“(...)/Zamanı sorgulamak/ Aslına bakılırsa/ İnsanı sorgulamaktır bütün yaptıklarıyla/ İşte bunun içindir/ Dilimizde düşmeyen/ Hani şu gündelik/ Saat kaç sorusunda/ Duyulunca ürperten/ İtici bir yan bulunur/ Kaçı kaç geçiyordur/ Kaç vardır ya da/ Alnında bir damar/ Birdenbire burulur/ Sanki sana değil de/ Yüreğinden sorulan/ Olabildiğince arsız/ Ve aç bir sorudur/ Leylaklar açtığında/ Kaçı kaç geçiyordur.”
Metin Altıok
“Temiz Toplum”u cümle içinde kullanıyorsak dikkat! Yüreklerimizin zembereğinin ölüm oruçlarına kurulduğu, bir şeyler yapmak için çırpındığımız, kulaklarımızın “Bitti! Ölmediler!” sözcüklerine ayarlandığı, ne ki karadüzen eylemlerin de yürürlüğe girerek izlerin birbirine karıştığı, sivil toplum örgütlerinin, muhalif partilerin sürdürdüğü eylemlerin meşrûiyetine gölge düşür(ül)düğü şu karabasan günlerde, “temiz toplum” kavramını cümle içinde nasıl kullanmalı? Müslümanların oruç tutarak maddi ve manevi olarak kendilerini “temize çektiği” şu günlerde, Müslümanlar açısından bir “arınma” imgesi olan ramazan bayramına yaklaştığımız şu günlerde, insanlarca yeni bir umut işareti olarak algılanan yeni yıla yaklaştığımız şu günlerde, “Temiz Toplum” kavramı üzerine cümle kurmaya nereden başlamalı...
İnsanlığımızın, yüreklerimizin, okuduğumuz kitapların, alıntılarımızın, arkadaşlıklarımızın, komşuluklarımızın, vefanın, şiirin, politikanın, daha özelde cezaevlerinde ortak dayak yediğimiz günlerin, anonim açlığa yattığımız zamanların, tarihin ve insanın yeniden sınandığı şu günlerde, “Leylaklar açtığında/ Kaçı kaç geçiyordur” dizesini sürekli olarak cümle içinde kullanmak kolaylaştırıcı olabilir. “İnsanlar, muhalifler sustuğunda kaçı kaç geçiyordu(r)” cümlesi hal ve gidiş hanemize not düşülmesin istiyorsak, “insanlar(ımız) öldüğünde kaçı kaç geçiyordur”, cümlesinin altında ezilmemek istiyorsak ölümlerden önce bizlerin açması gerekiyor. Hem içeriği hem de zamanlaması tarihen ve siyaseten kanıtlanmış bazı eylemlerdan ve devletten önce açalım ki, “çıkmazın güzelliği”ni imgeden gerçeğe dönüştürelim...
“Temiz Toplum”u cümle içinde kullanıyorsak dikkat! Devlet ve toplum, cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlüleri bir şekilde yeniyorsa! Ama, içerdekiler, “yenilenler!”, “devlet dersinde öldürülenler” bu mücadeleden insanlaşarak çıkıyorsa, Osmanlı İmparatorluğu’nda ya da Cumhuriyet’te saat kaçı kaç geçiyordur... Devlet ve ikizi toplum, dışarıdakileri, sivil toplum örgütlerini, muhalif partileri sürekli yeniyorsa! Ama dışarıdakiler, devleti ve tarihi eleştirenler, “mutsuzluğumuz insan kalmak içindi”, “mutsuzluk da bir gelişmedir” diyenler bu süreçten insan olarak çıkıyor, devlet ve onun özdeşi toplum insanlaşamıyorsa, saat insansızlığı kaç geçiyordur ya da insana kaç vardır? Bunca karabasanın ortasında şöyle dillenebiliriz: Ölüm oruçları ölümle ya da ölümsüz bittiğinde saat kaça kaç geçiyordur, ya da kaça kaç vardır. Devlet söylemini hergün yeniden çoğaltanlar, “Önce Türküz, gerekirse sonra insan oluruz!” makamında konuştuğunda, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun reisi, bedenini ölüme yatıranlara “gebersinler” diye uluduğunda saat kaçı kaç geçiyordur, ya da kurtlar uluduğunda kaça kaç vardır... Ama daha da önemlisi, düşlere bakma durağı sevgili Eşber Yağmurdereli ölüm orucunun 52. gününde destek için açlığa yatıyorsa ve içeriye düştüğü zamandaki gibi “çıt” çıkmıyorsa, Eşber’in imgesi ve gerçeği bu toplumun vicdanına izdüşmüyorsa “Temiz Toplum”a varmak için saat kaçı kaç geçmiyordur ya da insana kaç yoktur?
