Fazilet'in İmajı, İmajın Fazileti

Milli Görüş Hareketi, yani Milli Nizam Partisi (MNP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve Refah Partisi (RP) geleneği, Fazilet Partisi (FP) ile yeni, sancılı ve belirsiz bir sürece girdi. Her toplumsal süreçte olduğu gibi burada da hareketin kaderini, süreklilik ile değişim arasındaki dengelerin ne ölçüde kurulabildiğini belirleyecek.

Genel Başkan Recai Kutan sayılmazsa, Başkanlık Divanı’nda Milli Görüş Hareketi’nin en eski üyesinin RP’ye Aralık 1995 genel seçimleri arifesinde geçen Aydın Menderes olduğu düşünülürse, değişim konusunda çok şey vaadeder görünen FP’nin süreklilik noktasında ciddi problem yaşayacağı kestirilebilir.

Yine de FP’nin geleceği ile ilgili fikir yürütmemize yardımcı olabilecek unsurlar teker teker belirginleşiyor. Önce FP’nin kadrolarına bakılacak olursa, ağırlığın eski RP’lilerde olduğu rahatlıkla görülüyor. Bir-iki fire dışında FP’ye katılan RP milletvekilleri yeni partide önemli bir konumda bulunuyorlar. Ardından eski RP’li belediye başkanları geliyor ki, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Bilgin dışında neredeyse tümü FP’ye geçmiş durumda. Anayasal zorunluluk nedeniyle RP’li başkanlarına ve yerel parti yöneticilerinin belli bir bölümüne görev veremeyen FP’nin, seçmenle bağını, en azından şimdilik bu belediye başkanları sağlıyor.

Türkiye çapındaki yaygın örgütlenmesini henüz tamamlayamamış olan FP, hem yasal, hem siyasal nedenlerle yeni, taze kadrolara ihtiyaç duyuyor. İlk izlenimler, bu ihtiyacın belirli ölçülerde giderildiği yolunda. Hâlâ anketlerde ülke çapında birinci parti gözüken, birçok belediyeyi kontrol eden FP politikaya atılmak isteyen, özellikle de köklü partilerde birtakım köşeleri kapmak için zorunlu zamanı atlamak isteyenler için cazip bir parti. Nitekim, daha önce diğer merkez partilerinin içinde veya yakınında bulunmuş, ama şu ya da bu şekilde yükselememiş olan birtakım isimlerin, özellikle yerel zeminlerde FP’ye yöneldiği duyuluyor.

Bir diğer ilginç grup “dönek radikal İslâmcılar”. Geçmişlerinde Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki “Milli Görüş” çizgisini, yasal zeminde politika yapmayı İslâmcı kriterlerle sert bir şekilde eleştirmiş olan çoğu orta yaşlı ve üniversite mezunu sayısız taze isim “hayata atıldıktan” sonra “demokrasi ve particiliğin” faziletlerini FP’de keşfetmiş durumda. Aslında Milli Görüş her zaman eski radikallerden beslenmeyi bilmiş bir harekettir, ancak devşirmelerin, bu hareketin iplerini ellerinde tuttukları veya tutabilecekleri duygusuna ilk kez FP ile kapıldıkları söylenebilir.

Kuşkusuz bu duygu, Erbakan ve Milli Görüş “nomenklaturası”nın yasaklı veya geri planda olmasıyla yeşerebiliyor ki FP’nin geleceği de bu eski kurtların yeni partiyi açık veya gizli, doğrudan veya dolaylı yollarla ne ölçüde kontrol edilebileceklerine bağlı. Bu kontrolde en önemli görev bazı milletvekilleri, belediye başkanları ve başta FP Genel Başkanı Recai Kutan olmak üzere birtakım yöneticilere düşüyor. RP döneminde geri planda kalmış çok sayıda kadronun yetki ve sorumluluk aldığı, özellikle de Milli Gençlik Vakfı’nda tam bir “Erbakancı” olarak pişmiş çok sayıda gencin yerel parti örgütlerinde yöneticiliklere getirildiği söyleniyor.1

