Küreselleşen Türkiye Ekonomisinde Bölüşüm ve Birikim İlişkileri

GİRİŞ: KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE

Bu yazıda 1990’lı yıllar boyunca Türkiye ekonomisinin geçirdiği evreleri küreselleşen makro-iktisadî ilişkiler bağlamında ele alacağız. Yazımızın ana odak noktasını, söz konusu yıllarda bölüşüm ve birikim ilişkilerinin çözümlenmesinde devletin konumu ve sermayenin kârlılığının sürdürülmesi doğrultusundaki tarihsel işlevi oluşturmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye ekonomisinin dünya mal piyasalarıyla eklemlenmesi 1980 dönüşümü ile başlatılmış, 1989-90’da da ulusal mali piyasaların serbestleştirilmesi ve uluslararası sermaye kontrollerinin kaldırılmasıyla tamamlanmıştır. Türkiye, 1990’lı yıllarda tamamıyla dışa açık bir makro-ekonomik uyum süreci yaşamış ve ulusal ekonominin birikim ve büyüme ilişkileri de bu sürece uygun olarak yeniden biçimlenmiştir. Bu oluşuma koşut olarak devletin sermaye ve ücretli emek karşısındaki konumu da yeniden yapılanmış ve iktisadî artığın yaratılması ve yeniden dağıtılması sürecine olan yükümlülükleri yeniden düzenlenmiştir.

Burada “küreselleşme” olgusunu en geniş anlamıyla, ulusal ekonomilerin dünya mal ve finans piyasalarıyla eklemlenmesi ve bütün temel iktisadî karar süreçlerinin giderek dünya piyasalarında belirlenmesi olarak algılamaktayız. Bu bağlamda küreselleşen iktisadî ilişkilerin temelde iki unsurdan oluştuğunu görmekteyiz: (i) uluslararası mal ticaretinin serbestleştirilmesi ve (ii) uluslararası sermaye hareketlerinin önündeki tüm idari ve yasal sınırlamaların kaldırılarak, ulusal mal, finans ve emek piyasalarının kuralsızlaştırılması (de-regulation). Küreselleşme ideolojisinin ardında yatan mantıksal kurgu sermayenin kârlılığını tek amaç olarak görmekte ve kârın realizasyonu önündeki her türlü yasal düzenlemeyi iktisadî rasyonaliteye aykırı -çağdışı- olarak nitelendirmektedir. Bu kurgu altında kamunun eğitim, sağlık ve sosyal altyapıya ait her türlü yatırımı pazar ekonomisinin arz ve talep sinyallerine göre değerlendirilerek verimsiz olarak öngörülmekte ve ulusal altyapı hizmetlerinin giderek pazar fiyatlarında maliyetlendirilmesi suretiyle “özelleştirilmesi” amaçlanmaktadır (Bourdieu, 1998).

Dolayısıyla, kârlılığını dünya ekonomilerini tek bir pazara dönüştürerek korumaya yönelen uluslararası sermaye açısından, artık iki stratejik hedef söz konusudur: ulusal devletin denetim gücünün sınırlanması ve emek örgütlerinin kazanımlarının geriletilmesi ve ücretli emeğin gücünün kısıtlanması. “Finansal serbestleşme”, “emek piyasalarının esnekleştirilmesi” gibi görece yeni türetilen kavramlar da bu sürecin ideolojik unsurlarını oluşturmaktadır.

Türkiye’nin küresel dünyayla eklemlenmesindeki ilk adım olan 1980-yapısal uyum programının emek gelirleri üzerindeki etkilerini en yakından özel imalat sanayii büyük işletmeler (25+) verilerinde izlemek olasıdır. Bu amaçla Devlet İstatistik Enstitüsü’nün İmalat Sanayii Yıllıkları’ndan 1950-1996 dönemi için derlediğimiz özel imalat sanayii reel işçi ücretleri ve emek üretkenliği serilerinin karşılaştırılması bize ilginç ipuçları vermektedir. 1a ve 1b nolu şekillerde bu karşılaştırmaya olanak sağlamak için 1950-96 arasında reel işçi ücretlerindeki trend ile emek üretkenliği trendi çizilmektedir.

Söz konusu karşılaştırmada işçi ücretleri için “işçilere yapılan toplam ödemeler” büyüklüğü, “üretimde çalışanlar ortalaması”na bölünerek elde edilmiştir. Emek üretkenliği ise “toplam katma değer”in, “üretimde çalışanlar ortalaması”na bölünmesi sonucunda bulunmuştur. Her iki değişken de Toptan Eşya Fiyat Endeksi ile indirgenmiş ve 1963 TL fiyatları cinsinden ifade edilmiştir. Reel ücret ve reel üretkenlik değerlerinin 1950-1996 trendleri ise Hodrick-Prescott (1980) filtresi aracılığıyla elde edilmiştir.

