Küreselleşme ile İlgili On Mit

1. İddia: Ticaretin artması daha fazla maaşlı daha çok iş demektir.

ABD hükümeti ve büyük şirket temsilcileri ısrarla ihracat sektöründeki işlerde maaşların ortalamadan daha yüksek olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre, ihracatı genişletmek ABD siyasetinin en önemli bileşeni haline gelmeli. Bu akıl yürütme son derece sorunlu. Bugünün, en yeni yöntem, gereç ve bilgiyi kullanan fabrikalarında şirketler daha fazla insan istihdam etmeden de ihracatı artırabilirler. Örneğin 1999 yılında 5.5 milyar dolarlık ihracat yapan Caterpillar son üç yılda işçi sayısını ciddi oranda azalttı.

Üretimin Meksika veya Kanada’ya kayması veya bu ülkelerden gittikçe daha çok ithal ürün alınması sonucunda işlerini kaybeden ABD’li işçiler için NAFTA’nın açtığı eğitim programı, serbest ticaretin en çok kimi vurduğunun bir göstergesidir. Bugüne kadar İş Bürosu, bu programa 260 binden fazla insan kaydetti. İşten çıkarmanın en yoğun olduğu sektörler, tekstil ve elektroniktir, ki bunlar daha çok kadınların ve beyaz olmayanların istihdam edildiği sektörlerdir. Kadınların toplam iş gücündeki oranı yüzde 46 iken, bu oran tekstil sektöründe yüzde 66’ya çıkmaktadır. Afrikalı Amerikalılar ve Latin Amerika kökenliler toplam iş gücünün yüzde 20’sini oluştururlar; bu oran tekstil sektörü için yüzde 41’dir.

İmalat sektöründeki işlerini ellerinde tutabilen Amerikalılar, kendilerine karşı artan hareketliliği kullanan işverenlerle mücadele etmek zorundalar. Cornell Üniversitesi’nde örgütlenme saiklerine dair yapılan bir araştırmada, çalışılan 62 örnekte, idarenin sendikayı, maaşların daha düşük olduğu alanlara üretimi kaydırmakla tehdit ettiği ortaya çıkmıştır. Şantaj, ABD’de ’90’lar boyunca maaşların, rekor oranda şirket kârlarına ve düşük istihdama rağmen nasıl olup da sabit kaldığını açıklayan faktörlerden biridir.

2. İddia: Ticaret iktisadî büyümeyi harekete geçirdikçe hükümetler çevreye daha çok yatırım yapacaklardır.

Küreselleşme, doğal çevre üzerinde etkiye sahiptir. Bazı şirketler üretim için özellikle, çevre korumaya yönelik kanunların gevşek olduğu yerleri seçer ve burada kendi ülkelerinde kabul edilmez olabilecek bir şekilde çevreyi kirletirler. Dahası Dünya Bankası ve IMF, ihracat gelirlerini artırarak borçlarını ödemeleri yönünde ülkelere baskı yapmaktadır. Bu da genellikle, kereste ihracatı veya plantasyonları genişletmek için ormanları yok etme, balık stoklarını tüketme veya open-pit madenleri genişletme anlamına gelmektedir.

İhracata veya yabancı yatırıma bağlı iktisadî büyümenin, hükümetin çevre korumaya yönelik harcamalarını artıracağı yönünde bir kanıt yoktur. Kalkınmakta olan dünyada, en çok yeni yatırım yapılan üç ülke -Çin, Endonezya ve Meksika- çevre kirliliğinin en yoğun yaşandığı yerler haline gelmiştir. Dünya üzerinde hava kirliliğinin en çok olduğu on kentin beşi Çin’dedir; 1980’den beri kömür tüketimi ikiye katlanmıştır ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği de eklenince akciğer kanseri iyice yaygınlaşmıştır. Çin, endüstriyel talepleri karşılamak için çevrecilerin tepkilerini görmezden gelerek, dünyanın en büyük hidroelektrik santralini kurmaktadır.

3. İddia: Yabancı yatırım yaşam standartlarını yükseltir.