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Sevgisizlik, sevgiyi; devlet, aşkı; marşlar, şiiri; meclis, seçmeni; anayasa, şarkıları; anavatan, yavruvatanı; çoğunluk, azınlığı; Türkiye, Diyarbakır’ı; Türkiye, Tuzla Ermeni Çocuk Kampını, Türkler, “gavurları”; sürekli yeniyorsa tarihte ve coğrafyada insanda ve isyanda, insanda ve nisyanda saat kaçı kaç geçiyordur ya da insana kaç vardır? Yenen sürekli insanlığından eksiliyorsa, yenilen sürekli insanı çoğaltıyorsa, “Temiz toplum”un teorik ve pratik anlamı nedir, nasıl bir birey öngörür? Mesela kişisel olarak cukkasını doldurmayan, bir “dürüstlük” imgesi gibi görünen ama ideolojik ve siyasi olarak insani kirliliği ve garez toplumunu çağrıştıran “şair!” Ecevit, “temiz toplum”dan söz etse, şiir kirlenmesinde saat kaçı kaç geçiyordur ve Can Yücel’in, “Bülent Ecevit dedi ki/ Kötü şaire güven olmaz” dizelerinden oluşan “İkrar” şiirinde zaman kaçı kaç geçiyordur.
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Yasalar baklava çalan çocukların yutkunmalarını ve masallarını yenmişse!.. İşkenceci polisler işkence yapılan gençlerimizi ve düşlerini yenmişse!... Bir kaç milyonluk çikolata alıp “gözlerini ve gönüllerini” doyurmak için, “yalancıktan” banka soyan ve aldıkları çikolataların yarısını bile yiyemeden yakalanan iki çocuk, hem yasalara, hem polis amcalara yenilmişse!... Banka açmanın meşrû, bankaları hortumlayarak ticareten soymanın daha da meşrû, yaygın cümleyle söylersek, “halk adına kamulaştırmak için” siyaseten banka soymanın da, çocuklar gibi “çikolata icabı” banka soymanın da gayrı meşrû olduğu, “gaspt” olarak nitelendirilip karşığında çift rakamlı cezalar kesildiği bir ülkede, borsalarda ve bankalarda saat kaçı kaç geçiyordur. Çocuğa, masala, gençlere, yani yenildikçe insanlaşanlara kaç vardır?
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Söylenceye dönüşmüş, soygunculuğa garibanlık, hınzırlık, komiklik ve ironi boyutu katan, toplum hafızasında bir fıkra kahramanı gibi meşrûiyet kazanan “dolandırıcı!” Sülün Osman, açık ve gizli, resmi ve gayrıresmî hortumculara yenilmişse, Sülün Osman’ın eline para dökemeyen zamane hortumcular, esirgeyen ve bağışlayan özel mülkiyetin marifetiyle bankaları soyduğunda, sayıları artık kırkı geçmiş haramilerin ülkesinde saat kaçı kaç geçiyordur... Ya da Sülün Osman, paranın sarışın resmi tarihçilerine göre de, karaşın alternatif tarihçilere göre de tarih kitaplarının hangi cüzünde yer almalıdır.