Söz konusu değerlerin 1950-1996 döneminde Hodrick-Prescott filtre yöntemiyle ayrıştırılmasıyla elde ettiğimiz sonuçlar, emeğin ortalama üretkenliğinin dönem boyunca düzenli bir artış gösterdiğini belgelemektedir. Emek üretkenliğinin 1950-1996 arası yıllık ortalama artış hızı %3.8’i vermektedir. Bu değer, reel ücret trend değeri ile karşılaştırıldığında, ücretlerin 1950-1979 dönemi boyunca artma eğiliminde olduğu, ancak 1979/80’de bu eğilimde bir kırılma yaşandığı görülmektedir. 1950-79 arası reel ücret trend yıllık reel artış oranı %2.9’dur. Bu tarihten sonra reel ücretler trend eğrisi 30 yıllık artış eğilimini terk ederek dalgalı bir patika sergilemekte ve 1980-88 arasındaki daralmayı, 1990-93’ün genişlemesi izlemektedir. 1996 itibariyle reel ücretlerin trend değeri, 1980 düzeyini ancak koruyabilmektedir. Dolayısıyla, 1980 sonrasında ücretlerin oluşumu, emek üretkenliğindeki genişlemelerden kopartılmış konumdadır.

Dünya pazarları ile eklemlenme -küreselleşme- sürecinde ücretli emek gelirlerinin bu şekilde bastırılması ile elde edilen iktisadî artık, bir yandan sermaye gelirlerinin yeniden yoğunlaşmasına olanak sağlarken, diğer yandan da ulusal talebin kısılarak, yurtdışına yoğun teşvikler aracılığıyla pazarlanan sanayi ihracatını beslemekteydi. Dolayısıyla, 1980-sonrası dönemin bölüşüm göstergeleri açısından en ayırdedici özelliği, ücretlerin bastırılması yoluyla maliyetlerin düşürülmesi ve emek üretkenliğindeki artışlara dayalı “klasik” birikim sürecidir. Yazımızın bundan sonraki bölümlerinde bu sürecin ana unsurlarını ve aktörlerini daha yakından tanımaya çalışacağız.

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN 1980-SONRASI BÖLÜŞÜM-BÜYÜME EVRELERİ

Ücretli Emeğin Konumu

Türkiye ekonomisinin yakın tarihindeki gelişme evrelerini ayırdetmek ve bu evrelerin ana özelliklerini tartışmak için 1 nolu Tablo’dan yararlanacağız. Söz konusu tablo, 1972’den günümüze değin Türkiye ekonomisinin geçirdiği yapı değişikliklerini büyüme, bölüşüm ve uluslararasılaşma bağlamında sunmaktadır.

Türkiye ekonomisinin 1972-1999 yılları arasındaki gelişme yolağı üç salınım sergilemektedir. Bunlardan birincisi, 1972-79 arasında sürdürülen ve ithal ikameci sanayileşme olarak tanımlanan kalkınma stratejisidir. Bu dönemi ayrıntılı olarak inceleyen çalışmalar, dönemin büyüme ve bölüşüm ilişkilerini Kemalist bürokratik kadrolar, sanayi burjuvazisi, sanayi işçileri ve köylülük arasında oluşturulmuş hassas dengelere dayalı, geniş tabanlı ve popülist nitelikleri ağır basan bir koalisyon olarak tanımlamaktadır (Boratav, 1983; Boratav, Keyder, Pamuk, 1984). Buna göre korunmaya alınmış geniş bir yurtiçi pazar ve ucuz hammadde üreten kamu sektörü sayesinde özel sanayi kesimine yüksek kâr ve rant sağlanıyor; buna karşılık da özel sermaye, ücretlerin ve tarım kesimine destek sağlayan iç ticaret hadlerinin yükselmesine göz yumuyordu. Ücretlerin ve iç ticaret hadlerinin artmasını sanayi burjuvazisi açısından kabul edilebilir kılan ana mekanizma, ithalata ve stratejik girdilere devlet yoluyla getirilen denetim sonucu yaratılan rantlardı.

Devlet söz konusu dönemde hem yatırımcı hem de üretici bir aktör olarak iktisadî faaliyetlerde önemli bir rol oynamaktaydı. Nitekim, tablodan da görülebileceği üzere, ithal ikameci dönemin en temel unsurlarından biri sabit sermaye yatırımlarının yüksek temposudur. Ancak 1977’den başlayarak ithal ikameci modelin sınırlarına ulaşılması nedeniyle bu tempo sürdürülemez hale gelmiştir. Özellikle, aşırı değerli döviz kurunun ihracatçı sektörler açısından yarattığı dengesizlikler, sanayinin kullandığı dövizi kendi iç dinamiği ile kazanamaması sonucunu doğurmuş; ulusal ekonomi yüksek enflasyon, yüksek kamu finansman ve cari işlem açıkları ve negatif büyüme hızlarına sürüklenmiştir. Bu süreç 1980’e değin iktisadî ve siyasî krizlerin peşpeşe birbirlerini beslemesiyle gelişmiş ve 1980 “yapısal uyum” programının bir askerî müdahale aracılığıyla yürürlüğe konulmasına kadar sürmüştür.