LİDERLİK SORUNU

Erbakan’ın siyasî yasaklı olmasıyla birlikte yeni partinin temel sorununun “liderlik” olduğu söylenegeldi. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın isimleri “genç ve yenilikçi” lider adayları olarak geçti ve sonunda koltuk “emanetçi” olduğu söylenen Kutan’a kaldı. Bugüne kadarki yaşananlar Milli Görüş Hareketi’nin liderinin hâlâ ve anlaşılan sağlık koşulları elverdiği ölçüde, tartışmasız bir şekilde Erbakan olduğunu bir kez daha gösterdi. Arada sırada Milli Gazete’ye demeç veren Erbakan’ın FP’deki tüm gelişmeleri yakından takip ettiği, başta İstanbul olmak üzere birtakım illere başkanları bizzat atadığı biliniyor. Zaten “lider adayları”ndan Gül ve Arınç’ın sesleri artık pek çıkıyor.

Erdoğan ise FP’nin hem İstanbul, hem de Türkiye’de tartışmasız en karizmatik ismi. Fakat birçok yerde “Başbakan” sloganlarıyla karşılanmasına rağmen durumu belirsizliğini koruyor. Her şeyden önce Yargıtay’ın hakkında vereceği karar, buna bağlı olarak yasal olarak siyaset yapıp yapamayacağı bekleniyor. İkinci olarak her ne kadar RP üst düzeyi ve kendisi büyükşehirde yeniden aday olacağını söylüyorsa da, Erdoğan’ın parti genel başkanlığına talip olup olmayacağı; olacaksa, buna uygun olarak milletvekilliğini mi tercih edeceği henüz netleşmiş değil.

Mahkemesinin de etkisiyle FP’nin bir numaralı gündem maddesi haline gelen Erdoğan’ın gariptir, karizması arttıkça, etrafındakilerin sayısı azalıyor. Çünkü her şeyden önce Erbakan’dan destek görmüyor. Ayrıca Erdoğan için artık “yenilikçi kanadın lideri” demek imkânsız. Çünkü yenilikçilerin politikaları uzun zamandan beri, özellikle de RP’nin yeni vitrini ve Recai Kutan’ın geliştirdiği ılımlı söylemle birlikte genel merkez politikası haline gelmiş durumda. Teşkilât içindeki etkisi de zamanla azalan Erdoğan bu nedenle belediyeciliğini daha fazla öne çıkarmaya gayret ediyor. Bir de partisi dışındaki çevreler, özellikle de devletin üst düzeyi nezdinde meşrûiyet kazanmaya çalışıyor.

İDEOLOJİ YERİNE İMAJ

FP üst yönetimi de, Erdoğan gibi “derin devlet”le ılımlı bir diyalog kurmanın yollarını arıyor. Açık söylemek gerekirse bunu daha usturuplu, “faziletli” bir şekilde yapıyor. Bunun dışında FP yeni dönemde RP’ye oy vermemiş, hattâ ondan korkmuş toplum kesimlerine açılmak, böylelikle de merkeze yerleşmek istiyor. “Bu yeniden yapılanma”nın baş aktörü Genel Başkan Recai Kutan ve onun bugüne kadarki performansı parti içi ve dışında “şaşırtıcı bir şekilde başarılı” bulunuyor. Dolayısıyla Kutan’ın “seçime kadar” değil, “gittiği kadar” bu görevi sürdüreceği yorumları yapılıyor.

Geleneksel parti tabanı, zaten camiaya uzak olmayıp geçmişte yasal nedenlerle aktif politika yapamayan “profesörler”den tedirgin değil, ama Prof. Nevzat Yalçıntaş, Ali Coşkun, Cemil Çiçek, Nazlı Ilıcak2 gibi İslâmcı olmaktan ziyade “milliyetçi-muhafazakâr”, hattâ kimi durumlarda “liberal” bilinen “sağcı” transferlerin ne getirip ne götüreceğini epey merak ediyor. Kendilerinden olmayanları şu ya da burada, şu ya da bu nedenle, şu ya da bu şekilde kullanmak, ardından da hiçbir şey olmamış gibi fırlatıp atmakta epey mahir olan Milli Görüşçülerin çoğu bu isimleri kendilerinden görmüyor, ama mecburen sesini de çıkarmıyor. Onlara göre, taşlar yeniden yerlerine oturacak bu kişiler de geldikleri yere geri döneceklerdir. Ancak Türkiye’yi daha farklı tahlil eden bu “büyük” transferlerin hemen tümü kendilerini FP’de misafir değil, ev sahibi olarak görüyor ve bu partiden “ikinci bir 1983 ANAP”ı” çıkarma kararlılıklarını çekinmeden dile getiriyorlar.