Kalkınmakta olan ülkelerin çoğu, düşük vergiler, baskı altına alınmış iş gücü ve denetim gevşekliği önererek yabancı sermeyeyi çekmeye çalışmakta. Pek az ülkede, artan yatırım yükselen maaşlarla birarada gitmiştir. İşçileri korumaya yönelik etkili yaptırımlar olmadan yabancı sermayenin ortalama insanın çıkarına olacağının bir garantisi yoktur. Örneğin Meksika’da doğrudan ABD yatırımları, NAFTA’nın ilk dört yılında 16.9 milyar dolardan 25.3 milyar dolara sıçramıştır. Ancak bunun işçiler üzerindeki etkisi karmaşıktır. Yeni iş alanları açılmıştır ama imalat sektöründeki reel ücretler yüzde 23 oranında düşmüştür. Dahası, hükümetlerin yabancı yatırımcıları cezbetmek için koyduğu yüksek faiz oranları sonucunda yerel firmalar ciddi anlamda zayıflayınca toplam istihdam düşmüştür.

4. İddia: Serbest ticaret tüketicinin en yakın arkadaşıdır.

Küreselleşmenin tüketicilere sunulan ürünleri çeşitlendirdiği açıktır. Aynı mamülleri satan eski çarşılar, Manila’dan Mexico City’ye kadar her yerde büyük alışveriş merkezlerince kuşatılmaktadır. ABD’de tüketilen ithal malların yaklaşık üçte birinin daha fakir ülkelerden geldiği ve böylece buralardaki işçilerin ABD’deki ücretlerin bir kısmını kazandığı da doğrudur. Ancak bu ürünler ABD’ye, ABD yapımı ürünlerinkinden çok daha düşük fiyatlarla girmektedir. Burada mesele, firmalar ürünleri tüketicilere düşük fiyatlarla mı satacak yoksa fiyatları yükselterek ticaretten elde edileni kendilerine mi ayıracaklar meselesidir.

Pazarı, bir avuç devasa küresel firmanın yönettiği otomobil gibi sektörlerde uluslararası ticaretin düşük fiyatlara yol açmadığı görülmektedir. Örneğin General Motors, NAFTA’nın kabulünden sonra, Suburban modelinin üretimini artırmaya karar verdi. Ama Wisconsin’deki şirket Suburban tesislerini genişletmektense, Meksika’da ABD pazarı için üretim yapacak yeni bir tesis açtı. GM’nin işgücü harcamaları birden düştü çünkü işçiler için ödenen saatbaşı ücret ABD’de 18.96 dolar iken Meksika’da 1.54 dolardı. Ama yine de GM, Suburban’ın fiyatını düşürmedi. 1994’te 21.000-24.500 dolar olan satış fiyatı 1996’da 23.500 ilâ 31.000 dolar arasında değişiyordu.

5. İddia: Küreselleşme herkese yarar.

Dünya Bankası’na göre küreselleşme, dünyada eşitliği getirecektir çünkü kalkınmakta olan ülkeler endüstrileşmiş ülkelerden daha hızlı büyümektedir. Ancak küreselleşmenin hızlandığı ’80’ler ve ’90’larda zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurum daha da açılmıştır. 1960 ile 1993 arasında endüstrileşmiş ülkeler ile kalkınmakta olan ülkeler arasındaki GSMH açığı, üç katına çıkmıştır. Bugün dünyanın en zengin 200 insanının serveti, insanlığın en fakir yüzde 41’inin toplam gelirinden daha fazladır.

6. İddia: General Motors için iyi olan hepimiz için iyidir.

Serbest ticaretten yana olanlar bu eski argümanın bir çeşidini kullanıyor ve ticaret ve yatırım önündeki engellerin kaldırılmasının şirket kârlarını artıracağını ve bunun da hepimize yarayacağını iddia ediyorlar. Ne var ki bu argüman bugün geçerliliğini yitirmiştir çünkü küresel firmaların hükümet gelirlerindeki ve istihdamdaki payı gittikçe azalmakta ve bu firmaların hükümetlerce yönlendirilmesi zorlaşmaktadır. ABD’de en büyük on imalat şirketi, ücretlerdeki (enflasyona göre ayarlanmış) yüzde 94’lük artışa rağmen, otuz yıl öncesine göre yüzde 33 daha az insan istihdam etmektedir.

7. İddia: Yoksul ülkelerin ürünleri, çalışma koşullarının kötü olduğu yerlerde üretmeleri iyidir; ABD de bu şekilde gelişmiştir.