Bilindiği gibi, Ocak 1980 reform paketi sadece kısa dönemli istikrarın sağlanmasıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda ulusal ekonominin yapısını özel sektörün öncülüğünde sürdürülecek olan pazar ekonomisinin güçlerine bırakmayı hedeflemiştir. 1972 sonrasının ikinci büyüme salınımını veren 1981-87 arası dönemin toplumsal bölüşüm ilişkileri açısından temel özelliği, ücretlerin düşürülmesi yoluyla yurtiçi talebin daraltılarak, yurtdışı pazarlara ihraç edilecek bir artığın yaratılmasıdır. Reel ücretler, bir yandan sendikal hareketin yasal olanaklarının giderek daraltılması, bir yandan da emeğin politik örgütlenmesi üzerine getirilen yasakların arttırılması yoluyla hızla geriletilmiş ve ücretli emeğin imalat sanayii katma değeri içindeki payı, özel sektörde %27.5’ten 1987’de %17’ye; kamu sektöründe de %25.0’ten %13.0’e düşürülmüştür[1] (Yeldan ve Köse, 1999). Bu sürece koşut olarak özel imalat sanayiindeki kâr marjları (mark-up oranı ) %31’den, %38’e çıkmıştır.

Söz konusu dönemin birikim ve bölüşüm ilişkileri açısından bir diğer özelliği, sanayi sektöründe ücret maliyetlerinin bastırılmasına dayalı bu “klasik” birikim modelinin, ihracatçı sektörlere yönelik olarak sürdürülen vergi iadesi, ithal girdilerinde vergiden muafiyet ve teşviklendirilmiş kredi kullanımı gibi mekanizmalarla doğrudan müdahaleler ile desteklenmesidir. Ancak, 1980 sonrası Türk ihracata yönelik sanayileşme modelinin en çarpıcı eksikliğinin sürdürülebilir bir sabit sermaye birikimi yaratamamış olmasından kaynaklandığı görülmektedir. Nitekim, 1 nolu Tablo’dan da izlenebileceği üzere, özel sektörce gerçekleştirilen yatırımlar, “serbest pazar ekonomisi koşullarında özel girişimciliğe dayalı kalkınma” stratejisinin beklentilerini yerine getirememiş ve yıllık ortalama artış hızı, kriz öncesi dönemdeki reel artışların ancak yarısında seyretmiştir (Voyvoda ve Yeldan, 1999; Yeldan, 1995). Aynı dönemde, kamu yatırımlarının artış hızı da 1980-88 arasında reel olarak %1.8’i aşamamıştır. Sonuç olarak, özellikle imalat sanayiinde sabit sermaye yatırımları tamamen durgunluğa itilmiş ve 1989’a değin 1980 öncesi reel düzeyine ulaşamamıştır.

Kendi içinde gerekli yatırımlarını sağlayamayan ve emek gelirlerinin daraltılmasına dayalı, “yapay” nitelikli bu yapı 1988’den başlayarak “siyasî-toplumsal” gerçeklerle çatışmaya başlamıştır. Bu nedenle Tablo 1’de 1988 yılı, “yapısal uyum reform sürecinin tükendiği” yıl olarak nitelendirilmektedir. Bilindiği gibi 1988, Türkiye’de sendikal hareketin yükseldiği ve örgütlü işçi kazanımlarının arttığı bir dönemin başlangıcıdır. 1993 yılına değin süren bu dönem aynı zamanda dış sermaye akımları ile beslenen üçüncü büyüme salınımının ipuçlarını vermektedir. 1988-1993 arasında imalat sanayiinde reel işgücü maliyetleri toplam olarak %162.3 artış sergilemektedir. Buna koşut olarak, ücretli emeğin imalat sanayii katma değeri içindeki payı %21.8’e yükselmiştir. Burada ilginç olan husus, söz konusu ücret artışlarının emek üretkenliğindeki uzun dönemli artışlar ile gerçekte uyumlu bir gelişme gösterdiğidir. Emek üretkenliğindeki (işçi başına reel katma değer) artışları özellikle 1984’ten başlayarak ivmelenmiş, ancak bunun işçi ücretlerine yansıması 1989’a değin söz konusu olmamıştır. Oysa, 1984’ten başlayarak, 1993’e değin emek üretkenliğindeki toplam reel artışın %183.6’ya ulaştığı hesaplanmaktadır (Voyvoda ve Yeldan, 1999). Dolayısıyla, artan işgücü maliyetlerinin emek üretkenliğindeki kazanımlar ile birlikte düşünüldüğünde, sermayenin söz konusu dönem boyunca göreceli konumunu koruyabildiğini izlemekteyiz. Nitekim, temel bir bölüşüm göstergesi olarak özel imalat sanayii kâr marjları (mark-up oranları) 1989 sonrasında hızlı bir artış eğilimi içine girmiş ve %33.5 düzeyinden, 1994’te %47’ye ulaşmıştır.[2]

1989 sonrasında Türkiye ekonomisinin birikim ve yatırım önceliklerinin tamamamen uluslararası finans piyasalarının faiz ve döviz kuru sinyallerince belirlendiğini görmekteyiz. Yüksek ulusal faiz ve düşük reel kur aracılığıyla uyarılan kısa vadeli (spekülatif) nitelikli yabancı sermaye, bir yandan kamu açıklarını “dış tasarruflar” biçiminde finanse ederken, bir yandan da ulusal ekonominin ithalat ve tüketim hacmini genişleterek 1990’ların “yeni popülizminin” altyapısını oluşturuyordu. Ancak, yüksek reel faiz-aşırı değerli döviz kuru politikasına sıkışan ulusal ekonomide sabit sermaye yatırımlarının finansmanı yerine, rantiyer tipi kısa vadeli, spekülatif nitelikli kazançların öncelik kazanmasına dayalı yapay büyüme süreci, 1993’ün son çeyreğinde güven eksikliğinden kaynaklanan bir finansal krize dönüşmüş (Özatay, 1999) ve ithalat hacmi bir anda %25 düzeyinde azalmıştır. Bunun sonucunda gayrı safi yurtiçi hasıla %5.5 daralırken, enflasyon oranı %106’ya yükselmiş, imalat sanayii reel ücretleri de %30’a varan boyutlarda gerilemiştir.

