Yerlilik Sayısı Üzerine Notlar

“İnsan tasarımladığı / tasarımlayabildiği şeyi hayal eder; üçgen şeklinde bir kare vb. hayal edilemez”

Yerlilik, imgelemle tasarımlama gücünün oranıdır.

Yerlilik bir ‘farkındalık’ halidir, bastığı yeri bilmek ‘oluş haline’ ortak olmak ya da o oluşun sonrasında ‘O’nu bilmek hattâ kabullenmek ve sonra ‘farkındalığın cesareti’ ile absorbe olmamak, bir ‘aykırılık’ halini doğal oluş haline getirmektir. (Getirmek derken gidiş/akış mecrasının ‘burası’ olmasının kaçınılmazlığıdır anlatılan, yoksa saltık eylemciliğin pragmatist mentalitesi değil.) Zaten bu yüzden değil midir aykırılığın ‘dış mihrak’ sayılışı?..

Bir başka deyişle ‘iktidarlaşmamaktır’ yerellik/yerlilik. Merkezî devletin iktidarın kristalizasyonu içinde toplumsalın dokusunu barındırışı (aslî varoluş nedeni olarak), böylelikle toplumsal dokuyu bir eklemlemeye tâbi tutması (globalleşmenin yönelimini bu açıklamıyorsa başka ne açıklar?) karşısında içinde bulunulan durumu bilmek, tanımak ve öyle kabul etmek, ama iş ‘farkındalığı’ sıradanlaştırıp iktidar nesnesi yapmak ile aykırılığın öznesi yapma ayrımına geldiğinde, bir eklemlenme karşıtlığı olarak iktidarlaşmama da, yerelliği/yerliliği tanımlıyor olmalıdır. Bu manada yerellik/yerlilik bir önceden-görüş tarzının vücut bulması, ayağının altında ‘toprağı hissetmesi’, bir nesne-eylem birlikteliği ile anlam yetisi, algılayış bilgisidir de denebilir.

Platon’un idealar kuramının temelinde, dünyanın aslını yansıtan ve her yansımanın tek bir karşılığının varlığına dayanan idealar olduğunu biliriz. Örneğin Platon’un idealar dünyasında çizgi tektir; ‘dünyadaki’ üçgen orada tek çizgi ile (diğer ikisi yok sayılarak) kabul/temsil edilir. Bu mantık ulus-devlete de dayanak oluşturmuştur bana sorarsanız, bugüne kadar yaşanan ulus-devlet deneyimleri bundan başkasını anlatmıyor bize. Ulus-devlete göre de tek kimlik vardır ve gerçek yaşamda var olan çoğul kimlikler bir şekilde merkezdeki tek kimliğin karşılığı olmalıdır – diğer kimlikleri yok sayma “başarısıyla”... İşte belki de yerellik/yerlilik ‘idealar dünyasının’ tek çizgisine çokgenler çıkararak, çizerek, yaratarak yanıt vermek ve aslolanın, gerçeğin çokgenler dünyasında olduğunu eylemlemektir. Farkındalık bunu da kapsamalıdır. Ve solun böyle bir farkındalık anlamında yerliliği var etmesi, farkındalığı ‘kendince” var edenlere alan açmasıyla, onlarla birlikte farkındalıklarını kaybetmeden yeni farkındalıklar yaratma çabası içerisinde bulunmasıyla mümkündür. Kısaca yerlilik/yerli kalmak, merkezleşmemektir, aslen de iktidarlaşmamaktır. (Foucault’nun analizlerini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.)


Yerlileşmenin, tanıma, içiçeleşme, ne olduğunu bilme gibi çoğaltılabilecek tanımsal ögelerine örnek olamayacak bir örnek vermek gerekirse Mustafa Şen ile Süreyya Tamer Kozaklı’nın Mürekkep dergisinin 8. sayısındaki yazıları çok uygun olur. Şen ve Kozaklı içiçeleşmeyi ve bu içiçeleşmenin kabul edilişini yerlilik olarak algılarken, yerliliğin temel kriterinin merkezleşmemek, merkeze biat etmemek ve aslen iktidarlaşmamak olduğunu hesaba katmıyorlar. Yazılarında Kemalizmi popüler ve resmî Kemalizm olarak bölümleyip popüler Kemalizmi olumlar bir duruş alıyorlar. Kemalizm gibi başından tırnağına iktidarlaşmacı ve merkezci bir mentalitenin yerli olamayacağı bir tarafa; ona olumluluk atfederek bir başka kanaldan meşrulaştırma girişimi sadece ‘yeni’ bir iktidar konseptine, yerliliği resmîleştirerek yerlilikten çıkarmaya yarar. Burada farkındalık değil, farkındalığın reddi sözkonusudur. Bu nedenledir ki kemalizmi ‘soldan’ savunmak hiçbir zaman ‘dış mihrak’ damgasına layık görülmemiştir zaten!