Bazı iktisatçılar kalkınmakta olan ülkeler için işçileri kötü çalışma koşulları altında, düşük ücretle uzun saatler çalıştıran fabrika ve atölyelerin elzem olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre zenginleşmek için bu gereklidir ve bunu kanıtlamak için de ABD’deki endüstriyel gelişmenin erken dönemine hâkim olan acımasız çalışma koşullarını hatırlatırlar. Ancak ABD’de, böylesi çalışma koşullarına sahip yerler değil, bu yerlere karşı yürütülen mücadele çalışma koşullarının iyileşmesini sağlamıştır. Pek çok sendikacı asgari ücret, haftalık kırk saatlik çalışma ve diğer uygulamalar için yürütülen mücadelede özveriyle çalışmıştır.

Maalesef tekstil sektöründeki perakendeciler, dünya üzerinde sömürüye en açık iş gücünün peşinde başıboş dolaştıkları için ABD’yi yine bu türde kötü koşullara sahip imalathaneler kaplamıştır. Malî Büro, yalnızca beş büyük ABD kentinde bu türde 7 bine yakın giysi atölyesi olduğunu tahmin etmektedir. Bu türde işyerleri, işçileri kötü beslenme ve yetersiz eğitim kısırdöngüsüne sıkıştırır; bunlar, güçlü bir orta sınıf ve yaşayabilir bir demokrasinin temellerini atmaz, daha çok yoksulluk ve daha büyük eşitsizliklere yol açar.

8. İddia : Göçmenler ABD ekonomisini zayıf düşürmektedir.

Ticaret ve yatırım akışlarına dair mitler kadar sınırlardan insan akışının olumsuz sonuçlarına dair de pek çok yanlış yorumlama sözkonusu. Ulusal Bilimler Akademisi, ABD’deki bir göçmenin ve onun çocuklarıyla ve torunlarının yaşamları boyunca ödedikleri vergiden bu insanların hükümetten almaları muhtemel hizmetlerin maliyetlerini çıkardı ve sonuç, ‘her bir göçmen ve onun çocuklarıyla torunları, yaşamları boyunca ekstra 80 bin dolar vergi geliri kazandırıyor’ şeklindeydi. Ulusal Bilimler Akademisi, göçmenlerin ABD’li işçiler üzerinde bir tek olumsuz etkide bulunduklarını bildirdi, o da ortaokul ve altı eğitim düzeyine sahip ABD’li işçilerin, kalifiye olmayan göçmenlerle rekabet nedeniyle yüzde 5 daha az kazanıyor olmaları. Toplam istihdama bakıldığında ise göçün pek de kayda değer bir etkisinin olmadığı ortaya çıkıyor, çünkü yeni gelenler yalnızca işleri doldurmuyor aynı zamanda satın alma güçleriyle ve yeni işyerleri açarak istihdam alanları yaratıyor.

9. İddia : Ticaret eşittir demokrasi.

’90’lı yıllarda ABD dış politikasının mihenk taşlarından biri serbest ticaretin zenginlik getireceği ve bunun da demokrasinin zemini olduğu iddiasıdır. Ancak pek çok örnekte artan ticaret artan özgürlükle birarada yürümemiştir. Devletin 1997 yılı insan hakları raporunda, ’90’lı yıllarda dünya ortalamasının çok üstünde ihracata dayalı büyüme gösteren ülkelerin, demokratiklikten çok uzak oldukları ortaya konmaktadır. Serbest ticaret politikaları zengin ile yoksul arasındaki uçurumu açtığı için toplumsal gerilimleri artırmakta ve demokratik gelişmeyi engellemektedir.

10. İddia : Daha fazla üretkenlik ABD’li işçileri küreselleşmeden koruyacaktır.

Başkan adayı Al Gore bir keresinde şöyle demişti: “Ürettiklerimizin satışının önüne engeller konmazsa diğer ülkelerdeki işçilerin kazandıklarını da elde ederiz.” Bu argüman şu gerçeği gözardı ediyor: pek çok şirket halihazırda, işçilere temel hakların verilmediği ve endüstriyel altyapının son derece geliştiği ülkelerde yüksek bir üretkenlik seviyesine ulaşmıştır. 1997 yılında, Çin’in ABD’ye ihraç ettiği ürünlerin yüzde 26.5’i makinedir (buna telefon ve çamaşır makinesi gibi tüketici mamülleri ve endüstriyel ekipman da dahildir) ve bu oran 1985’te yalnızca yüzde 1.6’ydı.

The Nation, 6 Aralık 1999