Bu gelişmelerin ulusal faktör gelirlerinin paylaşımına ilişkin yansımaları 2 nolu Şekil’de betimlenmektedir. 1998 itibariyle, faiz gelirlerinin ulusal faktör gelirleri toplamı içinde %15.2’lik bir paya ulaştığını görmekteyiz. Bu oran aynı zamanda tüm işgücü istihdamının yaklaşık %45’ini karşılayan tarım sektörü toplam katma değerine eşittir. Faiz gelirlerinin düzeyinin 1980’de hemen hemen sıfıra yakın olduğu bilinmektedir. Faiz gelirlerindeki bu sıçramanın izdüşümü, öncelikle tarımsal katma değerin aşınması ve ücretli emek gelirlerinin 1980-1998 salınımı süresince önce geriletilip, sonra da 1980 reel düzeyine geri çekilmesidir.

Tarım dışı ücretli emeğin payı 1986’da en düşük düzeyine %17.1 ile ulaşmış, daha sonra -özellikle kamu işletmeciliğindeki ücret artışları ile- payını %34’e değin (1992) yükseltmiştir.

Sermayenin Konumu

1989 sonrasında ücret maliyetlerindeki artışlar karşısında sermayenin görece konumunu korumaya yönelik üç oluşumdan bahsetmek olasıdır. Bunlardan birincisi, söz konusu dönemde işgücü piyasalarındaki kuralsızlaştırma ve esneklik sürecinden yararlanılarak istihdamın daraltılmasıdır. Örneğin, DPT tarafından geliştirilen verilere göre 10+ işçi çalıştıran özel imalat sanayii işletmelerinde istihdam 1988’in son çeyreği ile 1992’in son çeyreği arasında %25 oranında azalmıştır. 1994 krizi imalat sanayiinde istihdamın daha da daralmasına ve 1999 itibariyle sektördeki istihdamın hala 1988 düzeyinin altında kalmasına yol açmıştır (Bkz. Şekil 3).

1988 sonrası ücret dönüşümünü sermaye kesimi açısından hazmedilebilir kılan ikinci mekanizma ulusal ekonominin, sanayi başta olmak üzere, birçok alt sektöründe süregelen yüksek yoğunlaşma ve bunun getirdiği sermaye karlılığının korunabilmesi olgusudur. Örneğin, Güneş, Köse ve Yeldan’ın (1996) gerek 4’lü pazar payı, gerekse Hirfindahl endeksleri yöntemiyle yaptıkları hesaplamalara göre, 1980 sonrasında imalat sanayi yoğunlaşma oranlarında hızlı artışlar görülmektedir. Yoğunlaşmanın ulusal pazara yönelik sektörlerde genellikle daha yüksek görünmesine karşın, bir genel kural olarak dışa açılmanın sektörel tekelleşme olgusunu kırmadığı, bilakis birçok sektörde yoğunlaşma oranlarının arttığı hesaplanmaktadır. Tekelci yapıların sermayedara sağladığı olanak ise, mark-up tipi fiyatlama yoluyla maliyet artışlarının nihai tüketiciye yansıtılmasıdır. Bu anlamda 1990’lar Türkiye’si, kâr marjlarının aşağıya doğru katı, yukarıya doğru ise esnek davrandığı bir fiyatlama yapısı sergilemektedir.

Dönemin sermaye lehine çalışan bölüşüm mekanizmalarından üçüncüsü ise sermaye gelirleri üzerinden alınan vergi yükünün giderek düşürülmesi ve etkisizleştirilmesidir. Burada önemli bir gösterge, kurumlar vergisinin tahakkuk ve tahsilat bazında seyrine ilişkindir. Kurumlar vergisi, bir anlamda sermaye kesiminin ulusal vergi havuzuna katkısı olarak değerlendirilirse, bu katkının 1990’lar boyunca son derece düşük gerçekleştiğini ve hattâ devletin iç borç faiz ödemeleri yoluyla da kaynağına iade edilmiş olduğunu söyleyebiliriz (Yeldan, 1999a, 1999b; Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, 2000). 1988 yılında iç borç faiz ödemelerinin milli gelire oranı %2.4 iken, kurumlar vergisi yükü %1.8 civarındadır. Bu haliyle iki unsur arasında başbaşa sayılabilecek bir denge mevcuttur. 1990’lar boyunca iç borç faiz ödemeleri milli gelirin %10’una değin hızla yükselirken, sermaye kesiminin kurumlar vergisi yoluyla vergi yükü %2 sınırını aşamamıştır. Daha ilginci bu eğilimin özellikle sendikal mücadelenin yükseldiği ve ücret artışlarının hızlandığı 1989’dan itibaren önem kazanmış olmasıdır. Önceden de belirttiğimiz gibi 1989, ücretlerin bastırılmasına dayalı “klasik” birikim ve artık yaratımı süreçlerinin çözüldüğü yıldır.

