikinci yöntem olarak çatışma halkalarına doğrudan odaklanıp, toplumsal fay hatlarını daha açıktan ve doğrudan konuşabiliriz, uzlaşı halkalarıyla olan ilişkilerini kurarak. Türkiye’de insanların sorunların farkında olmadığı, farkındalığın oluşturulması durumunda sorunların çözüleceğine dönük yaygın bir kanaat var. Oysaki daha önce kaleme aldığım Yaralı Cemaatler adlı yazıda altını çizdiğim üzere mesele bilmeme değil tanımama. Bu konuyu Tanıl Bora Hafıza Yaraları ve Afazi adlı son yazısında Özgür Sevgi Göral’ın Yaramız Derindir: Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi kitabı üzerinden bilinci red, inkâr, yüzleşme ve unutma kavramları etrafında daha detaylı tartışıyor.
Türkiye’de çatışma halkaları konusunda yurttaşlar büyük oranda bilgi sahibi, ancak bu sorunlarla kamusal alanda yüzleşmekten kaçınıyor, çoğu durumda sorumluluğunu inkâr ediyor. Bu noktada sorunlarıyla yüzleşmekten kaçınan bir toplumda sorunları dolaylı konuşmanın sanıldığının aksine çözüm üretmediğini, çözümü zorlaştırdığını ileri sürebiliriz. Açık bir yüzleşmeye davet eden ikinci yöntem bu anlamda yönetilmesi daha zor bir çerçeve sunsa da daha yüksek bir çözüm potansiyeli taşıyor.
Bu yaklaşımı çatışma çözümü kuramında öne çıkan iki yaklaşımla ilişkilendirerek daha net ifade edebilirim. Birinci yaklaşıma göre, bu tür ağır toplumsal sorunların çözümü kolay değildir ve güven oluşturan, gerçekleşmesi kolay olan küçük adımlardan başlayıp ilerlemek gerekir. Buna karşın ikinci yaklaşım, bazen varılacak nihai noktadan başlamanın daha işlevsel olacağını iddia eder. Yani barış süreci tamamlandığında, çözüm gerçekleştiğinde nereye varacağız? Çözüm tedrici olabilir, zaman gerektirebilir. Ama çözüme nihai noktayı, ortak gelecek ufkunu konuşarak başlamak, küçük adımları bunun üzerinden kurgulamak daha fazla yol açıcı olabilir.
Türkiye’nin tarihsel çatışma halkalarının geçen onca yıla rağmen büyük oranda yerinde sayması, çok sınırlı düzeyde yol alınması ikinci yöntemi düşünmeye değer kılıyor.