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Bilmek, öğrenmek istiyorum: “Temiz Toplum” kavramı zaman zaman sosyalist edebiyatta da cümle içinde kullanıldığında sosyalizme göre saat kaçı kaç geçiyordur, ya da komünizme göre kaça kaç vardır... Temiz toplum talebi sosyalist taleplerle örtüşebilir mi? Temiz toplum kavramı, eşitlik ve özgürlük tasavvurunu içeren kavramlarımızın, özetle Devrim’in nesi olur? Eşitsizliği, sömürüyü, her türlü ezme ve ezilme ilişkisini yeniden üreten toplumlarda devrim niteliğinde reformlar, reform niteliğinde devrimler yapılsa bile temiz toplum kurabilir, temiz birey olabilir miyiz? Bunca evrensel ve yerel zulmün ortasında, Marx Abi’nin sabah balık tutulan, kuşluk vakti kitap okunan, öğleyin keman dinlenen, ikindileyin keyifle ıslık çalınan, akşam iki... üç daha fazla aşık olunan günlerle “temiz toplum” imgesinin bir ilişkisi var mıdır? “Temiz Toplum” deyince, geçiş süreci bağlamında Sosyalizmi, “Tertemiz Toplum” deyince ise, devletin tırnak içinden azad edilip tarihin çöp sepetine konularak mışıl mışıl düş uykuya daldığı, sınırsız ve sinirsiz, tabusuz ve tapusuz bir dünyayı, Eskimo çocuğun öğleyin, Afrikalı çocukla beş–taş oynamak için çatkapı Güney Afrika’ya gittiği, (sürç–ü lisan ettik; o zaman ülke adı filan olmayacak ki...), insanın insana, insanın kendine devlet olmadığı bolluklar ve özgürlükler dünyasını mı kastediyoruz. Bu kavramı, taktik/stratejik olarak sık–seyrek kullananlar “içini doldursunlar” ki, kendimizi temize çekmemize yardımcı olsun.
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Ne zaman temiz toplumdan, bahsedilse daha çok kirleniyoruz. Evvel emir bu sözün egemenler açısından kullanımı, devasa bir ikiyüzlülüğe, yalana, siyasal ve insanî kirlilikleri, resmi tarih halısının altına süpürmek anlamına geliyor... Mesela egemenler, sürekli yenerken yenilenler, sürekli insandan söz ederken insansızlaşanlar “temiz toplumdan” söz ettiğinde biliriz ki, iki... üç daha fazla kirlenme, iki... üç daha fazla zulüm kapıdadır...
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat!
“Türkiye’nin asıl adı ne olmalıydı biliyor musunuz? Dünyanın en güzel ve en elverişli adı: ‘Kavimler Kapısı Cumhuriyeti...’ Ülkemizin bütün sorununu bir elde çözen bir söz dizisi bu. Kavimler Kapısı Cumhuriyeti: Böyle olmalıydı, evet...”
Cemal Süreya
Evet... Türkiye, Diyarbakır’ı yeniyor!.. Evet ama yenen, toplumsal ve siyasal olarak insanlıktan uzaklaşıyorsa bu yengi yengi midir? Türkiye yani yanlış çoğunluk bir halkı yenmişse, insana kaç vardır, ya da barış için saat kaçı kaç geçmiyordur? Bir halk yenildiğinde, leylaklar açmadığına göre, tersine devlet ve ırkçılık açtığına göre, Osmanlı’ya, Türkiye Cumhuriyeti’ne göre saat kaçı kaç geçiyordur? Türkiye, Dicle ve Fırat’ı yendiğinde batıdaki bütün nehirler ve sular apansız kirleniyorsa, “suyun imgesi sudur” dizesi “suyun gerçeği devlet kirliliğidir”e dönüşüyorsa, suların kalbinde saat kaçı kaç geçiyordur, ya da doğu’daki su ile batı’daki su’yun kardeşliğene kaç su yılı vardır? Bir halkın stratejik kalbi yenilmiş gibiyse, gülcü, selpakçı Kürdi çocuklardan her alışverişimizde insanlığımızdan eksiliyorsak, güllere her dokunduğumuzda, Amed gözlü, Dersim gözlü çocukların gözlerinin içine baktığımızda batıda yaşayan insanları özgül ağırlığı kadar kirleniyorsak, Temiz toplum için saat kaçı kaç geçiyordur ya da Kavimler Kapısı Cumhuriyeti’ne kaç vardır? Şair Cemal Süreya’nın; “Üç anayasa ortasında büyüdüm: Biri akasya; / Biri gül; / Biri zakkum” şiirinden hiçbir şey anlamamakta ısrarlı bir toplumda, “temiz Toplum” denilince hangi anayasada (Akasya:1924, Gül:1960, Zakkum: 1982 Anayasası); kaçı kaç geçiyordur... Ama daha da önemlisi, yeni bir Gökkuşağı Anayasası’na kaç vardır?