Bütün bu gözlemlerden hareketle ulaşabileceğimiz sonuç; kamunun iç borç idaresinin rantiye kesime yönelik bir gelir transfer mekanizması olarak işlemekte olduğudur. Başka bir ifadeyle elimizdeki veriler “finansal serbestleştirme” söyleminin aslında kamu kesimi maliye politikasının bir uzantısı olarak işlediğini ve devletin özel sermaye lehine gerçekleştirdiği bir rant transferinin temel ideolojik aracı olduğunu belgelemektedir.

Devletin Konumu

Bu saptamalardan hareketle 1990’lar Türkiye’sinde devlet bütçesinin artık sosyal altyapı ve ekonomik büyüme hedeflerinden giderek uzaklaştığını ve finans piyasalarında gelir dağılımını yeniden düzenlemenin bir aracı haline dönüşmüş olduğunu görmekteyiz. 1990’lar Türkiye’sinde devlet, gerek üretici, gerekse yatırımcı niteliğini tümüyle terk etmiş, bunun yerine toplumsal gelir dağılımını -sermaye lehine- yeniden düzenleyen bir araç rolü üstlenmiş durumdadır.

Gerçekten de 1990’lar boyunca kamu kesimi genel dengelerinin çok yoğun bir aşınma içinde olduğu görülmektedir. Örneğin kamunun cari transfer harcamaları 1992’den 1996’ya değin %125’lik bir sıçrama gerçekleştirirken, tasarruf eğilimi de 1992’den başlayarak eksiye dönüşmüş durumdadır. Yani 1990’ların kamu sektörü, ulusal tasarruf havuzuna reel kaynak aktarmak yerine, var olan birikimi emen bir görünümdedir. Kamu sektörünün harcanabilir geliri özellikle 1990-1996 arasında reel olarak tam bir çöküntüye uğramış ve %45 oranında küçülmüştür (Bkz. Şekil 4).

Kamunun gelir ve gider kalemlerinde çok kısa süre içerisinde yaşanan bu olumsuz gelişmeler, bütçe açıklarını ve kamunun finansman ihtiyacını hızla yükseltmiştir. GSMH’ye oran olarak, kamu sektörü borçlanma gereği (KSBG), 1988’deki %4.8’den, 1991’de %10.1’e; 1993’te de %12.1’e çıkmıştır. 1999 itibariyle bu oran %11 civarındadır ve artış eğilimini sürdürmektedir. Bu gelişmenin sonucu olarak, kamu kesimi borçlanma gereğinin ulusal ekonomiye getirdiği iç borç yükü, faiz ödemelerinin hızlı artışı ile kendini 1993 yılından itibaren hissettirmeye başlamıştır. İç borç faiz ödemelerinin, gayrı safi milli hasılaya oranı, 1990’ların başında sadece %2 civarında iken, artan iç borçlanma temposuna koşut olarak 1993’te %4.6’ya; 1999’da da %14’e değin yükselmiştir.[3]

Gerçekten de elimizdeki veriler, konsolide bütçe toplam harcamalarının dağılımında 1988’den, 1998’e değin geçen sürede en önemli artışın iç borç faiz ödemeleri kaleminde olduğunu (toplam harcamalarının %15’inden %42.8’ine); bunu da sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transfer harcamalarının (1998.III’de %9.6) izlediğini göstermektedir. Bu arada, KİT sistemine yapılan transfer harcamaları giderek önemini yitiren bir harcama kalemi haline dönüşmüş, cari personel harcamaları da 1992’deki %56.1’lik düzeyinden sonra, oransal olarak giderek gerilemiştir. Diğer yandan, birincil (faiz-dışı bütçe) dengesinde her ne pahasına olursa olsun fazla yaratma kaygısı, doğrudan doğruya diğer harcama kalemlerine yansıtılmış, bu yaklaşımdan en büyük payı da yatırım harcamaları almıştır. İşçilik maliyetleri hariç tutulursa, konsolide bütçe toplam yatırım harcamalarının, 1998’in üçüncü çeyreği itibariyle, toplam harcamaların %4.6’sına değin düşürüldüğü görülmektedir. İç borç faiz ödemelerinin, yatırım harcamalarına oranı aynı yılda %1010’a; sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transfer harcamalarının da %481’ine ulaştığı görülmektedir (Yeldan, 1999b).

Sonuç olarak, bu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, iktisadî artığın ücret gelirlerinin daraltılmasına dayalı klasik mekanizmaların 1990’lı yıllarda siyasî ve toplumsal gerçeklerle sürdürülemez hale geldiğinde, yeni tür bölüşüm araçlarının devreye girdiğini ve kamu kesiminin bu yeni sürecin tüm maliyetini üstlendiğini görmekteyiz. Söz konusu dönemde devlet, kamu finansman gereğinin karşılanmasında kökten bir reformla vergi gelirlerini yaygınlaştırıp, özel sermayenin sivil vergi ve tasarruf havuzuna olan katkısını arttırmak yerine -kamu kesimi dengelerinin bozulması pahasına- mali piyasalara doğrudan müdahaleyle karşılama yoluna gitmiştir.[4]

ULUSLARARASI SERMAYENİN ROLÜ VE SICAK PARA GİRİŞLERİNE DAYALI BÜYÜME

Kamu açıklarının finansmanı için gerekli kaynağın sadece ulusal tasarruf fazlası ile yaratılamayacağı ortadadır. Nitekim, 1989 yılında başlatılan uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine yönelik düzenlemeler tam bu döneme rastgelmiş ve yarı bilinçli bir refleks ile, kamu kesimi borçlanma gereğinin uluslararası kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişleri ile karşılanmasını olası kılmıştır.

