Geçen hafta İsmet Berkan çok hayırlı bir iş yaptı. YÖK üyeliğine aday gösterilen Celal Şengör’ün tüm rektörlere göndermiş olduğu mektubu yayınladı. Yıllardan beri bilim fetişizminin nasıl dinselleşebileceğini, bilimsel zannedilen pozitivizmin niçin ‘çağdaş’ bir hurafe olduğunu ve pozitivist bakış açısının kemalizmle olan yoğun ilişkisini anlatmaya çalışıyoruz. Buradan hareketle de kemalizme dayanan toplumsal tezlerin nasıl olup da çoğu zaman baskıcı, dışlayıcı, açıkça faşizan bir yöne meylettiğini anlama gayreti gösteriyoruz. Ama hiçbir şey iyi bir örneğin yerine geçmiyor... O nedenle Şengör’ün mektubu tam zamanında yazılmış.
Bu meşhur bilim adamına gore “Din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve… dogmalarından vaz geçemez. Bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik olarak yaklaşır… ‘Üniversitede yasak olmaz’ diyenlerin, üniversitede yanlışlığı ispat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir… Kimse bize bu açıdan ‘bilimperestlik yapıyorsunuz’ diye bir eleştiri yöneltemez, zira, büyük felsefeci Lord Bertrand Russell'ın dediği gibi, insanlığın gerçekten bildiği fakat bilimin bulmuş olmadığı hiçbir şey yoktur… Türban yasağının kaldırılmasını temelde yalnızca bu nedenle kabul etmemiz mümkün değildir… Aklı ve eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir sistemi üniversite kapısından içeri alamayız. İcab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız. “
Bilgi kuramı alanında tek bir ders görmüş olsanız bile, yukardaki satırların patetik bir safsata olduğunu bilirsiniz… Çünkü herşeyden once dinin dogmalardan vazgeçmemesi, dindarların o dogmalardan ne anladıklarını hiçbir şekilde belirlemez ve çoğu zaman o dogmalar insanları bilgiye yönetmekten de geri durmaz. Ancak daha da önemli olarak bilimin gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyerek sürekli hakikate yaklaşması, tek olası bilginin bilimden geldiği gibi fikirlerin kendisi pozitivizmin yücelttiği laik hurafelerdir. Bu görüşlere sahip birinin üniversitelerde ders vermesinin tek yararı çeşitlilik yaratması ve öğrenciye totaliter endoktrinasyonun psikolojik temelinin ne olduğunu anlaması açısından uyarıcı olmasıdır.
Tablonun tümünü kavramak için bir başka ‘bilim’ adamına daha bakalım… Ulusalcı grubun önde gelen üyesi Ümit Sayın’ın derin devleti öven, TSK’yı yumuşak bulan, darbeden başka çare olmadığına değinen düşünceleri son günlerde yeniden medyada. Bu kişinin istihbaratçılarla doğrudan komplo düzenlemeyi ima eden telefon görüşmeleri de…
Şimdi meselenin asıl önemli tarafına gelelim: Şengör TÜBİTAK, College de France, ABD Ulusal Bilimler Akademisi üyesi… Sayın ise Wisconsin Üniversitesi’ne bağlı olarak yıllarca çalışmış. Biri jeolog, öteki nörolog. Yani doğa bilimlerinde uzman insanlar. Ancak pozitivizm beşeri bilimlerin de aynen doğa bilimleri gibi ‘doğal’ yasalara sahip olduğunu ve bu yasaların doğasının sabit olduğu inancına sahip. Dolayısıyla da birçok fen ve tıp bilimleri uzmanı, sırf kendi alanlarında bilgili sayıldıkları için toplumsal dinamiği de anladıklarını sanırlar. Üstelik bu temelsiz varsayımın bir tür cehalet olduğunu farkedemezler… Salt dindar olmadıkları için din hakkındaki kanaatlerinin bilimsel olduğunu zannedecek kadar kendini kandırabilenleri de çoktur…
Böylece kendilerini diğer insanlardan daha ‘ileri’ sanmaya başlar, insanlık için neyin doğru olduğunu bildiklerini vehmederler. Oysa düşünmeye açık tek bir hocadan ders almış basit bir üniversite öğrencisi bile, totalitarizmin bu temel üzerinde yükseldiğini, faşizme geçit veren ülkelerde söz konusu bağnazlığın ne denli yaygın olduğunu, cinayet örgütlemeye varan ‘çağdaş’ hezeyanların ardında hep bu hurafe bilimciliğin yattığını bilir. Türkiye’de ise bu gibi insanlar ‘hoca’ olurken, insanlar sırf giyimlerinden ötürü okulun dışında tutulurlar…
Taraf, 5.2.2008