Öncelikle 100. yıl Soykırım anmalarında hedeflenenler açısından Ermenistan'ın başarılı bir sınav verdiğini söylemeliyim. Ermeni Soykırımı uluslararası politik arenada en genel anlamda benimsendi. Bunun bir nedeni Ermenistan ve diaspora tarafından geliştirilen politik etkinliklerin iyi örgütlenmesi iken bir diğer yönü ise Erdoğan'ın gerilim üzerine kurulu yaklaşımıydı. Erdoğan'ın geliştirmeye çalıştığı oyalama politikaları sonuç vermedi. Alternatifi 24 Mart Çanakkale anmaları ise kendisinin Erivan' a yakıştırdığı gibi kendi çalıp kendi oynama havasında kaldı. Elbette bütün bunlar olmayabilirdi. Kardeşliği, eşitliği esas alan politikalar tercih edilseydi.
İşin bu kısmını şimdilik geçelim. Biz Erivan sokaklarının son iki haftasına göz atalım. Elbette öncesi de birçok şey yapıldı. Ama yoğunluk son haftalarda yaşandı. Önce Kim Kardashian'ın aile efradıyla birlikte ülkeyi ziyareti bakışları Ermenistan'a çevirdi. Bizim memleketin basını onu her ne kadar bir magazin öğesinden öte algılamasa da dünya başka türlü baktı. Kardashian'ın olduğu günlerde çeşitli arama motorlarında Ermenistan ve Soykırım sözcükleri ilk sıralara yerleşti.
Sonrası ise, evet bir soykırım anmasıydı ama adeta festival havasında geçti desem yeridir. Yoğun bir turist akınına uğradı kent. Zaten aylar öncesinden bütün otel vb. rezervasyonlar dolmuştu. Dünyanın her yerinden Ermeniler ve anmalara ilgi gösteren birçok farklı halktan insanı sokakta görmek mümkündü.
Belki tekrar gibi olacak ama yine de söyleyelim, kentin her yeri unutma beni çiçeklerinin sembolleri, soykırımı anan çeşitli ebatta pankart ve afişlerle donatılmıştı. Ve hatta bazı merkezî yerlerde bir süre önce açmış olan laleler sökülerek, yerine unutma benilerden dikildiğine dahi şahit olduk. Anlayacağınız şehir, etkinlikler için hazırdı.
Konserler, gösteriler, paneller, forumlar birbirini kovaladı. Bu etkinliklerden en önemlisi kuşkusuz iki gün süren Global Forum'du. Forum boyunca Ermeni Soykırımı'na dair çalışma yapan, sözü olan birçok insan konuşma imkânı buldu. Ülkemizden ise aralarında Ragıp Zarakolu'nun da yer aldığı az sayıda aydının yer alması dikkat çekiciydi (Devletin aldırışsızlığı anlaşılabilir ama muhalif kesimlerin de benzer bir ilgisizliğinin olduğunu söylemek, sanırım abartılı olmaz). Forum sonunda yayımlanan deklarasyonda soykırımın sadece Ermenistan'ın problemi olmadığı vurgulanırken, bugün soykırım benzeri tehlikelere (IŞİD vb.) dikkat çekilerek, ortak mücadele önerildi.
Elbette anlatacak çok şey var ama aklımda biraz daha fazla yer edenleri sıralayayım. 23'ü akşamı hem Cumhuriyet Meydanı'nda sahne alan Amerikalı Ermenilerden oluşan rock grubu System Of A Down, hem de şakır şakır yağan yağmurun altında zıplayan seyirciler güzeldi.
Bir diğeri ise 24'ünde Soykırım Anıtı'nın olduğu resmî tören alanından. Törende “üç baba” vardı, ama Putin'in gölgesi Hollande ve Sarkisyan'ınkini bir hayli geride bırakmıştı.