Şu ana kadar yaşananlar, RP’nin, ne yeni bir RP, ne yeni bir ANAP, ne yeni bir DP olmadığını, bunların hepsinden kimi öğeler taşımakla birlikte zaten henüz partileşemediğini gösteriyor. Kendisini hem sistemin esas sahiplerini, hem kendisine karşı olan seçmenleri, hem de kendi geleneksel tabanı tatmin etmek zorunda hissedilen FP üst yönetimi, çareyi politik olarak ciddi mesajlar vermek yerine imaj ve vitrin düzenlemelerinde bulmuş gözüküyor.3

Ama bu imaj ve vitrin çalışmalarının başarılı olup olmamasından daha önemli bir sorun var. Her ne kadar egemen medyada “keşke Müslüman demokrat parti olsa” şeklinde arada bir çıkan yorumlara rağmen, FP’nin rakip ve özellikle de düşmanlarının, bu hareketin ılımlılaşmasını, sistemin merkezinde yeralmasını istedikleri hiç de söylenemez. Dolayısıyla bütün bu çabalara rağmen, bir-iki “kendini bilmez”in yapıp etmeleriyle FP’nin de rahatlıkla kapatılabileceğini düşünenlerin sayısı hayli yüksek. Hattâ çok sayıda açıkgözün, FP’nin kapatılması sonrasında kurulacak yeni bir partide daha iyi köşeler kapabilmek için pusuda beklediği de biliniyor.

RUŞEN ÇAKIR

[1] Hatırlanacak olursa RP de MSP’nin alt düzeydeki kimi kadrolarınca kurulmuş, bunlar yasakların kalkmasından sonra yerlerini Erbakan ve arkadaşlarına devretmişlerdi. Bununla beraber Ahmet Tekdal, Rıza Ulucak gibi isimler genel başkan yardımcılığı görevlerini sürdürdüler.

[2] Nazlı Ilıcak’ın FP içinde “Çiller’in ajanı” gibi çalıştığı yolundaki kanı giderek güçleniyor, hattâ bir kısım yeni transfer de benzer duygulara sahip. Zaten DYP’nin kuyruğuna takılmış bir parti görüntüsü FP’lileri epey rahatsız ediyor. Bu noktada Mehmet Barlas’ın evindeki “ittifak yemeği”ne hiç de iyi gözle bakılmıyor.

[3] Bu noktada Akit’in birinci sayfadan yayımladığı gazetenin imzasını taşıyan “Fazilet’e söylem mi, kefen mi biçiliyor?” yazısı epey anlamlı. Meşhur Kızılcahamam toplantısının “Milli Görüş üzerine yeni oyunlara açılmak istenen perdeleri gün ışığına çıkardığı”nı söyleyen Akit şöyle devam ediyor: “Bu hareketi sözde iyiliği için metod ve vizyonsuzlukla suçlayanlar, hareketi hiçbir zaman benimsemeyen (bir avuç insandan bugün Türkiye’nin en büyük partisi haline gelişini) hep dışardan ve hasmane gözlerle izleyenlerdir.” Akit’in bu yorumu FP tabanının duygularına ne derece tercüman oluyor bilinmez, fakat, yeni dönemde herkesin kendisini “en hakiki Milli Görüşçü” ilan edeceğini göstermesi bakımından ayrıca anlamlıdır. Çünkü Milli Görüş camiası Akit’in, partinin değil, RP’nin ilk kuruluşunda ANAP’a çalışan kişilerce çıkarıldığını, yazarlarının önemli bir bölümünün de hareketleriyle yıldızlarının pek barışmadığını bilir.