Sıcak para akımlarına dayalı finansman biçiminin en önemli öğelerinden birisi olarak Türk bankacılık sisteminin uluslararası piyasalardan sağladığı yıllık dış kredi giriş ve çıkış hacimlerini 5 nolu Şekil’de vermekteyiz. Şekil 5’in verilerinden hareketle, 1990 sonrası dönemde ulusal bankacılık sisteminden geçen kısa vadeli dış kredi hacminin ürkütücü boyutlarda olduğunu söylemek olasıdır. Kısa vadeli dış kredi giriş-çıkış hacimleri 1991-1993 arasında ayda ortalama 10 milyar dolar civarında seyretmiştir. Şekilde sergilendiği üzere, spekülatif olarak sürekli devinim içinde seyreden bu işlemlerin yıllık hacminin 1993’te 120 milyarı aştığı görülmekte, 1994 krizi sonrasında da bankacılık kesiminin krize uyum sağlama mekanizmalarının en önemlisini oluşturduğu anlaşılmaktadır. (Bu konuda ayrıca bkz. Balkan ve Yeldan, 1998; Ekinci, 1998; ve Yentürk, 1999).

Ulusal ekonominin uluslararası spekülatif sermaye hareketlerine açılmasının Merkez Bankası açısından da yeni bir dönüşüm içerdiği bilinmektedir. Dışa açık bir sermaye rejimi altında Merkez Bankaları hızla edilgen bir konuma sürüklenerek, bağımsız para ve istikrar politikası izleme olanaklarını yitirmektedir. Merkez Bankaları bir yandan sermaye girişlerinin ulusal para piyasalarında yarattığı baskıları hafifletmek için sterilizasyona giderken, diğer yandan da spekülatif sermayenin çıkış tehditlerini göğüslemek amacıyla uluslararası döviz rezervlerini yüksek tutmaya zorunlu kılınmaktadır. Bu olgu karşısında, ulusal Merkez Bankası para politikasını sürdürebileceği mali araçlar üzerindeki denetimini kaybederek, döviz rezervlerini idare eden bir “döviz kuruluşu” konumuna indirgenmektedir. Ulusal malî piyasalara aktif olarak müdahale etme olanağını kaybeden Merkez Bankası’nın gerçekçi bir reel kur ve ulusal kaynakları yatırım ve büyüme önceliklerine göre yönlendirebilecek bir bağımsız faiz politikası izleme olanağı artık kalmamıştır.

Dolayısıyla, 1989 dönüşümünde ulusal ekonominin uluslararası finans piyasalarına eklemlenmesiyle birlikte artık reel üretim faaliyetleri, mali piyasalardaki son derece kırılgan ve düzensiz hareketlerin denetimine girmiş durumdadır. Böylece reel ekonominin dalgalanmaları daha sık ve daha derin olarak yaşanmaktadır. Bu gelişmelere ek olarak, kısa vadeli sermaye hareketleri ulusal mali sistemin kırılganlığını arttırmakta; cari işlemler dengesinde dalgalanmalar yaratmakta ve spekülatif/rantiye faaliyetleri besleyerek, giderek gelir bölüşümünü bozucu bir etki yaratmaktadır (Balkan ve Yeldan, 1998; Yentürk, 1999; Adelman ve Yeldan, 1999).

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Bu çalışmada Türkiye’nin 1980 sonrası dışa açılma deneyimi ele alınarak, söz konusu sürecin 1980-90’lar boyunca geçirdiği safhalar, ekonominin birikim, ulusal gelirin paylaşımı, emek piyasalarının dengeleri ve dış makroekonomik ilişkilerin oluşum süreçleri açısından tartışılmıştır. Çalışma boyunca sergilediğimiz veriler, Türkiye ekonomisinin 1990’lar boyunca içinde bulunduğu iktisadî ve toplumsal kriz sürecinin ana unsurlarının söz konusu dönem boyunca özel sermayeye yönelik olarak çalışan birikim ve kaynak transferi mekanizmalarında aranması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu bağlamda, 1980 sonrasında ulusal ekonominin özel birikim ve kaynakların yeniden dağılımı süreçlerine ilişkin dört temel eğilimden söz etmek mümkün görülmektedir: (i) sermaye gelirleri üzerindeki vergi yükünün görece düşürülüp, etkisizleştirilmesi; (ii) bir rant transferi mekanizması biçiminde işleyen iç borç idaresi; (iii) sanayi sektörlerinde eksik rekabetçi yapıların olanaklı kıldığı maliyet eklerine dayalı mark-up türü fiyatlama yoluyla sermaye kârlılığının korunması ve (iv) işgücü piyasasındaki marjinalleşme ve kuralsızlaştırma sonucu formel istihdam ve işgücü maliyetleri üzerinde sağlanan esneklik sayesinde elde edilen iktisadî artık süreci.