Yine tören alanında dikkat çeken bir diğer şeyse, liderlerin konuşma yaptığı kürsünün arkasında anmaların sloganı olan, “hatırlıyorum ve istiyorum”un Macarca olarak yazılmasıydı. Macarlar bir parlamenterle törende temsil ediliyordu. Ama Ermenistan'la araları son birkaç yıldır bozuk. Diplomatik ilişki yok.* Ve geçtiğimiz haftalarda Budapeşte'de, Türkiye-Azerbaycan-Macaristan dostane bir konferans düzenlediler. Soykırım'ın AP tarafından tanınması sürecinde de pek sesleri çıkmadı. Mesaj bu durumdan hoşnutsuzluğa mı işaret ediyordu, yoksa sadece bir tesadüf müydü bilinmez.
Tören yağmursuz geçti. Tören sonrası ise yine yağmur vardı. (Anmaya katılmak için uzaklardan gelenler çok şanssızdılar, normalde günlük güneşlik olan kent 23 ve 24'ünde hep yağmurluydu. Cumartesi ise yine güneş parlıyordu.) Buna rağmen gece de devamlı ziyaretçi akınına uğradı Soykırım Anıtı. Ellerindeki çiçekleri bırakmak üzere gelenlerin yoğunluğu ertesi gün de devam etti.
Bir başka dikkat çeken şeyse dil cümbüşüydü. Belki kimse çoğu zaman aynı dili konuşmuyordu ya da konuştukları ana dilleri değildi ama herkes anlaşıyordu. Sıcaklık birbirini daha önce hiç görmemiş ve belki bir daha da görmeyecek insanların birbirlerine iltifat yağdırmalarına engel olmuyordu.
Beni etkileyen iki sahneyi daha anlatayım ve bitireyim.
İlki geleneksel bir restoranda biz, iki Porteño (Buenos Airesli), on kadar Cordobez (Cordobalı) arasında geçiyor. Yukarıda sıraladığım kişilerden “biz”in haricindekilerin hepsi Arjantinli Ermeni. Ama birbirleriyle zaman zaman alay edebilecek kadar şehirlerine de bağlılar. Onlar şakalaşa dururken, olaya bir grup mafya kılıklı külhani de dahil oldu. Bütün garsonlar onların etrafında el pençe divan. Votkalar hızla içilmeye başlandı. Sonra bu kabadayı teşkilatının yanlarında bir de çalgıcı ekibi getirdiğini öğreniyoruz. Böylelikle Kusturica filmlerini andırır sahne tamamlanıyor. Ama burada müzik, hüzünlü cinsinden.
Hüzün elli-altmış kişinin olduğu salona çöküyor. Mafya kılıklılardan biri, her kadehi devirmeden önce, arada tek tük sözcüklerden anladığımız kadarıyla soykırımla ilgili konuşma yapıyor. Diğer biri ise müzisyenlere talimatlar veriyor. Sonra bu hüküm sahibi şahıs bizim Cordobalılardan biriyle göz göze geliyor. Sonrası, 50-60 yaşındaki bu iki adam birbirine sarılıp salya sümük ağlamaya başlıyor. Bu iki kişi sözcüklerle olmasa da anlaşıyorlar. Uzun yıllar sonra kardeşini bulmuşçasına. Neyse sakinleşiyorlar, sonra eşofmanla restorana gelmiş olan hüküm sahibi şahıs sesleniyor bir kez daha “herkese benden votka!”
Evet gözyaşları boldu bu sıralar. Son sahnemiz ise Ermenistan-Türkiye sınırında. Memlekete 30 yıldır hasret olan bir arkadaş, hazır gelmişken buraya deyip, uzaktan da olsa bir göreyim ülkemi diyor. Sınıra vardığında içi burkuluyor. Öte tarafta “bizim Allahsızlar cami yapmışlar, bir süre bekledim, acaba bir ezan sesi duyabilir miyim diye, hem de benim gibi bir kâfir” derken gözleri doluyor...