Birikim’de (Tanıl Bora’nın yazısında) “yoz emperyalist-kapitalist kültüre” karşı “halkımızın kültürü ve değerlerine sahip çıktıklarında adı konmamış bir ‘yerlicilik’ yaptıkları söylenebilir. Gayet de sahici bir yerlilik ve yerelcilik konumudur” diye anılan kesim ile dayandığı kitle konusunda söylenmemiş şeyler var. Bir defa bahsedilen kesim, “o kitle” ile içiçeleşmediği gibi ‘farkındalık’ halini en iyimser yorumla fiilen reddeden ve daha çok Kemalizmin asal ögelerinden pragmatizmi kendisinin en aslî ögesi haline getiren bir kesimdir. Aslında bana sorarsanız resmî siyasetin varyantı olan bu kesimin “depolitizasyon”un icracısı olması hasebiyle de yerli olamayacağını söylemek gerekir. Ayrıca ülke üzerine yaptıkları analizler/programlar incelendiğinde ‘farkındalık’tan -en basit anlamıyla bile!- ne kadar uzak oldukları hemen anlaşılır. Bu kesimin vatan, şehit, kan, ölüm üzerine oturan siyasetinin resmî siyasetle özdeşliği düşünüldüğünde hiçbir ayrıksılığının olmadığı da görülür. Bir başka açıdan, bu kesimin dayandığı taban meselesinde de durum böyledir. Bir defa artık her yerde ve her öznede kendilerini ifade etme dürtüsünü siyasetleştiren masonik duruşları biliniyor – dolayısıyla temsil etme yeteneğini yitirdikleri tabanı da ‘tanımaz’ hale getiriyorlar.

Düşünebiliyor musunuz? Onca insanın öldüğü, binlerce kişinin kalkışmaya katıldığı Gazi Mahallesi’nde kısa bir süre sonra yapılan seçimde en yüksek oyu o kalkışmanın hedefi olan hükümetin ortağı CHP aldı. O halde, ‘kendilik’ dolayısıyla ‘farkındalık’ hali yok denecek kadar düşük bir kitlenin söz konusu kesim tarafından layıkıyla temsili de onu -bu yazıda kullandığım anlamda- ‘yerli’ kılmayacaktır. Ayrıca hep merkezleşme/merkezde yer alma stratejisini kendisine amaç edinmiş bir kitle ile, tersten bir merkezleşmeyi, “oligarşi”ye karşı bir başka “oligarşi” oluşturmayı alternatif olmaya tercih eden bir kesimin buluşmasından da bu anlamda bir yerlilik adına hiçbir şey çıkmaz. İllâ bir şey çıkarılacaksa da, iktidarın/merkezin bir varyantının merkezleşme özlemini başarmaya dönük progmatizmi çıkar.

Doğan Özlem’in de aktardığı gibi, ‘özne’nin imkânını, kişinin kendi tekilliğini, ancak başkalarıyla karşılaşmaları dolayımında deneyimlemiş olmasına bağlamaktadır Dilthey. Yani “ben” diyebilmek, ancak toplumsallık/tarihsellik ortamında bulunmakla mümkündür. İşte tin bilimleri öznenin oluşma ortamı olarak toplum ve tarihi konu edindiklerinden de, bir tamamlayıcı işlev görür. Ve bana sorarsanız öznelik hali bir başka format içerisinde yerlilik halini de anlatır ve bunu başardığı oranda. Ulus Baker’in fenomenolojiye yüklediği anlamın asıl içeriği, ancak böyle ortaya çıkar – hem de belki Ulus Baker’in kastına rağmen...

En başta söylediğimi (yerlilik, imgelemle tasarımlama ‘gücünün’ oranıdır) biraz açımlamak gerekirse şunları söyleyebilirim: İmgelem oluşturma/oluşma süreci ne genetiktir ne de dışarıdan verilebilecek bir şeydir. Ne de nesneden, varoluşun uzamından bağımsızdır. Bunun bir başka açıdan değerlendirimi, imgelemin bir duruşta mündemiç olduğudur. Yani, insanın tasarımları bir ‘duruş’u meydana getiriyorsa, imgelem bunda mündemiçtir. Yerlilik bir imgelem gücü olarak okunamaz belki ama tasarımlamanın motivasyonunun imgelemle birleşmesi (bire bir değil elbette) olmadan da düşünülemez.