Ulusal ekonomide özel sermaye gelirlerinin artışına yönelik olarak çalışan bu tür rant aktarımı ve kaynak transferi mekanizmaları, kamu kesiminin gelir-gider dengesizliğinin ardındaki en önemli unsurları oluşturarak, kamu kesiminin borçlanma gereğini (KKBG) besleyen temel mekanizmaları da ortaya çıkarmaktadır. Bu süreçte giderek büyüyen kamu açıklarının finansman biçimleri ise dönem içinde farklılaşarak ulusal gelirin bölüşümünde belirleyici bir rol oynamaktadır.

Adelman, I. ve E. Yeldan (1999) “Is This the End of Development?” Structural Change and Economic Dynamics.

Balkan, E. ve E. Yeldan (1998) “Financial Liberalization in Developing Countries: The Turkish Experience” Medhora, R. and J. Fanelli (ed.s) Financial Liberalization in Developing Countries, Londra: Macmillan Press, içinde.

Boratav, K. (1983) “Türkiye’de Popülizm: 1963-1976” Yapıt, Kasım.

Boratav, Yeldan ve Köse (1999) “Globalization, Distribution And Social Policy: Turkey: 1980-1998” CEPA ve New School tarafından düzenlenen Globalization and Social Policy, konulu konferans için hazırlanan tebliğ. New York, Ocak, 1999. Teksir.

Boratav, K., Ç. Keyder ve Ş. Pamuk (1984) Krizin Dinamikleri ve Türkiye’nin Alternatif Sorunu. Ankara: Kaynak Yay.

Bourdieu, P. (1998) “The Essence of Neoliberalism” Le Monde Diplometique, Aralık.

Bulutay, T. (1995) Employment, Unemployment and Wages in Turkey, ILO/SIS, Ankara.

Cizre-Sakallıoğlu, Ü. ve E. Yeldan (2000) “Politics, Society and Financial Liberalization: Turkey in the 1990s”, Development and Change, baskıda.

Ekinci, N. (1998), “Türkiye Ekonomisinde Gelişmenin Dinamikleri ve Kriz”, Toplum ve Bilim No.77 (Yaz): 7-27.

Filiztekin, A. (1999) “Growth and Dynamics of Productivity in Turkish Manufacturing”, Koç Üniversitesi, Ekim, teksir.

Güneş, M., Köse, A. H. ve E. Yeldan (1996) “Input-Output Tablosu Sektör Tasnifine Göre Türkiye İmalat Sanayinde Yoğunlaşma Eğilimleri“, Ekonomik Yaklaşım, 8(26): 33-47.

Hodrick, R. J. and E. C. Prescott (1980) “Postwar U.S. Business Cycles: An Empirical Investigation” Discussion Paper No 451. Carnegie-Mellon University.

Köse ve Yeldan (1998) “Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Dinamikleri: 1980-1997” Toplum ve Bilim, Yaz, s. 45-67.

Onaran, Ö. (1999) The Effects of Structural Adjustment Policies on Labor Market and Income Distribution In Turkey Basılmamış Doktora tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi.

Özatay, F. (1999) “The 1994 Currency Crisis in Turkey” Yapı Kredi Bank Research Department Staff Paper, No 99-01

Temel, A. and Associates (1999) “Functional Distribution Of Income in Turkey” Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, teksir.

Türel, O. (1999) “Restructuring the Public Sector in Post-1980 Turkey: An Assessment” Middle East Technical University, ERC Working Papers, No. 99/6.

Uygur, E. (1993) Financial Liberalization and Economic Performance of Turkey The Central Bank of Turkey, Ankara.

Voyvoda, E. ve E. Yeldan (1999) “Türk İmalat Sanayiinde İşgücü Üretkenliği ve Ücretlerin Gelişimi” Türk-İş 1999 Yıllığı, cilt 2, sf. 195-219.

Yeldan, E. (1999a) “The Impact of Financial Liberalization and the Rise of the Financial Rent On Income Inequality: The Case of Turkey” Cornia (der.) Rising Income Inequality and Poverty Reduction: Are They Compatible? UN-WIDER, baskıda.

Yeldan, E. (1999b) “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisinde Üretim, Birikim Ve Bölüşüm İlişkilerine Toplu Bir Bakış”, Petrol İş Sendikası, 1997/98 Yıllığı İstanbul.

Yeldan, E. (1998) “On Structural Sources of the 1994 Turkish Crisis: A CGE Modeling Analysis” The International Review of Applied Economics, 12(3): 397-414.

Yeldan, E. (1997) “Türkiye Finansal Serbestleştirme Deneyimi” Petrol İş Sendikası, 1995/96 Yıllığı, sf. 202-218.

Yeldan, E. (1996) “Türk Ekonomisinde Krizin Oluşumu, 1990-1993: Bir Genel Denge Analizi”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 23(3): 427-476

Yeldan, E. (1995) “Surplus Creation and Extraction under Structural Adjustment: Turkey, 1980-1992” Review of Radical Political Economics, 27(2): 38-72, June.

Yeldan, E. ve A. Köse (1999) “An Assessment of The Turkish Labor Market Against its Macroeconomics Policies”, T. Bulutay, (der.) The Burdens Related with Turkish Labor Markets and Policies, Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, içinde.

Yentürk, N. (1999) “Short term Capital Inflows and Their Impact on Macroeconomic Structure: Turkey in the 1990s”, The Developing Economies, 37(1): 89-113.

