Filistin’deki mücadelenin önemli unsurlarından birisi İslâmi Cihad ise diğeri de İslâmi Direniş Hareketi yani Hamas’tır. FKÖ’nün kuruluş yıllarında olmasa bile 1980’lerden sonra dünyada ve bölgedeki konjonktürel değişim sonucu İslâmi hareketlerin daha ön plana çıkmasıyla birlikte Hamas, Filistin topraklarında hatırı sayılır, gözardı edilemeyecek güçlerden birisi haline geldi. Kökleri her ne kadar 1940’ların Müslüman Kardeşler örgütüne dayansa da Filistin ve dünya kamuoyu Hamas’ı 1987’den sonra tanımaya başladı.
Hamas’ın Filistin’de sözü geçen bir hareket haline gelebilmesi yıllar aldı. 1948’deki İsrail devletinin kuruluşu ve Filistin topraklarının işgâli ile başlayan direniş sürecinde, Filistin’in kurtuluşu için yola çıkan hareketler daha çok millî -Filistin ve Arap kimliğinin ağır bastığı- hareketlerdir. İslâmi motif bu hareketlerde hiç eksik olmadı, ancak hep geri planda kaldı. Nitekim FKÖ şemsiyesi altında toplanan hareketler El Fetih gibi millî-devrimci, Habbaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ile Hawathme’nin Filistin’in Özgürlüğü için Demokratik Cephe’si gibi Marksist gruplardan oluşuyordu. İslâmi kimlik ile hiçbir grup ortaya çıkmadı, ama aynı gruplar zaman zaman İslâmi söylemi de kullanmaktan kaçınmadı.
FKÖ’nün Oslo ile başlayan barış sürecinde eski politikalarının bir kısmını terk etmesi, en azından İsrail devletinin varlığını kabul etmesi ile hareket farklı bir yöne evrildi. Marksist kökenli Filistinli gruplar ise Filistin ve Lübnan topraklarını terk ettikten -ya da terke zorlandıktan- sonra özellikle Suriye gibi ülkelerde barınma zorunluluğu, o ülkelerin dikta yönetimleri tarafından iğdiş edilmeleri ile sonuçlandı. Ve zamanla Filistin halkı için desteğini yitirdiler, ama Marksist gruplar için dönüm noktası, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıydı.
İran devrimi ise tüm bölgede olduğu gibi Filistin hareketi için önemli tarihlerden birisi; Hamas için ise İran-Irak savaşı. Hamas’a göre İran-Irak savaşı uluslararası alanda ve Arap dünyasında Filistin sorununu marjinalleştirmiştir. Hamas, Filistin Hareketinin, Arap dünyasınının gündeminde alt sıralara düşmesinin İslâm için itici bir güç oluşturduğunu, Arafat liderliğindeki Filistin Otoritesinin yönetiminin “Siyonist emeller”den etkilendiğini ve birlikte yaşamanın çelişkilerini azaltmaya çalıştığını öne sürüyor.
İşte bu yüzden başlangıçta Filistin halkını doğrudan etkilemesi söz konusu olmasa da mücadele yöntemi ile “farklı bir hava ve dinamizm” yaratarak, Hamas gibi grupların aracılığı ile İslâm artık kaydadeğer bir itici güç olmuştur. Hamas’ın da bir güç olarak ortaya çıkması aynı sürece oturuyor.
Hamas’ın ilk yıllarında Gazze ve Batı Şeria’da taban yaratmaya çalıştığı, ama tabandan çok İsrail ve Filistin yönetiminin dikkatini çektiğini unutmamamız lazım. ’90’lara gelindiğinde Filistinli yöneticiler İsrail baskıları sonucu hareketin kurucusu ve dinî lideri Şeyh Ahmet Yasin’i tutuklayıp, Hamas’ın bazı üyelerini de sınırdışı etmiştir. Hareketin asıl ismini duyurması ise ses getirici saldırıların, -bu saldırılarda çok sayıda İsrailli sivil öldürüldü- eylemlerin başladığı döneme rastlıyor. Özellikle bombalı intihar saldırıları ile adını duyuran ve kendilerini “Şehit İzzettin Kasım Birlikleri” olarak adlandıran askerî kanat, gençlerden küçümsenmeyecek karşılık buldu.
Filistin halkı içindeki desteğin kazanıldığı tarih ise 1987’de başlayarak ’90’ların başına kadar süren ünlü Filistin İntifadasıdır. İntifadada İsrail tarafından kuşatılan Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın yıllarca kuşatma altında ve kapalı kalması Hamas’a beklediği desteği sağladı. Hamas’ın tabanının her geçen gün büyümesi, popülaritesinin artması, tabiî ki sadece İslâmi söylem ve İsrail hedeflerine karşı giriştikleri intihar saldırıları değildi. Siyasî ve askerî çalışmaların yanında özellikle Gazze şeridinin yoksulluk ve terk edilmişlik koşulları içinde, Filistin otoritesine karşı güvenini yitiren halkın bir kısmı Hamas’a daha sıcak bakmaya başladı. Bazılarına göre bu çok önemli bir nokta. Çünkü Gazze’yi yıllarca kapalı tutan İsrail bir dış dinamik olarak Hamas’ın güçlenmesine de yardım etti. İsrail’in bir dönem Arafat’ı halkının nezdinde güçsüzleştirmek ve Filistin topraklarındaki güçleri bölmek için böyle bir taktiğe başvurduğunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değil.