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Bu savaş yenenin kaybettiği bir savaşsa, yenenin kayıplarının daha fazla olduğu bir savaşsa, tepeleme bir insan/toplum kirliliği garbın afakını sarmışsa Türk ulusu insanlık bahsinde kaçı kaç geçemiyordur. Kaybedenin, kendisinden de kaynaklanan olumsuzluklara karşın insanlaşarak çıktığı bir savaştan söz ediyoruz. Diyarbakır, Türkiye’yi yenemiyor ama, ezilenin mücadelesini yönlendiren esastan ve usulden açmazlara karşın ezilen, yenilen halk insanileşiyor. Kaybeden, savaşı temize çeken, sözcüklerini ve eylemini onarmaya çalışan halk, savaştan insan olarak, insanlaşarak çıkıyor. Türkiye yeniyor ama, toplum insanileşemiyor, daha da kirleniyor, daha da ırkçılaşıyor... Yenenin neleri kirlettiğini, en dramatik ve dehşet verici örneğiyle, gerillaların cesetlerini parçalamak için mezarlıklarda gerilla kemikleri arayan Türk anaların ellerinin ve yüreklerinin kirlenmesinde gördük... Türkiye, Dibarbakır’ı yendiğinde, “Asker oğlunu kaybeden Türk anası, gerilla oğlunu kaybeden Kürt anasını yendiğinde!” en saf ve en meşrû ana yüreğinin resmi devlet politikasının marifetiyle kirletildiğini gördük. Altını çizmek istiyorum; Türkiye, Diyarbakır’ı yeniyor ama, yenilen, yenenin ayaklarını bağlıyor, yenilen bir türlü insanileşemiyor... Yenilenin insanileşmesi yenenin ayaklarına dolanıyor, yenen bir türlü kaçamıyor, tarih ve insan ayaklarına dolanıyor... İnsanlık ve tarih, devleti ve resmi söylemi suçüstü yapıyor...
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Türkiye Ermenileri yeniyor ama, yenilen insanileşiyor, yenen kirleniyor, kirletiyor... İHD İstanbul Şubesi, “Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un hazırladığı, “Tuzla Ermeni Çocuk Kampı/ Bir El Koyma Öyküsü” isimli tarihsel dramın belgesi olan kitabı okuduğumuzda, Ermeni kardeşlerimizin tümüyle yasal yollardan edindiği bir araziye, çocuk ve insan emeği ile o arazi üzerinde yaratılan kamp tesislerine, devletin zaman altından su yürüterek el koyma öyküsünü okuduğumuzda da yenilenin insanileştiğini, yenenin ise kirlendiğini duyumsuyoruz... Şimdi sözün burasında, resmi tarihin bütün zamanlarda özeti olan “ganimet” kültürünün altını Ermeni çocukların lirik hikâyeleriyle bir kez daha çizerek söylersek, Ermeniler yenildiğinde, ya da Türkleştirilmeye çalışıldığında saat kaçı kaç geçiyordur ya da temiz topluma kaç vardır? Ben bir kez daha bu vesileyle, Ermeni kardeşlerimizi anımsayarak “yine azınlığa düştü yüreğim” desem, insanlık bahsinde kaçı kaç geçiyordur, ve bu, kaçın kurrası olan devletin/ toplumun insanileşmesine, temizlenmesine kaç vardır?
Metin Altıok, “Tarih Üzre” şiirlerine “Koskoca Osmanlı tarihi; / Gözleri fıldır fıldır dönen, / Kesikbaşların esrarıdır sanki” dizeleriyle başlamışsa ve “Osmanlılık üç kıtaya yayıldı; / Ama güngörmüş Anadolu, / Yine de hiç Osmanlı olmadı” diye devam etmişse, Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’ndaki çocukların kalbinde kaçı kaç geçiyordur, bütün resmi tarihin kanıtı olan “Çocuk cıvıltıları çekilince suyu da çekilmiş kuyunun” yanıbaşındaki küskün ağaçlarda dallar kaçı kaç geçiyordur... Ya da, sevgili Hrant Dink’in, “Benim isyanımın pike uçuşları ise, bin bir özenle yaptığı yuvası bir darbeyle yok edilmiş kırlangıcınki kadar keskin... Ama çaresiz...” cümlesindeki kıssadan hisseyi kavramaya kaç vardır...