Yentürk, N. (1997) Türk İmalat Sanayiinde Ücretler, İstihdam ve Birikim, Friedrich Ebert Stiftung, İstanbul.

[1] Değerler 10 ve daha fazla kişi çalıştıran imalat sanayi istatistiklerine bağlı kalınarak hesaplanmıştır. Yazıdaki ücret değerleri işgücü gelirlerini temsil etmektedir.

[2] Türkiye işgücü piyasalarının 1990-sonrasında geçirdiği mikroekonomik uyum süreçlerinin daha ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Voyvoda ve Yeldan, 1999; Yeldan ve Köse, 1999; Onaran, 1999; Boratav, Yeldan ve Köse, 1999; Filiztekin, 1999; Yentürk, 1997 ve Bulutay, 1995.

[3] Bu konudaki veriler Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı web sayfası: http://www.treasury.gov.tr adresinden elde edilebilir.

[4] Bu konuda daha geniş bir değerlendirme için ayrıca bkz. Türel (1999), Köse ve Yeldan (1998), Yeldan (1999b ve 1997), ve Boratav, Yeldan ve Köse (1999). Yeldan (1996 ve 1998) çalışmaları ise bir makroekonomik genel denge modeline dayandırdığı çözümlemelerde, 1990–93 arasında kamu maliyesi bütçe açıklarının, sanayi sermayesi reel gelirlerinde yıllık %7’lik bir artışı olası kıldığını savunmaktadır.

ÇERÇEVE(92)

TABLO 1

Türkiye Ekonomisinde Makroekonomik Uyum Süreçleri, 1972-1999

Dünya

Kısa Vadeli Finansal

Sermaye Krizine

İhracata Reform Denetimsiz Kaynaklı Dayalı

İthal İkameci Ekonomik Kriz Sonrası Yönelik Sürecinin Finansal Finansal Büyümeye Talep

Sanayileşme Kriz Uyum Büyüme Tükenişi Serbestleştirme Kriz Dönüş Daralması

1972-76 1977-80 1981-82 1983-87 1988 1989-93 1994 1995-97 1998 1999-00

I. Üretim ve Birikim (Yıllık Reel Değişim, %)

GSYİH 6.8 0.5 4.2 6.5 2.1 4.8 -5.5 7.2 2.8 -5.6

Tarım 1.8 0.5 0.6 0.8 7.8 0.1 -0.7 1.3 7.6 -3.8

İmalat Sanayi 9.7 -0.2 7.9 8.6 1.6 6.0 -7.6 10.2 1.2 -9.2

Sabit Yatırımlar:

Özel 10.6 -5.8 -5.3 12.3 12.6 11.5 -9.1 13.6 -6.7 -8.1

Kamu 18.0 -3.6 0.2 10.3 -20.2 4.3 -34.8 9.0 15.1 -13.1

İmalat Sanayi 16.1 -8.6 -5.1 2.1 -4.8 6.3 -4.7 4.6 -6.6

GSYİH’nin %’si Olarak:

Tasarruflar 20.9 17.3 17.7 19.5 27.2 21.9 23.0 21.1 21.2

Yatırım 21.3 22.3 18.3 20.9 26.1 23.7 24.4 24.8 25.6

Kamu Borçlanma Gereği 5.7a 6.9 3.7 4.7 4.8 9.1 7.9 7.2 8.7

II. Fiyatlar ve Bölüşüm

Enflasyon Oranı (TÜFE) 21.3 61.0 33.2 39.5 75.4 66.4 106.3 84.5 84.6 67.1

Döviz Kuru Yıllık Aşınma 3.9 48.0 45.0 39.7 66.0 50.4 170.0 68.9 71.7 59.0

Devlet Borçlanma Senetleri

Reel Faiz Oranıb – – – – -5.8 10.5 20.5 23.6 16.1 22.4

İmalat San. Reel Ücretleric 3.1 -1.1 -1.1 -3.9 -7.1 10.2 -36.3 -4.9d

Ücret Gelirlerinin

İmalat San. Katma Değer

içindeki payı (%) 27.7 35.6 24.5 20.6 15.4 21.8 16.1 16.6d

III. Uluslararasılaşma

İmalat San. İhracatıe 39.4 14.3 19.7 12.5 14.0 5.1 18.0 10.8 1.3 -3.5

GSYH’nın %’si Olarak:

İthalat 11.7 11.2 14.0 15.9 15.8 14.6 17.8 23. 222.3

İhracat 5.3 4.2 8.5 10.8 12.8 9.1 13.8 15.8 15.3

Cari İşlemler Dengesi -1.4 -3.4 -2.7 -1.9 -1.7 -1.3 -2.0 -1.2 0.9

Dış Borç Stoku 1.4 14.5 27.1 37.8 44.8 35.1 50.1 45.6 49.5

Kaynaklar:DPT Temel Ekonomik Göstergeler; Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Temel Ekonomik Göstergeler; DİE İmalat Sanayii Yıllık Anketleri.

a. 1975-76 dönemine aittir.

b. Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) üzerindeki yıllık bileşik faiz oranı. TÜFE ile indirgenmiştir.

c. Özel İmalat Sanayii verileri 10 ve daha fazla kişi çalıştıran işyerlerine aittir.

d. 1995-96 dönemine aittir.

c. İmalat Sanayii ihracatı yıllık büyüme hızı.