Böylece Arafat güç kaybedecek, şiddet yanlısı üstelik İslâmi vurgularla öne çıkan bir grup
İsrail’deki şiddet yanlısı, barışa karşı çıkan şahinlerin ekmeğine yağ sürecekti. Yani İsrail bir taşla iki kuş vuracaktı. Nitekim öyle de oldu. Artık İsrail’in Filistin’de uygulayacağı şiddet için gerekli neden ortaya çıkmıştı; bu “Hamas”tı. Ama İsrail daha sonra bununla da yetinmedi.
Hamas tabiî ki, sadece şiddet yöntemleri ile taraftar toplamadı. Filistin halkına önemli hizmetler verdi. Bir yandan okullarda eğitime önem verirken, küçük dispanser ve hastahanelerde Hamas yanlısı doktorlar ücretsiz sağlık hizmeti, yerel yönetimlerde, güçlü oldukları bölgelerde ücretsiz belediye hizmetleri götürdüler.
Tüm bunlar bir yana, Arafat yönetiminin yıllardır süren mücadelede yıpranması, yorulması, eski mücadele koşullarının kaybolması, Arap dünyasının ilgisizliği ve Filistin’in bir dönem kullanılabilir “malzeme” olmaktan çıkması, Oslo ile başlayan barış sürecinde İsrail’in bir türlü yükümlülüklerini yerine getirmemesi, hem Filistin halkının bir bölümünü Arafat’tan soğuttu hem de yeni arayışlara yöneltti. Önceleri gençler arasında yanıt bulan Hamas şu anda özellikle Gazze Şeridindeki İslâm Üniversitesinde temsilcilik düzeyinde yönetimi elinde bulunduruyor. Diğer üniversitelerde de El Fetih’in gençlik kolunun arkasından hatırı sayılır bir güce sahip. Batı Şeria’daki Ramallah, Nablus, Betlehem gibi kentlerde ise Gazze Şeridi’ndeki gücüne sahip değil. Bunu, Gazze’nin kapalı ve sürekli kuşatma altında bulunmasına, ekonomik koşulların daha ağır olmasına karşın diğer kentlerin ekonomik olarak görece daha iyi durumda olması, kentlerin birbirleriyle olan iletişimine bağlayanlar da var.
Örgütün kuruluş bildirgesi ve yayımladığı duyurulara bakacak olursak İslâma çok fazla vurgu yapılmadığı, Filistin halkının özgürleşmesi ve İşgâl altındaki toprakların kurtarılması noktasının altının çizildiği görülüyor. Söylemlerde silâhlı mücadeleyi ön planda tutan sol örgütlerin saldırgan jargonu hâkim. Ama pratikte İslâmi kurallar yürürlükte. Bunun etkisi zaten bölgede çok katı kurallara bağlı sosyal ilişkileri daha da bunaltıcı hale getirebiliyor. Halen devam eden intifada ortamından yararlanarak Gazze’de üniversiteli her iki cinsten gençlerin gittikleri kafelerin Hamas militanları tarafından yakılması bunun son örneklerinden.
Aksa İntifadasının başlangıcında Arafat’ın tavrını gözlemlemek için çatışmalara, gösterilere pek rağbet göstermeyen Hamas militanları, üyeleri daha sonra ön saflarda yer aldı. Arafat’ın daha önceki direnişlerde olduğu gibi, birkaç ölü verdikten sonra İsrail ile masaya oturup oturmayacağını ve intifada süresince kendi üyelerine nasıl davranacağını merak ediyorlardı. Ancak Arafat bu kez kolay pes etmediği gibi hem kendi kamuoyunda desteğini arttırmak; hem tüm grupların birlikte hareket ettiğini göstermek, hem de İsrail’e karşı koz olarak kullanmak için Hamas’ın bazı eylemlerine göz yummakla kalmadı, hapishanelerdeki birçoğu askerî kanada mensup militanı serbest bıraktı. İsrail’in, Hamas’ın özellikle askerî kanadının gerçekleştirdiği eylemlerden çekindiğini bilen Arafat, Hamas militanlarını serbest bırakarak İsrail’i bir anlamda bölgedeki “saatli bombalarla” tehdit etti. Çünkü Hamas barış sürecinden sonra Filistin Yönetimi’nin İsrail’e karşı kozlarından birisi. İsrail’in Filistin yönetiminden taleplerinden birisi Hamas militanlarının hapishanelerde tutulması, ki Arafat’ın çoğu zaman bu talebe uyduğu biliniyor. Nitekim Şarm el Şeyh’de düzenenlenen ve fiyaskoyla sonuçlanan zirvede İsrail’in taleplerinden birisi serbest bırakılan militanların tekrar hapsedilmesiydi. Arafat’ın genelde bu talebe uyduğu da biliniyor. Çünkü bir yandan Hamas’ın Filistin toplumu içindeki etkinliğini azaltıyor, sıkıştığı noktada hapishane kapılarını açıp İsrail’e karşı bir güç olarak kullanabiliyor.