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Devlet, “devletlerin okuması yazması yoktur, bütün devletler cahildir,” demeye getiren Cumartesi Anneleri’ni yeniyor ama yenilen insanileşiyor... Yenen tarihten, coğrafyadan ve insandan uzaklaşıyor. Devletin, devletlerin, resmi politikaların bütün bildiği; insan olmayı, öteki olmayı yasaklamak, herkesi bir yolunu bulup kendine, devlete benzetmek, insanın içi ile dışı arasında sınır koyarak, insanın kendine devlet olmasını sağlamak, öteki insanla, ulusla, halkla, öteki doğayla, kuşla, şarkıyla ilişkisini engellemek. Yani insana, doğaya şiire, aşka, kuşlara devlet olmak! Sürekli yenmek... Sürekli yenmek... Sürekli yenmek... Bildiği bütün yanlışlıkları, kurnazlıkları devlete ve/veya devletlere kimin öğrettiğini merak ediyorum! Ve devam ediyorum, devlet Cumartesi Anneleri’ni yendiğinde, kayıplar coğrafyasında kaçı kaç geçiyordur, ya da bütün bunları görmezlikten gelen toplum kaç insan yılı eksiliyordur....
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Bir toplum önce devletine, sonra kendine hem mecburi hem de “meccani!” yenilmişse, toplumun içi bitmişse, içi–dışı hergün her saat, her meselede devlete benziyorsa, dünyada bu kadar devletine benzeyen bir toplum yoksa temiz topluma kaç vardır, ya da barbarlık toplumunda kaçı kaç geçiyordur... İçeri ile dışarı arasında fark kalmamışsa yani “dışarı” denen bir mekansal ve insani alan sıfırlanmışsa, dışarı bitmişse, Özgür Acılar Cumhuriyeti’nde kaç kaç geçiyordur ya da temiz topluma/bireye kaç vardır...
“Temiz Toplum”dan söz ediyorsak dikkat! Siz, gittiğiniz, gezdiğiniz yerlerde böyle bir devlete, topluma, insan tipine rastladınız mı? Sahi siz tarihte coğrafyada, okuduğunuz ya da resimlerine baktığınız kitaplarda bizimkine benzeyen devlete rastladınız mı?
Siz kişi başına düşen devlet miktarı, kişi başına düşen yoksulluk miktarı, kişi başına düşen zulüm miktarı, kişi başına düşen işkence miktarı, kişi başına düşen duyarsızlık miktarı, kişi başına düşen ırkçılık, kişi başına düşen Türk miktarı, miktarı bu kadar çok bir topluma/ülkeye rastladınız mı?
Devleti hatırlatan ne çok işaret var hayatımızda. Devletin hayatı bireye ve topluma, toplumun ve bireyin hayatı devlete dahil... Devleti hatırlatan ne çok şey var hayatımızda. Yanlış iliklenmiş bir gömlekte, ilik ile düğmenin çaresizliği, toplum/devlet ve insanın yanlış iliklenmiş halini hatırlatıyor.
Yeni yıla öngelen şu günlerde, masumiyetini, yüreğini kaybetmiş, toplumsal siyasi bir kirlilik içinde kendini mutlu ve yenmiş sayan çoğunluğun ülkesinde cümlemi şöyle kuruyorum: Düşmez kalkmaz sadece düşlerimiz... Kuruyorum da, yine de bir soru açıkta kalıyor: Düşlerimiz ile günümüz arasında saat kaçı kaç geçiyordur ya da kaça kaç vardır... Günün şu saatinde, yanlış eylemler doğru eylemleri yeniyorsa, yeni yıla kaç vardır, ya da eski tarih mukaddes modasına göre kaçı kaç geçiyordur... İyi yıllar yerine; düşmez kalkmaz sadece düşlerimiz, desem, kaçı kaç geçiyordur ya da kaça kaç vardır!...